TÜRK KÜLTÜRÜNDE AİLE -4

Ana terbiyesi Türklerde ayrı bir önem, değer ve mana taşıyordu. Türklerde, “oğlanın terbiyesi babaya, kızınki ise anaya” bağlanmıştır. Bunun için anaya benzeyen soylu kıza anaç; babasına çekmiş oğlana da ataç diyorlardı. Oğlanın terbiyesi de belli bir çağa kadar annenin yanında gelişir. Bundan dolayı “ahrazın dilini anası anlar” diye bir söz vardır.

Türklerde insan olma ve insan olarak doğmanın, çocuk terbiyesinin en başta gelen sembolü ana sütüdür. Türk mitolojisinde Oğuz Kağan gibi Türk büyükleri doğar doğmaz çok çabuk büyürlerdi. Çocuğun bu gelişmesi annesinin ilk sütünü (ağız) almasındandı.

Dede Korkut Kitabı’nda da “ağ sütün doya emzirse, ana görklü” (görklü, güzel ve iyi anne, ağ sütünü çocuğuna doya doya emziren annedir), anneler çağrılırken, “beri belgil ağ sütünü emdiğim, kadınım ana”, “ağ pürçekli, izzetli canım ana” deniyordu. “Ağ sütünü helâl eyle anam bana” diye and içilirdi. Böylece ana terbiyesi gibi ana hakkı da süte dayandırılıyordu.

Türk düşüncesinde “ana hakkı, Tanrı hakkı” hep birlikte anılır. Dede Korkut’ta “anaya el kalkmaz ve söz söylenmez.” Çünkü ana hakkının yanında Tanrı hakkı vardır.

Süt anne çocuklara süt emzirmek için tutulmuş kadınlardır. Dede Korkut Kitabı’nda da bunlara taya deniyordu. Dadılık ise küçük çocuklar için bakıcılık vazifesi idi. Kız çocuklarının bakılması ve terbiyesinden sorumlu olan taya, dadı ve yengeler, kız büyüdükten sonra da kızın yanında kalabiliyor; oğlan çocukları ise biraz büyüyünce atağbeğ ve lalaların terbiyesi altına veriliyordu.

Türkler özellikle İslâmiyet’in de tesiriyle sonradan, nikâhlı kadın manâsında helâli de kullanmışlardır. Avrat ise, dişi demekti. Yani insanın dişisidir. Dede Korkut Hikâyeleri’nde avrat (dişi) sözü ile ilgili verilen bilgiler, Türklerin kadınlıkla dişiliği ayırdıklarını göstermektedir. Kadınlık basit anlamda dişilik olmayıp, daha çok kutsallık ifade ediyordu. Meselâ Dede Korkut’ta “aldayuban (yani aldatarak) er tutmak, avrat işidir”, “övünmelik avratlara bühtandır”, “öğünmekle avrat er olmaz” ve “birisi evin dayağıdır, birisi nice söylesen bayağıdır” söyleyişlerinde bu farklılaşma ortaya konuyordu. Oğuzlar, “karavaşa” (hizmetçiye) don (elbise) geyürsen, kadın olmaz” derken de bunu kastediyorlardı.

Türk anlayışında evin sahibi kadındı. Bundan dolayı ev kadını için söylenen en yaygın söz de evci idi. Göktürkler bu anlamda kadın için sözcüğünü kullanırken, Osmanlılar evdeş, Çağatay Türkleri evlik diyorlardı. Anadolu’da ise kadın, başa, başyoldaşı gibi kelimelerde anılıyordu. Yine Anadolu’da hanım efendi karşılığı olarak, Kırgızların evin gerçek sahibesi, baş kadın için kullandıkları baybiçe sözü görülmektedir.

Türk kadınının hususiyetleri; ahlâk ve namus anlayışı, iffetli olma hali, sadakati, ailesine ve evine muhabbeti, merhameti, doğruluğu, kocasına saygısı gibi konularda yoğunlaşmaktadır.

Dede Korkut’ta Dirse Han tarafından karısına yapılan bir soylamada “beri belgil başım bahtı, evden çıkıp yürüyende selvi boylum, topuğunda sarmaşanda kara saçlım, kurulu yaya benzer çatma kaşlım, koşa (çift) badem sığmayan dar ağızlım, güz elmasına benzer al yanaklım” şeklinde tasvir edilerek övülmektedir.

Türk ailesinde sarsılmaz bir karı-koca saygı, sevgi ve sadakati vardır. Kutadgu Bilig’e göre, Türk kadını takvâ yanında, hâyâ sahibi, temiz, el değmemiş, başka erkek yüzü görmemiş olmalıydı. Nitekim Yusuf Has Hacib eserinin evlenme bahsinde; “eğer evlenmek istersen, çok dikkatli ol ve iyi bir kız ara. Alacak kimsenin soyu-sopu ve ailesi iyi olsun; kendisinin de hâyâ ve takvâ sahibi, temiz olmasına dikkat et. Alacaksan el değmemiş ve senden başka erkek yüzü görmemiş olan bir aile kızı almağa çalış. Böylesi seni sever ve senden başkasını tanımaz, yakışık olmayan münasebetsiz hareketler de bulunmaz...” diyordu.

Devam edecek…