ULU ÖNDER ATATÜRK’ÜN; ŞUBAT AYI BAŞINDA ANİ KIRŞEHİR ZİYARETİ… (3)

BU ZİYARETİN CEVAT HAKKI

TARIM TARAFINDAN ANLATIMI…

Hasan Yağız’ın 1933 Şubat’ın da kendisinin 22-23 yaşlarında bir delikanlı olduğunu belirterek naklettiği bu anılara karşılık değerli Kırşehir evladı Cevat Hakkı Tarım aynı ziyaretle ilgili olarak yaşadığı saatleri gözünden kaçmayan izlenceleriyle birlikte ve o güzel ifadeleriyle şöyle aktarır:

  

“Aklımda kaldığına göre 1933 yılının Şubat ayı içinde idi. O yıl görülmedik bir kış olmuştu. Yollar, beller kapandığı gibi, mahalle aralarında dağlar boyu yığılan kar kürtükleri yüzünden komşudan komşuya gidilmez bir hal almıştı. Bir sabah vazifeme gitmek için iyice sarınmış, benden önce geçenlerin ayak izlerine basa basa, cam gibi parlayan buz tabakalarından kaymamak için bir atlet gibi atlaya atlaya yürümeye çalışıyordum.

“Karşıdan gelmekte olan bir posta müvezzii önümde durdu. Sanki gizli bir şey söyleyecekmiş hissini vererek ağzını kulağıma yaklaştırdı, yavaşça: ‘Gazi geliyor’ dedikten sonra da seke seke yoluna devama başladı. O anda arkadan gelmekte olan sayın Müfit Kurutluoğlu’nun meşhur kupa arabası önümde durduğu için hemen kapısını açarak içine atladım. İlk sözüm şu oldu: ‘Gazi geliyormuş. Şu geçen postacı söyledi. Bu karda kıyamette bu seyahattin sebebi nedir acaba?’ Birinci Büyük Millet Meclisinde Kırşehir mebusu olarak bulunan Kurutluoğlu, gülerek şu cevabı verdi: ‘Bilirim Hazreti. O bir şeye karar vermesin yoksa muhali mümkün kılar…’

“Bu ani seyahat üzerinde bir şeyler konuşa konuşa matbaaya kadar geldik. Haber ne çabuk yayılmıştı. Sokaklar insanlarla dolmuştu. Biraz sonra telaşla bizim odaya giren Ağır Ceza Reisi Bay Ethem: ‘Nasıl iş bu? Vali kimseye malumat vermeden yanına Jandarma Kumandanını da alarak Gazi’yi istikbale gitmiş. Adliye’ye devâir ruesasına bildirmesi lazımdı. Ona göre tertibat alınırdı.’

“Havayı yatıştırmak için: ‘Belki bir emir almıştır. O haber vermese bile halk kendiliğinden vazifesini yapıyor’ dedim.

“Havadis meraklıları bizim odaya dolmuşlardı. Ortaokul öğretmenlerinden Arif Sıtkı Gönendik dostumuzun ‘Bizde bir heyet teşkil eder, istikbaline koşarız. Aramıza birkaç bayan arkadaş ta alsak çok iyi olur’ yolundaki teklifi sayın reisin de hoşuna gitmiş olacak ki, kızını getirmek üzere matbaanın karşısındaki evine gitti. Arif’te eşi öğretmen Nesibe’ye haber uçurdu, bende bizimkini getirmesini için arabalarını rica ettiğim sayın Müfit Kurutluoğlu’nun ‘Cevat arabacıya söyle yengeni de beraber getirsin’ deyişi beni hem sevindirmiş hem de düşündürmüştü.

“Bizim grup tamam olmuştu. Müfit Hoca’yı hanımına müsaade ettiği halde kendisinin de aramıza katılmasına bir türlü ikna edemedik. Mecliste muhalif hizipler arasında yer alan hoca, ikinci seçimde liste dışı edilmiş, adı bazı dedikodulara karışmıştı. Mebusken kapısını aşındıranlar şimdi selam vermekten çekiniyorlardı. Çok seviştikleri, ailece görüştükleri hatta adını verdiği rahmetli mebusumuz ve arkadaşları Kırşehir’e geldikleri vakit bucak bucak kaçıyorlardı. Ne tuhaf tecellileri vardır, şu siyasetin…

“Müfit Hoca’yı kendi düşünceleriyle baş başa bırakarak arabaya atlar atlamaz yola koyulduk. Muazzam bir karşılayıcı kütlesi şehrin dışındaki hastahane önünde birikmişlerdi. Bizim genç ve ateşli arkadaşlar, 5-6 km. Özbağlar’a kadar gitmemizi, hususi bir şekilde istikbal etmemizi arzu ediyorlardı. Araba atlılarının yolları kaplayan kar yığınlarına bata çıka gidişlerine aldırış etmeden, hep bir ağızdan ‘Dağ başını duman almış’ marşını söyleye söyleye Özbağlar’a kadar uzandık, kuytu bir yol dönemecinde karar kıldık.

“Hava o kadar soğuktu ki, ağaçların dallarından kopardığımız çilpileri yakıyor, kar topu oynayarak neşe ve çığlık içinde birbirimizi kovalıyor, ısınmaya çalışıyordu.

“Böyle halktan pek uygun bulmuyordum. Ortalığın kararmaya başladığını, hanımların üşüyeceklerini, Atatürk bizi görünce otomobillerinden inmek mecburiyetinde kalacakları için rahatsız edeceğimi ileri sürerek vatandaşları geri çevirmek için bir hayli dil döktüm. Döndük hastahane önünde halkın arasında bizde yerimizi aldık.

