Toplumun önemli bir parçasını oluşturan aile, Ana, baba, çocuklar ve tarafların kan akrabalarından (aile biçiminin gereğine göre) meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal birlik, olarak tanımlanır.
Türklerde aile toplumun ve devletin temeli olarak görülmüştür. Aile, toplumun sağlam temeller üzerine oturmasında önemli rol oynar. Aile aynı zamanda Türk milletinin güç merkezini de oluşturur. Aile, Türk devletinin en küçük örneği olup aynı zamanda devlet olmanın başlangıcıdır. Bundan dolayı Türkler güçlü orduları ve sağlam aile yapıları sayesinde tarih boyunca varlıklarını sürdürmüşlerdir. Türk ailesi İslamiyet’ten önceki dönemde karı, koca ve çocuklardan oluşan çekirdek aile şeklindedir. Eski Türklerden itibaren çocuklar aile için değerlidir. Oğlanı yetiştirmek babanın görevi iken kızı yetiştirmek annenin görevidir.
İslamiyet’ten önce Türk toplumunda farklı aile tiplerinin olduğu ise tartışmalıdır. Bazı bilim insanları eski Türklerde çekirdek aile yerine geniş aile tipinin var olduğu görüşündedir. Bu görüş Türklerde akrabalık esasına göre önem kazanmaktadır.
İslâmiyet öncesi Türk toplumunda ilk sosyal birlik olan aile sosyal bünyenin çekirdeği durumunda idi. Bu aile yapısı eski kaynaklarda oguş (veya uguş) olarak geçmektedir. Ailelerin bir araya gelmesiyle urug denilen aileler birliği yani oba meydana gelmiştir. Urugların bir araya gelmesiyle bod (boy, kabile), bodun (boylar birliği) ve il (devlet) oluşmuştur. Bu sebeple, aile sistemini esasları siyasî, sosyal hemen bütün Türk kuruluşlarına ve fertlerin davranışlarına yansımıştır.
İslâmiyet öncesi Türk toplumundaki özel mülkiyette, özel hukukta, inanışları himayeye yönelik sosyal davranışlarda, soy’a saygıda, adalet, dinî hoşgörü anlayışlarında ve bütün bunları gerçekleştirmek ve korumakla görevli olan devletin “baba” telâkki edilmesinde Türk ailesinin (ana, baba, çocuklar ilişkilerinde temellenen) prensiplerini görmek mümkündür. Esasen bu dönemde aile, devletin dayandığı iki temel sosyal birliktelikten birisi idi. Nitekim, Bahaeddin Ögel, “Türk devlet anlayışının kökleri daha çok aile ile aileden daha büyük olan köy düzenlerinden geliyordu” şeklinde ifade ettiği bu oluşumu, “aileden imparatorluğa” şeklinde sistemleşmiştir.
Türkler tarihi süreç içinde hep belirli bir düzen içinde akrabalarıyla bir arada yaşamışlardır. Bu durum Türklerin sosyal hayatında birlik ve dayanışma içinde olduklarını göstermektedir. Boyların başında dayanışmayı güçlendiren, hak ve adaleti gözeten, boyun menfaatlerini koruyan, silahlı güç kullanmaya yetkili beyler vardır.
Türklerde aile yapısına bir göz atacak olursak, Hunlar döneminden itibaren hep babaerkil bir aile düzeninin hâkim olduğu görülür. Baba ailesinin temeli dışarıdan evlilik temeline dayanır. Hunlarda hakanların kız aldıkları belli boylar vardır. Kız kaçırma yoluyla evlenme çok nadir görülür. Kaynaklarda bunun aksine bir belge yoktur. Komşumuz Moğollarda ise anaerkil aile düzeni görülürdü. Bir erkek evlendiğinde kız evine gider ve ilk çocuk doğuncaya kadar kayınbabaya hizmet ederdi.
Türkçedeki aile ve akrabalıkla ilgili kelime ve kavramların, evlilik sistemi ile ilgili gelenek ve törenin, miras hukukunun, nihayet kadının aile ve sosyal hayattaki statüsünün gösterdiği üzere, kan akrabalığı esasında yapı bakımından kuvvetli, gelişmiş bir “baba ailesi biçimde olan Türk ailesinin temelinin dışarıdan evlenme olduğunu göstermektedir.
Büyük Hun İmparatorluğu’nda, hakanların kız aldıkları belirli boylar vardı. Aynı gelenek Göktürklerde, Uygurlarda ve Kırgızlarda da görülüyor. Yenisey Kitabeleri’nden birindeki “yatta tünirime adrıldım” (yad eldeki dünürümden ayrıldım) ifadesi de gösteriyor ki, İslamiyet öncesinde Türklerin dünürleri yad el-den oluyordu. Dışarıdan evlenme geleneği Dede Korkut Hikayeleri’nde de açıkça görülmektedir. Meselâ, İç Oğuz Beyi Oruz idi. Baybeyrek ile nişanlısı Banu Çiçek birbirini tanımıyordu. Kazan Bey’in oğlu da “yad kızı helâlime destur versin” diye vasiyet ediyor; Deli Dumrul “yad kızı helâlim var” diyordu.
Devam edecek…