Kahvehaneler yaşantımızın (herkesin olmasa da) bir parçasıdır. Ülkemize nasıl girmiş, ilkini kim açmış, hangi padişah yasak etmiş, sonradan neden” Kıraathane” denmiş bunlar tarihle ilgili şeyler… Sabah evinden çıkan emekli ne yapsın, nere gitsin, hiç olmazsa takıldığı bir kahvehanesi vardır, orada günlük gazetesini okur, çaylığına, meşrubatına oyun oynar, sohbet eder, hiç olmazsa vaktin nasıl geçtiğini bilmez… Yıllar önce köyünden Kırşehir’e gelen birisi biriyle buluşacaksa, Davşan’ın, Sülükçülerin veya buna benzer namlı kahvehaneleri adres verirdi.

Kahvehaneler yaşantımızın (herkesin olmasa da) bir parçasıdır. Ülkemize nasıl girmiş, ilkini kim açmış, hangi padişah yasak etmiş, sonradan neden” Kıraathane” denmiş bunlar tarihle ilgili şeyler…

Sabah evinden çıkan emekli ne yapsın, nere gitsin, hiç olmazsa takıldığı bir kahvehanesi vardır, orada günlük gazetesini okur, çaylığına, meşrubatına oyun oynar, sohbet eder, hiç olmazsa vaktin nasıl geçtiğini bilmez…
Yıllar önce köyünden Kırşehir’e gelen birisi biriyle buluşacaksa, Davşan’ın, Sülükçülerin veya buna benzer namlı kahvehaneleri adres verirdi.
Bildiğim kadarıyla Karacaören’de ilk kahvehaneyi Cülük Sali açmış, daha sonraları askerden gelen Güdük İreşid’in Hasan ona özenerek babadan kalma samanlığı kahvehaneye çevirip hizmete sokmuştur. Hasan o yıllar köyün kalabalık oluşundan bu işten para kazanmış, sonradan Almanya’ya işçi akımı başlayınca haliyle köyün boşalmasıyla işler tersine dönmüş o bir başkasına, başkası başkasına devrederek aradan geçen yıllar içersinde kahvehane en son tat Duran’a kalmıştır.
Tat Duran babası Kör Mevlit gibi gece önüne gülük(hindi)sıfatıyla çıkan cinlere karşı gelecek, kerpiç kesecek,kuru kerpiçleri kelle atar gibi inşaatlarda duvar ustasına atacak güçte, kuvvet de birisi değildir.Bundan dolayı Kırşehir’e çalışmaya gider. Sağda solda gezerken bir kahvehanede garsonluğa başlar. Bu ve bu gibi işlerde çalışırken kahve ve çayın nasıl yapıldığını, köpürtmenin ve demin nasıl ayarlandığını, yani kendi kendince mesleği öğrendiğine iyice kanat getirince garsonluğu bırakıp kahvehanelerde ocakcılığa başlamış olur.
Hasan kahveciliği bıraktıktan sonra Karacaören-Kırşehir arası yolcu taşımacılığına başlar.Günün birinde yolu tat Duran’ın (konuşma zorluğu çektiğinden) çalıştığı kahveye düşer. Duranla sağdan-soldan konuşurken kahvehaneyi çalıştıran kişinin “Hemşerim ocakcıyı meşgül etme” demesine içerleyen Hasan;”Oğlum ben senden kira-mira istemiyom git kahveyi çalıştır buralarda ezilme” deyince Duran’ın sevinçten ayakları yere değmez.
O kahvehaneyi çalıştıran her kim olursa hazıra konar. Çünkü oranın müşterisi hiç eksik olmazdı.
Köylük yer olduğu için genelde kimsenin cebince para olmaz, borçlar harman kalkımında ödenirdi ki bu durumda kahvehane çalıştıran kişinin bütçesini zorlardı.Çaya şekere Özbağalı çapkın Yahya’nın Çiçekdağı’ndan getirdiği meşe kömürü ne sonradan bunun yerine alan gazocağının gazına veya yeni yeni kullanılmaya başlayan tüpgaza aydınlatmak için Lüküsün gazına,gömleğine para mı yetiyordu.
Mehmet daha henüz onyedi-onsekiz yaşlarında kuş taşlamayı çoktan geride bırakmış bir gençti. Babası diğer köylüleri gibi muhanete muhtaç olmamak için Almanya’ya işçi olarak gitmiş Mehmet de üzerinde bir baskı olmadığından “Nasıl olsa Ankara’da amcamlarım askerden sonra beni işe koyar” diye şehirde Kale Orta Okulu’na kayıt olmamış, ahırda samanlıkta, bağda, bahçede, harmanda, hasatta dedesine yardım eder, boş zamanlarında da arkadaşlarına özenip evlerine yakın olan tat Duran’ın kahvesine giderdi. Cebinde parası olsun olmasın kimseden altta kalmamak için arkadaşlarına çay söyler, yerine göre bülüm, atmış altı, üçlü, pişti gibi oyunlar oynar yenilirse “Duran abi ben sonra öderim” deyip oradan ayrılırken Duran abisi de arkasından “Peki yiğenim daha sonra ödersin” der, sırtını tıpışlamayı eksik etmezdi.
