Kırşehir'in son yüz yılını kişi, yer ve olayları ile yazmaya çabalarken elimdeki belgelere dayanarak zaman zaman daha gerilere de uzandığım oluyor. Konuları tarih yazarı gibi kronolojik bir sıra içinde sunmanın imkânsız olduğunu takdir edersiniz. Çünkü böyle bir işi yapmak bir ömre sığmayacak kadar uzun zaman alır. Başka bir ifade ile bu okyanusu yüzerek geçmeye benzer. Ben hem Kırşehir'i her yönüyle genç kuşaklara anlatmak, hem de okuru sıkmamak için kendime özgü bir yöntemle yazılarımı kaleme alırken, daha doğrusu bilgisayar ortamına dökerken sadece kafamdaki bilgiler ve yaşadığım olaylardan yararlanmıyorum. Birçoğumuzun meçhulü olan kaynaklardan da alıntılar yapıyor, bu arada mevcudu çoktan tükenmiş ve kitaplıklarımızda tek tük kalmış eserleri gün yüzüne çıkarmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de bir yandan konular arasında bağlantı kuruyor, bir yandan da açıklayıcı bilgiler ekleyerek sade ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanmaya özen gösteriyorum.

KALE'DEN ATILAN TAŞ RÜŞTÜ BEY'İ SAĞIR BIRAKTI

Çokça doğup büyüdüğüm Yenice Mahalle'yi, babamın da iş yerinin bulunduğu Yeni Çarşımızı ve çevresini anlatmaya çalıştığım yazılarımda okurları fazla sıkmak istemedim. Kişi ve yer isimleri vererek bildiklerimi ve gördüklerimi anlatırken başka kaynaklardan yine Kırşehir'e ait hâtıraları da araya sıkıştırmayı uygun gördüm. Başka illeri pek bilmem, ama Kırşehrimizde hâtıra türünden eserler, yazılar o kadar az ki... Bunun en başarılı örneklerinden birini de eski mektupçularımızdan (bugünkü adıyla vali yardımcısı) Rüştü Yurdakul vermiştir. Çeşitli illerde görev yaptıktan sonra İkinci Dünya Savaşı sürerken emekli olup Kırşehir'e dönen Rüştü Bey Killik Caddesi'nin sol başında “Kadının Hanı”nı geçince şimdi yıkılmış olan iki katlı eski konağına oturmuştu. Kırşehir'e geldikten sonra belediye başkanlığı ve parti başkanlığı da yapan Rüştü Bey zaman zaman matbaamda beni ziyaret eder, gazetemde yayınlanmak üzere yazı bırakırdı. Onun eski Kırşehir gazetelerinde de yazıları çıkmıştı. Maliye Gelir Şefliği'nden emekli Akif Ersoy'un kızıyla evlenen oğlu İlhan Yurdakul ise Yapı ve Kredi Bankası Kırşehir Şubesi'nde şef olarak görev yapmış, Barlas Apartmanı'nda komşum olmuştu. Rüştü Bey'in vefat tarihini bilmiyorum. Ancak ben Ankara Caddesi'ndeki eski Barlas Apartmanı'nda otururken bir alt dairede benim gibi kiracı olan 1964-1968 arası Belediye Başkanı Ziya Kılıçözlü için vefatı nedeniyle 1973 yılında “Kırşehir” gazetesinde bir yazı kaleme aldığına göre bu tarihten sonra aramızdan ayrılmıştır. Rüştü Bey Kırşehir'e döndükten sonra bir gün Mithat Saylam Caddesi'nden geçerek evine gittiği sırada son yıllarda yıkılmış Kız Meslek Lisesi önünde haylaz çocukların yarıştırmak için olsa gerek Kale'den aşağıya fırlattıkları taşlardan birinin kulağına isabet etmesi sonucu işitme duyusunu kaybetmişti. Sonraki görüşmelerimizde bundan çok üzüntü duyduğunu söylerdi.

ÜÇYÜZELLİ YILLIK SOY KÜTÜĞÜ...

Geniş bir soy kütüğüne sahip olan Rüştü Yurdakul'un elimizdeki “Hayatımın Romanı ve Harp Hâtıralarım” adlı kitabı 144 sayfadan oluşuyor. Altmış yıl önce 1962 yılında basılmış. Dobra dobra konuşan ve çok dürüst bir insan olan Rüştü Bey'in hâtıralarında da bu mert ve sözünü dudaktan esirgemez karakterini görmek mümkündür. Kitabı bastıran yakını İstanbul'da fabrikatör H. Ali Rıza Ekinci son sayfasında resminin altına yazdığı teşekkür yazısında Rüştü Bey'in ilk ve son kitabı için şöyle diyor:

“Bugün ailemizin en yaşlısı olan sayın Rüştü Yurdakul amcamızın üçyüz yıllık aile kütüğümüzü uzun zamanlar sonunda meydana çıkarmasından ve bunu kitap halinde bizlere armağan etmesinden sevinç duymuş bulunuyorum. Kendisine teşekkürlerimi sunar, ulu Tanrı'dan sağlıklar ve daha uzun ömürler dilerim.”