“Güneş Baranlı sırtlarından yavaş yavaş çekilirken bir tepe üzerinde bırakılan bir gözcünün boru ile verdiği işaret, soğuktan dağılan halkı, silah başına! komutası almış birlikler gibi bir araya getirdi.

“Karşıdan sökun eden otomobiller halkın önünde durdu. Bir kaynaşma ve alkış tufanı koptu. Ön safta yer alan hükümet erkanı ve cemiyetler temsilcilerinin ellerini sıkan Reisi Cumhur, hastahaneyi ve hastaları da ziyaret edip otomobillerine binerlerken, şöyle göze çarpacak bir yerde mevki alan ve aralarında kadınlarda bulunan bizim grubu görünce, o bize biz ona doğru ilerlemeye başladık.

“Arkadaşları birer birer takdim ediyorum. Yengemin önüne geldikleri vakit ‘Eski Kırşehir mebusu Müfit Bey’in hanımları’ deyince gözleri ışıl ışıl parlayarak ellerini uzattılar, sıcak bir sesle ‘Nasılsınız hanımefendi? Müfit Bey’de iyidirler inşallah? Zahmet etmişsiniz çok teşekkür ederim. Sizin araba ile geldiğiniz anlaşılıyor (Arkamızda duran kupa ve yaylı arabalarını görmüşlerdi). Ben şoföre yavaş gitmesini söylerim. Misafir olacağımız yerde tekrar görüşürüz Allahaısmarladık’ derken yengemin ‘Afet hanımefendiye de hoş geldiniz diyelim’ yolundaki sözleri Büyük Ata’yı memnun olacak ki o sırada yanımıza gelen otomobilin kapısını elleriyle açarak Afet Hanıma işaret ettiler. Bir grubun kendilerini de selamlamaya geldiğini gören Afet Hanımın bu jestten çok mütehassis oldukları hareketlerinden, nezaketle bizi karşılamalarından belli oluyordu.

“Muazzam bir halk akını içinde ağır ağır ilerliyoruz. Şimdi Ziraat Bankasının oturduğu bina Halk Partisine ait olduğu için misafirler için orası hazırlanmıştı.

“Otomobillerden inip salonun kapısına doğru ilerleyen Atatürk’ün birdenbire dönerek arkalarında duran Kılıç Ali’ye hitaben ‘Nasıl gelinmez miymiş? İşte geldik!’ yolundaki sözlerinde gizlenen ince ve derin nükteyi, vaktiyle Kırşehir’de vazife ile bulundukları zaman tanıştığımız Muhafız Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı B. Nuh’un bir ara anlattıkları hikaye aydınlattı. Yolda öğrendiklerine göre o akşam Atatürk’ün sofralarında ‘Bu havada Anadolu’ya sefer yapılır mı, yapılmaz mı?’ konusu üzerinde geçen münakaşanın bir fiil ispatı imiş. Hatta ani yapılan bu yolculuk Ankara’daki ilgili makamları bile bir hayli telaşa düşürmüş. Balâ’dan geçtikten sonra öğrenebilmişler. Bizim vali de her türlü emniyet tedbirleri alınarak hususi bir mahiyette istikbal edilmesi yolunda aldığı telgraf üzerine kimseye bir şey söylemeden alelacele hareket etmek mecburiyetinde kalmış.

“Misafirlerimizi çaylarını, kahvelerini içip bir parça dinlendikten sonra verdikleri emir üzerine huzurlarına kabul olunmak için heyecanla bekleşirken, birden bire Atatürk’ün asabiyet içinde salondan dışarı çıkışları, kapıya doğru yürüyüşleri, otomobillerine binip vali konağı istikametine hareket edişleri; hepimizi hayret ve telaş içinde bırakmıştı. Mesele anlaşıldı. Atatürk, parti başkanından ‘Arkadaşlar nerelerde misafir edilecekler’ diye sormuşlar, bir meclisi umumi azasının eski yazı ile yazıp sunduğu kağıdı eline alır almaz ‘Ben böyle yazı tanımıyorum’ diyerek avucunun içinde buruş buruş ettikten sonra fırlatmışlar ve yerinden kalkarak yürümüşler.

“Yol ve erkan bilmeyenlere, yapılan inkılaplardan haberi olmayanlara ne güzel bir ders! Bu hareket bizi o kadar üzmüştü ki, hele bayan arkadaşlar imkanını bulsalar, temiz bir sopadan geçireceklerdi, o münasebetsiz adamı.

“Şehrin hemen kenarında bulunan imaret mahallesindeki vali konağına, gene çamurlu sokaklardan geçerek, kırık dökük köprülerden atlayarak ulaşan Atatürk yolda otomobili çamura çöktüğü için yetişemeyen valinin yokluğunu bildirmeyen eşinin olgun bir Türk kadınına yaraşır terbiye ve samimiyet içinde karşılayışının verdiği huzur ve memnuniyeti içinde asabiyetini kapının eşiğinde bırakarak, o zarif, o neşeli, o centilmen karakterlerini takınıvermişlerdi.

“Ertesi sabah bütün halk, memurlar Atatürk’ü uğurlamak üzere vali konağının kapısı önünde toplanmıştık. Biraz sonra dışarı çıkan Atatürk halkla vedalaştıktan sonra arkadaşlarından bazılarını göremeyince valiye döndüler, şöyle bir nükte yaptılar ‘Ben yalnız hareket edeceğim siz zahmet etmeyiniz, arkadaşların daha uykuda oldukları anlaşılıyor. Ben ileride onları beklerim. Lütfen söylersiniz, paşa döküntüsü gibi arkamdan gelsinler. (Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz Cevat Hakkı Tarım Memleket Matbaası 1956 Ank. s.14-15-16-17-18)