Aradan bir süre geçince Mehmed’in borçları katlandıkça katlanmış. O ve onun gibi diğer gençlerinde borçları üst üste birikince bu da Duran’a göre bir mebla teşkil etmekte, haliyle çayı ve şekeri veresiye aldığı bakkal Katip Irzaya borcunu ödeyemediği için ondan azar işitmektedir.
Mehmed artık eskisi gibi kahveye uğramamakta, evlerine başka sokaktan girmektedir. Tat Duran onu gördüğü yerde artık” yeğenim” diye sırtını sıvazlamamakta orasına” Paramı hemen getir” diye önceleri cimcik atarken zamanla onun yerine yumruk vurmaktadır.
Sabah erken kalkan Etem o gün için her nedense pek neşelidir.Köpeği zor-zor’la evin çatal kapısından sokağa çıkmasıyla hemen karşısındaki duvarın dibinde oturan komşusu Firdes” Alagaz, alagaz, alagaz” diye kucağındaki torununu sevmektedir.
Şakacı Etem durur mu, hazırcevap” Firegaz, firegaz, firegaz” diye Firdes’e seslendiğinde onun kucağındaki torunuyla utancından eve nasıl kaçtığına gülerek bahçesinin yolunu tutar.
Etem bahçede bir müddet çalışırken haliyle yorulmuştu. Gözlerinden uyku aksa da bir ay önce Ankara’da taktırdığı dişler damağına vurmakta, haliyle de acı vermektedir. Etem dişleri çıkarıp bir beze sardıktan sonra gölgesine uzandığı zerdali ağacının kovuğuna onları koyup derin bir uykuya dalar. Gördüğü korkulu bir rüyanın etkisiyle uyandığında gözlerine ilk ilişen şey dişlerinin köpeği zor-zor’un ağzında oluşudur. Şaşkınlıkla “ula zor-zor benim damağımı vuran senin ağzına uyar mı at onları” diye yarı kızgınlıkla bağırınca zor-zor korkudan dişleri atıp kaçar.Dişleri eline alan Etem onların köpeğin gevmesiyle özelliklerini kaybettiğini anlayınca öfkeden deliye döner,dişleri bir tarafa fırlatıp” şimdi ben nasıl yemek yiyeceğim” diyerek evinin yolunu tutar.
Tam çatal kapıyı açmıştı ki gölgenin loşluğunda için için ağlayıp hıçkıran torunu Mehmedi fark edince dişimişi unutup “sana ne oldu kuzum evde bir şey mi var, yoksa eben mi hasta yavrum…”
Mehmed dedesini yanında görünce bundan cesaret alır, kendine güveni gelir utanarak” tat Duran beni döğdü dede…” diyerek gözyaşlarını kolunun yenine silmeye başladı.
Aslında Mehmed borcunu ödeyecekti fakat parası yoktu. Birkaç kez dedesinden isteyecek oldu ama diyemedi,anasına duyurdu o da oralı olmadı.Fırsatını bulup bir çinik buğdayı ambardan aşırırsa borcunu belki öderdi.Karşılaştıkları günün birinde Tat Duran bu kez sırtına değil de kafasına bir yumruk vurmuştu.Yumruk bayağı ağırdandı. Kafası öyle acıyordu ki…
Etem torunu Mehmedi yanına alıp eve yakın olan kahveye varıyordu ki tat Duran “Etem ağa herhalde borcunu vermeye geliyor “diye iç geçirerek onları pencere camından görmesiyle kahvenin merdiven ayağına geldi.
Etem ağa çok öfkeliydi.”ula Duran utanmıyon mu el kadar çocuğu dövmeye,komşu yerde ayıp değil mi….”
“O da b.k yemesin borcunu versin Etemağa….”
“ Ula Duran terbiyeni takın,b.k senin ağızınan yenir.”
“ Etem ağa;terbiyeyi atlar takar,ben borcumu vermeyen adama şu kadar şey ederim.”
Etem o yıl hacdan gelmişti, hem de yaşlıydı, küfür etmek ona yakışmazdı “ula tat; beni küfüre zorlama…”
Zorlasam ne olur lan,laf yetirecane körmü torunuyun borcunu ver, vermezsen bir milyon kere…”
Etem bu küfürdeki katsayı artışına bayağı içerlenmişti. Yaşlı olmasa bunu Duran’ın yanına koymazdı.”Ah ulan gençlik” diye iç geçirdi. Ortada döğüş olmadığı için herkes”seyir on para” yapıyor onlara bakıp gülüşüyorlardı.
Etem kalabalığa duyuracak şekilde sesini akort ettikten sonra “ula Kör Mevlid’in eşşaa,ula tat Duran;aha şimdi hacılığı hocalığı bir yana koyom, ben de senin küfürüne artış yapıp iki milyon çıkarıyom zırııııııııııııkkkk, erkasen yanıma gel…”