TÜRK KÜLTÜRÜNDE AİLE -3

İslâmiyet öncesinde Türk ailesi yapı bakımından geniş aile şeklinde değil, küçük aile tipinde idi.

Eski Türklerde görülen dışarıdan evlilik (exogamy) ve küçük aile yapılanması tek eşle evliliği de (monogamy) beraberinde getirmiştir. Türklerde genellikle tek eşle evlilik görülmektedir. Fakat yaygın olmamakla birlikte çok eşle evlilik de vardı. Sadri Maksudi Arsal, “Eski Türk dilinde çok eşlilik halini ifade eden bir kelimenin bulunmaması, Türklerde, lisanları yapıldığı zaman çok kadın alma âdetinin mevcut olmadığını gösterir diyerek, bu geleneğin sonradan İslamiyet’le oluştuğunu belirtmektedir.

Destanlarda, Divanü Lügati’t Türk’te, Kutadgu Bilig’de kuma ve ortaktan bahis yoktur. Başta Dede Korkut Hikâyeleri olmak üzere Oğuzlarla ilgili bütün destanlarda, hepsi beğ olan kahramanların bir tek kadınla evli oldukları görülüyor. Meselâ Beylerbeyi Kazan’ın bile bir tek karısının adı geçiyor. X. yüzyılda Oğuz ülkesini gezen İbn Fazlan, Oğuz Subaşının ve misafir kaldığı bir Oğuzun tek kadınla evli olduğunu görmüştü.

Çok eşli evlilik Türk ailesinde az görülen bir durumdu. Türkler, ilk kadının rızası ile çocuğu olmaması halinde ikinci bir eşle evlilik yapıyorlardı. Daha çok zenginlerin birkaç kadınla evlendiği görülüyordu. Türklerde ilk kadın evde baş kadın idi. Her zaman saygıdeğer ve üstün tutulmuştur. Meselâ Göktürklerde, hakanlık tahtına sadece birinci kadınların çocukları çıkabilmişlerdir. Orta Asya’da Kırgızlar ilk kadına ev sahibesi anlamına gelen bay-biçe diyorlardı. Bir Kırgız atasözünde “evin birinci sahibi (erkek olarak) eve doğar, ikincisi de bay-biçe olarak dışarıdan gelir” ifadesiyle ilk kadının statüsü vurgulanmaktadır.

Kaşgarlı Mahmut, birinci kadını oglagu hatun yani doğuran ve doğurduğu iyi olan hatun olarak tanımlamıştır. Dede Korkut’ta, başım tahtı, evim bahtı, kadınım, direğim, dölüğüm diye anılan kadınlar da evde, ya baş kadın veyahut tek kadınlar olmalıdır.

XI. yüzyıldan sonra Türkler babaya ata demeye başladılar. Eski Türkler de bugün bizim ana-baba söyleyişimiz gibi, anayı öne alarak öğ ve kang diyorlardı. Eski Türklerde anneye ög derlerdi. Bugünkü ögsüz de buradan gelmektedir. Uygurlarda ana-ata, ana-baba sözleri çok yaygındı. Oğuzlar eskiden anneye, aba da diyorlardı.

Türk anlayışına göre oğlu yetiştirmek babanın, kızı yetiştirmek ise annenin vazifesi idi. Ana-babaya saygı eski Türklerde olduğu gibi Selçuklular çağında da çok kuvvetliydi.

Kültigin kitabesinde Göktürk Devleti’nin kuruluşunu anlatırken; “Türk milleti yok olmasın, bir millet olsun diye, babam İl-Teriş Kağan ile annem İl-Bilge Hatun’u Tanrı görevlendirmiş” deniyordu.

Türk aile hukukuna göre, babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bundan olayı annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileridir. Babanın mirası anneye değerdi. Çocukların vasisi de o idi. Türk tarihinde kadınların hükümdarların naibi olabilmeleri veya devlet içinde söz sahibi olmaları da bundan ileri geliyordu.

Türk kültüründe kadına verilen değerden dolayı, ana-baba, karı-koca denirken, anne babadan önce söylenirdi. Göktürk çağında da anne sözü babadan önce kullanılıyordu. “Annenin öğüdünü al, babanın da sözünü dinle” veya “annesi babası sevinir” gibi deyişlerde hep anne önce söyleniyordu. Bir Uygur yazısında ise “anne ve babanın gönlünü oğlu ve kızı almaz” deniyordu.

Karı sözü Türklerde tecrübeli, güngörmüş yaşlı ve çok bilen kimseler için söylenirdi. Bunun için Dede Korkut Kitabı’nda ana ve babayı yüceltmek için sık sık karı anam-koca babam deniyordu. Anlaşıldığına göre karılık tanıtması, annenin yalnızca yaşlı olduğunu göstermek için söylenmiyordu. Anasından, babasından görmüş tecrübeli ve soylu, iyi bir aile kızı da karı unvanıyla tanıtılabilirdi. Dede Korkut’a yakın bir şekilde ak saçlı karı anam geçmektedir.

Devam edecek…