Sade, fakat sürükleyici bir anlatımla kaleme aldığı kitabına “Öteden beri kimliğimi ve mensubu bulunduğum aile hakkında topladığım olayları, yaşamış olduğum yıllar boyunca bildik ve gördüklerimi yazmak, evlâtlarıma, torunlarıma bunları bildirmek, dolayısı ile Kırşehrimiz hakkında bilgi toplamak isterdim. Nedense bu arzumu gerçekleştirmekte ihmal gösterdim. Şimdi Tanrı'nın izni ile işe başlıyorum. Önce kendimi ve bağlı bulunduğum aileye ait kısmı geriye bırakarak Kırşehir hakkındaki notlarımı yazmayı uygun buldum” diyerek giren Rüştü Yurdakul'un kitabının başında yer alan Kırşehir'in tarihçesi de bayağı ilginçtir. İşte anlattıkları:

TEVRAT'TA GEÇEN KIR ŞEHRİ...

“Kırşehrimizin çok eski devirlerden kaldığı, ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz aydınlanamamıştır. Etiler'in, Hititler'in devirlerine ait kalıntılara rastlandığı için onların zamanında da var olduğu, hattâ Etiler'in bu şehre 'Akova Saravena', yani su şehri, Bizanslılar'ın 'Justiniapolis adını verdikleri tarihlerde görülmektedir.

“Bir zamanlar gençlik çağımda elime bir Tevrat kitabı geçmişti. Onda 'Ar şehrini, Kır şehrini geceleyin bastılar, halk damlar başına çıkıp feryat ettiler' diye okumuştum. Ar şehrini bilmiyorum, belki Aksaray olabilir. Fakat Kır şehrinin bizim şehrimiz olduğuna inanıyorum. (*)

“İdadî kâtibi Şemseddin Efendi Kırşehrine ait bir tarih yazmak istemiş, bu niyetini bir görüşmemiz sırasında bana söylemişti. Bu zatın ölümünden sonra kayınbiraderi Karafakıoğulları'ndan Maliye Gelir Müdürlüğü'nden emekli Ahmet Bey'in evinde görüşürken söz Şemseddin Efendi'ye geldi ve yazmış olduğu Kırşehir'e ait tarihin müsveddesini gösterdi, birlikte okuduk. Şemseddin Efendi bu eserinde Kırşehir'in gece basılması olayının Davut Peygamber zamanına rastladığını bildiriyordu. Bunu nereden anladığını bilmiyorum.

“Yine Kırşehrimiz hakkında Şemseddin Efendi'nin ağabeyi Dahiliye Nezâreti memurlarından Osman Hilmi Bey 'Nakşil Midat' adlı kitabında Kırşehir'in İstanbul'daki Bizans imparatorlarından Anastasyos tarafından Gülşehri olarak yeniden onarıldığını yazmıştır.”

KIRŞEHİR MUTASARRIFI ŞEHSUVAR BEY'İN GÖZLERİNE ŞAH BUDAK MİL ÇEKTİRMİŞTİ

“1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Kırşehri'nin de Türk topraklarına katıldığı, Selçuklular, İlhanlılar, Danişmendliler, Dulkadirliler, Ahi Çelebiler, Karamanoğulları ve daha bazı hükûmetler tarafından idare edildiği, 762 yılında Birinci Murad tarafından Ahılar'ın elinden alındığı, Şemseddin Sâmi'nin 'Kâmus'ül-Alâm' adlı eserinde de Dulkadiroğulları'ndan Şah Budak zamanında Kırşehri Mutasarrıfı Şehsuvar Bey'in gözlerine mil çekildiği (Bugün Kırşehir'in Özbağ bölgesinde Şehsuvar Değirmeni var), Timur'un Ankara Savaşı'na giderken ordusunu Kırşehri'nde istirahata çektiği sırada askerleri arasında çıkan ayaklanma yüzünden hırslanarak Karaman Beyi Alâeddin'i teşvikle Kırşehri'ni tahrip ve yağma ettirdiği, Hacı Bektaş Velâyetnâmesi'nde 'Ol zaman Kırşehri ulu bir şehr idi / Ortasından akan hem nehr idi / Onsekiz bin derler evi var idi / Burcu baru çevresi hisar idi' diye yazılı olduğuna bakılırsa Kırşehri'nin doksan bine yakın nüfuslu Konya'dan sonra İç Anadolu'nun ikinci büyük şehri ve bilginler yatağı olduğu, Âşık Paşa'lar, Ahi Evran'lar, Şeyh Süleyman Türkmânîler, İkinci Murad'a 'Kelile ve Dimne' adlı eseri Türkçeye çevirerek sunan Hoca Mes'ud, Ahmed Gülşehrîler gibi büyük bilginler yetiştirdiği ve Timur'un tahribatından sonra bir türlü gelişemediği anlaşılmaktadır.”

Devletimiz ve milletimiz için büyük görevler ifa eden Rüştü Yurdakul'u rahmet, minnet ve şükranla anmayı Kırşehirlilik borcu sayıyorum.

________________________

(*) Tevrat'ta geçen Kır şehri Rüştü Yurdakul'un dediği gibi bizim Kırşehir değil, İsrail topraklarında bulunan Lût Gölü'nün güneydoğusundaki tarihî Kir şehridir. Esasen böyle bir şey de mümkün değildir. Rüştü Bey'in Kır şehri ile birlikte gece baskına uğradığını söylediği Ar şehri ile ilgili olarak Tevrat'ın İşaya bölümü onbeşinci bâbında şu sözler yer alıyor: “Moab'ın yükü. Çünkü Moab'ın Ar şehri bir gecede virane oldu ve yok oldu. Ağlamak için Bayite ve Dibona yüksek yerlere çıktılar. Moab ve Nebo için ve Medeva için figân ediyor; bütün başların saçı yolundu, her sakal kesildi. Sokaklarında çul kuşanıyorlar; damları üzerinde ve meydanlarında herkes bol gözyaşı dökerek figân ediyor.” D. Y.