Bugün 16 Haziran 2016 canım annemin aramızdan ayrılışının üçüncü ölüm yıl dönümü. Günler öylesine hızlı geçiyor ki sanki üç yıl önce değil de dün kaybettik annemi.

Bugün 16 Haziran 2016 canım annemin aramızdan ayrılışının üçüncü ölüm yıl dönümü. Günler öylesine hızlı geçiyor ki sanki üç yıl önce değil de dün kaybettik annemi.
Her şey 2012 yılı Aralık ayının sonlarına doğru başladı. Ağrılarla başlayan basit şikâyetlerle götürmüştüm annemi Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Hastanesine. Muayeneler, tahliller, röntgenler, ultrasonlar, MR’lar hepsinin sonuçları kötü çıkıyordu. Her geçen gün annemin ağrıları artıyor, dayanılmaz bir hal alıyordu.
Bir umutla sürekli Kırşehir ve Kayseri Üniversite Hastaneleri ile evimiz arasında mekik dokuyor, güzel haberler bekliyorduk ama nafile. Doktorlar “her an her şeye hazır olun” diyerek vermişlerdi kötü haberi. Biz de Allah’tan ümit kesilmez düşüncesiyle devam ediyorduk koşuşturmaya. Tıp da dese, doktorlar da dese, kim ne derse desin “Allah var, gam yok” diyerek inanıyorduk annemin sağlığına kavuşacağını.
Çünkü bilinci ve şuuru açıktı annemin, kendi işini kendisi görüyordu. Bu inançla 2 Haziran 2013 tarihinde son bir defa daha Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesine gitmek için yola çıkacaktık. Evden çıkmadan önce annem evimizi oda, oda dolaştı, odaların hepsine göz gezdirdi, dakikalarca baktı eşyalara, perdelere, kapılara, bir taraftan sürekli içini çekiyor, diğer taraftan da “dünya boşmuş” sözlerini tekrarlıyordu.
“Anne gecikmeyelim artık yola çıkalım” dediğimde, “geciksek ne olacak oğlum dirimi götürüyorsun, ama ölümü getireceksin” demiş, ben de “Aman anne Allah esirgesin o nasıl söz, seni sağ salim getireceğim” diyerek arabamıza binmiş sohbet ederek, şaka yaparak, güle oynaya gitmiştik annemle, ablamla, yeğenimle birlikte Kayseri’ye…
Beş gün normal serviste, dokuz gün yoğun bakımda olmak üzere on dört gün Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesi’nde kalmış ve 16 Haziran 2013 tarihinde Pazar günü sabahın erken saatlerinde aslında beklediğimiz, ama asla kabul etmediğimiz, duymak istemesiniz vefat haberini almıştık annemin.
Kayseri Hastanesi’ndeki her türlü işlemleri bitirdikten sonra Kırşehir Cacabey Caminde ikindi namazının ardından kılınan cenaze namazından sonra Aşıkpaşa Mezarlığında toprağa verdik annemi.
Toprağa verdik vermesine de.
O kadar zordu ki annemi toprağa vermek için mezarlığa inmek,
O kadar zordu ki tabuttan uzatılan annemin naşını alarak mezara yatırmak,
O kadar zor, öylesine acı ki annemin naşını tahtalarla kapatmak,
O kadar zordu ki kürekle toprak atmak ?
Her tahtayı dizişimde, her kürek toprağı atışımızda annem biraz daha uzaklaşıyordu bizlerden, inanmak istemiyordum, “ hayır” diyordum, “annem ölmedi, evimize gelecek” diyordum, göz yaşlarım sel gibi akıyordu, rüya bu diyordum ama rüya olan düşündüklerim, gerçek olan ise annemin ölmesiydi.
Yani annem yoktu artık, gelmeyecekti evine, yakmayacaktı ışığını, bizleri kanadının altına alarak toplamayacak, ısıtmayacak, öpüp koklamayacaktı. Bizler de elini öpüp sarılıp, koklayamayacaktık annemin…
Taziye çadırına baş sağlığına gelenler oluyordu ama ben ara sıra evimizin penceresine, balkonuna bakıyordum annem orada mı, bakıyor mu? diye.
Bir türlü kabullenemiyordum annemin ölmesini.
“Annem gelecek” diyordum.
“Annem balkondan bakacak” diyordum.
Ne dersem diyeyim, söylediklerim gerçek dışı, gerçek olan ise annemi kaybetmiş olmamızdı.
Annemin ölümünden sonra hayat çok değişik aktı.
Meğer annemin sayesinde bir araya geliyor, birbirimizi görüyormuşuz. Şimdi ise kimsenin kimseden haberi yok, herkes kendi halinde, kendi evinde, kendi derdinde.
“Neden böyle olduk?” diye kendime sorduğumda karşıma kanadında toplandığımız, sırtımızı dayadığımız direğimiz devrildi cevabı çıkıyor.
Evet annem Allah’ın diktiği en sağlam direkti, toparlayıcıydı, birleştiriciydi ama şimdi o toparlayıcı, birleştirici direk devrilmişti, yok olmuştu.
Şu an annemin yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki, yanında olmak, güven dolu ellerini üzerimde hissetmek, karşıma oturup “bugün neler yaptın, gelinim nasıl, torunum nasıl, işlerin nasıl, başın yine ağrıyor mu?” diye sormasını, karşıma oturup küçük bir çocuğa öğüt verir gibi bana öğüt vermesini öylesine çok isterdim ki!
Öylesine isterdim ki arife günlerinde, bayramlarda, anneler gününde mezara gitmek, dua etmek, mezarına su dökmek yerine annemin elini öpmeye gitmeyi, sıkıca sarılarak mis gibi kokusunu içime çekesiyi kadar koklamayı, sofraya birlikte oturup güle oymaya birlikte kahvaltı yapmayı, yemek yemeyi.
Nasıl istemezdim ki!
Ama nafile sadece istemekle olmuyor. Çünkü taktir Allah’tan… “Allah’tan gelene, ölene çare yok, giden geri dönmez” Derler.
Hani Yahya Kemal Beyatlı’nın sessiz gemi şiirinin
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Mısralarında acı gerçeği belirttiği gibi annem de dönmeyecek seferinden.
Öyle olunca da bizlere
Anne ruhun şad, mekânın cennet olsun.
Allah (C.C.) toprakta değil, nur içerisinde yatırsın.
Cennete yakın, cehenneme uzak olasın.
Peygamber efendimize komşu olasın.
Allah rahmet eylesin diyerek dua etmek düşer.