Yazıyı suyun yüzüne yazdığım için, hem kalıcı değil. Hem de okunucu değil. 
Bu yazıyı okumayabilirsiniz. Kurtuluş Savaşına gidelim. Savaşımızın askerleri kimlerdi? Komutanları kimlerdi? Köylü nüfus yüzde seksendi. Açıkça savaşan erleri çavuşları, onbaşıları köylü gençlerdi. Komutanları da ordusu dağılmış, Osmanlının üst düzey komutanlarıydı. Askerlerimizin bir kısmını Arabistan çöllerinde sıcaklardan ve susuzluktan, bir kısmını Sarıkamış’ta amansız kış ve soğuktan, bir kısmını Çanakkale’de tüm dünyanın saldırılarında kaybettik.
Egemizin Yunanlılar tarafından, Akdeniz bölgesinin İtalyanlar tarafından, Güneydoğu’nun Fransızlar tarafından, Doğu Anadolu’nun Ermeniler tarafından, Karadeniz’in Rumlar tarafından, İstanbul’un müttefik devletler tarafından işgal edildiğini bilmiyorsanız lütfen Türkiye Cumhuriyeti tarihini özümseyerek okuyun.
Sevgili Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışını, Amasya tamimini ve bu tamimin ruhunu, Erzurum kongresi, Sivas kongresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisini Ankara’da açmasını ve Meclisin gücü ve otoritesi ve yeniden bir ordu kurulmasını, Yunanlıların Polatlı’ya kadar geldiklerini ve Anadolu’yu tümden ele geçirmek üzere olduklarını, lütfen bir kere daha okuyun. Yeni kurulan ordunun düşmanlarla savaşımının yanında Anadolu’nun muhtelif yerlerinde irili ufaklı isyanları ve bu isyancılarla verilen savaşımı lütfen okuyun. Özümseyerek okuyun. Damat Ferit ve DÜRZÜZADENİN fetvalarını lütfen okuyun.
Misakı Milli sınırlarımızdan doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm yurttan düşmanı kovduğumuz biliyorsunuz. Bilmeyenler lütfen bir kere daha okusun. Özümseyerek okusun. Bu savaşı da Anadolu gençliğinin on binlercesinin şehit edildiğini, on binlercesinin gazi edildiğini ve yüz binlerce anaların babaların, kadınların kızların, çocukların yetim, sakat ve dul kaldıklarını okusun. 
“Ne var bun da” demeyin. Mustafa Kemal’in ve arkadaşlarının kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİMİZ DEVLETİMİZİDE geldiğimiz bu günlerde milyonlarca vatandaşımızın işsizlikle kıvrandığını, binlercesinin asgari ücrete mahkûm olduğu, şöyle böyle geçim sıkıntısı içinde yaşayan on binlerce memurumuzun küçük esnafımızın, zor koşullarda can çekişen çiftçimizin, köylümüzün, dul ve yetimimizin olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bakın nefesimizden sıçrayan bir zerrecik suyun, hem ülkemizde hem de tüm dünyada nasıl büyük ölümler getirdiğini, nasıl büyük kapanmalara neden olduğunu bizzat yaşıyoruz. Yani senin malının, paranın, hazinenin hiçbir kıymeti yok. Bu durumu herkes anladı değil mi?
İşte suyun yüzüne yazmak istediğim yazı şudur. Şehitlerimiz olsun, Gazilerimiz olsun, savaşın tüm acılarını yokluklarını, sefaletini yaşamış sevgili halkım ve onların bu ülke için yaptıkları fedakârlıkları, 2021 yıl geldiğinde kimilerinin krallar gibi yaşaması ve kimilerin sersefil yaşaması, Allah’tan gelen bir emir değildir.
Bakın şu sözüme dikkat edin. Bu ülkede bir, iki, üç, dört hatta beş ayrı kurumdan maaş alanlar var. İki yüz elli bin dolar huzur hakkı, üyelerinin 100 bin dolar huzur hakkı alanlar var. Ben hesapladım. Bu şirketten huzur hakkı alan beş kişinin aldıkları paralar, tam bir milyon sekiz yüz bin kişiye, ayda üç bin lira vermeye yetiyor. Elliye yakın şirket ve bu şirketlerde başkanlar ve yönetim kurulu üyeleri var Başkanları 50 bin, yönetim kurulu üyeleri 40 bin, lira maaş alanlar var. Rektör olanlar, dekan olanlar var. Yardımcıları var. Maaşları 30 bin, yardımcıları 25 bin maaş alanlar var. Ordunun, emniyetin üst düzey yöneticileri var. Sınıflamayı boş verin. Aylığı on bin lira ve 10 bin liradan çok maaş alanlar var. Sendika başkanları var, Vakıf başkanları var. Oda başkanları var. Spor kulüpleri başkanları var. Oyuncularına dağıttıkları paralar var. Milletvekilleri, bakanlar var.
İstisnasız herkes bir dönem fedakârlık yapmalı. Geçici bir süreliğine herkes 10 bin liradan fazla aldıkları paraları bir havuzda toplayalım. İşsizlerimiz başta olmak üzere, işçilere,
memurlara, dul ve yetimler eşit şekilde dağıtalım. Denge sağlandıktan sonra, bir daha adaletsizliğe düşmeyelim. 
Sıkıntıların temelinde ne var biliyor musunuz? Ülkenin parasını adaletli dağıtmadığımız var. Bu yazıyı suyun üstüne yazdım. Kimse okuyamayacak ve duymayacak ve bu çağrıma uymayacak. Olsun. Bu bir öneridir. Benim önerimdir.