Ne zaman tarım konusu mevzubahis olsa tüylerim diken diken olur. Çünkü benim gençliğimin hamuru tarımla yoğrulmuş ve yaşamın tek dayanağı ve olmazsa olmazıdır. 
Tarım bir ülkenin yaşamını devam ettirmesinin tek unsurudur. Türk tarımının düştüğü durumdan kurtarılması, bu duruma düşürüldüğü süre kadar zaman gerekli, fakat ilgili kurumların bu işi ciddiye alarak çok sıkı ve ciddi çalışmasıyla belki zaman kısaltılabilir.
İltimas, ağa, dayı falan gözetmeksizin, kanunsa kanun, yasaysa yasa ivedilik olarak yürürlüğe konulması ülkenin yararına olacağını herkesin bilmesi ve inanması gerekir. Bunun başka mazereti ve bahanesi olamaz. 
Hükümetlerin asli görevlerinden en önemlisi, halkın geçim ve gıda teminini sağlamaktır. Tarım, hayvancılık ve ağır sanayi ile entegre beraber birbirini destekleyen kurumlardır. Tarım ağır sanayinin lokomotifi sayılır. Miras yoluyla her geçen gün parçalanan tarım arazilerinin önüne geçilmesi gerekir. Sarf edilen emeğinin karşılığını alamayan köylü, geçimini başka yollarda ararken, küçülen tarım arazileri meraya bırakılmışlıktan kurtarılmalı. Komşu tarlaların birleştirilerek kooperatifleşme olur veya başka bir çözüm mü olur, işlenmeyen tarlalar tekrar ekime açılmalı.
Çözüm olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin, yani Türk vatandaşının malı olan D.Ü.Ç (Devlet Üretme Çiftlikleri) kimlerin elinde ve kimlere peşkeş çekildi ise derhal geri dönüşü sağlanarak eski yapılarına kavuşturulmalı. Bu çiftliklerin bazılarında yatılı olarak okutulup teknik çiftçi yetiştiriliyordu. Ben de orta ve lise kısmını bu okullarda okudum. Fakat bu okullarda mezun olanlar, devletten üvey evlat muamelesi gördüklerini bizzat ben yasayarak öğrendim. Şehir Liselerinde okuyanlardan daha iyi tahsil görmemize rağmen yüksekokullara geçişin önü kapatılarak neye ve kime hizmet edildiğini yıllar geçmesine rağmen çözmüş değilim. 
Ziraat Fakültelerin bu okullarda talebe temini yapması gerekirdi. Maalesef politik oyunlarla önü kesildi. Benim ortaokul dönemimde yaz mevsimleri okulun mandırasında çalışırdım. Çiftliğin hatırladığım kadar 10 bin koyunu, bin kadar sağılan inek ve sayısını hatırlayamadığım kadar damızlık düveleri olurdu. Günlük 3 veya 4 ton kadar süt gelir, yoğurt ve peynir yapılır ve satış yeri Aksaray’da satışa sunulurdu. 
Şimdi batık diyeceğim bir durumda, zamanım oldukça orasını ziyaret ederim. Fakat benim bıraktığım çiftliğin yerinde yeller esiyor. Büyük kümesler vardı her hafta uçaklar gelir düzgün tarlalara iner. Ankara’ya yumurta götürürdü. Kiraz, armut ve vişne bahçeleri vardı, hatırladığım kadarıyla yabancı bir firma gelir talebelerin topladığı vişne ve kirazları ambalajlar ve tırlarla götürürlerdi. Muhtemelen ihraç ediliyordu. 
Bugün Ceylanpınar, Kırşehir sınırları içerisinde bulunan Malya, Polatlı gibi geniş arazilere sahip olan çiftliklerden hariç 34 tane üretime hazır çiftlikler var. Bunlar Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin kalkınması için şart olan tarıma inandıklarından o günlerin fedakâr ve vatansever devlet adamlarının, Atatürk’ün önderliği ile faaliyete geçirdikleri kuruluşlardı. 
Bizler ne yaptık? 
Atatürk’ün bizzat traktörle tarla sürdüğü çiftliğe, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşamasını istemeyen coniye hibe ettik. Şimdiki bakanlık yapan ve bürokratlar, Gazi Orman Çiftliği’nin pastörize sütünün tadını bilmezler. Bataklık bir araziyi Atatürk kısa ömrüne rağmen ne hale getirmiş, biz ne hale getirdik ve şimdi “tarım niye battı?” diye birbirimizi suçluyoruz. 
Kusura bakmayın, gelmiş geçmiş  bütün hükümetler ve şimdiki 19 senelik tek parti iktidarıyla beraber halk olarak hepimiz suçluyuz. 
Kurtuluş, örgütlenmek ve kooperatifleri desteklemek ve teşvik etmek, aynı zamanda bilhassa kent belediyelerin soğuk hava depoları inşa ederek üreticinin malına alım garantisi vererek, tefecilerin ve aracıların tuzağında kurtarmak. Bu işin nasıl olacağını ve kabzımalların çiftçiyi nasıl soyduğunu, eski futbolcu ve hakemlik, sonra da kabzımallık yapan Erman Toroğlu çok güzel açıklıyor. 
Şimdi ölen çiftçinin mezarını kazmak AK Parti iktidarına kaldı. Yerel seçimi, genel seçim havasına sokan ve T.C.’nin bekasıymış gibi hava yaratan hükümetin zamanı ve imkânları henüz bitmiş değil, bekleyip görmek lazım.