Çocukluk ve öğrencilik yıllarımızda tek katlı müstakil evlerden oluşan Kırşehir'de zengini, fakiri, okumuşu, okumamışı aynı mahallede, aynı sokakta aynı şartlarda yaşarlardı.
Her evin bahçesi ve bahçelerinde ağaçları, gülleri, çiçekleri vardı. İlkbaharla birlikte bahçeler bellenir, sebzeler ekilirdi. Cıvıl cıvıldı Kırşehir sokakları. Her aileye mensup çocuklar hiç bir ayrımcılığa girmeden birlikte oynarlar, birlikte yer, birlikte içerlerdi, ellerinde ki yarım ekmeği paylaşırlardı. Kadınlarımız hangi evin önünde kalabalık varsa o evin önüne minder atarak hem el işi yaparlar, hem de muhabbet ederlerdi.
Bir evin çocuğu tüm sokağın çocuğuydu. Herkes birbirinin çocuğuna sahip çıkardı. Olur ya işi gereği annesi çarşıda, pazarda olup, sokakta kalan çocuk olursa yan taraftaki komşu evine alır, karnını doyurur ve çocuk annesi gelene kadar komşusunun evinde ders çalışırdı. Sokak sakinleri düğünlerde, cenazelerde, iyi günde, kötü günde beraber olurlardı. Akşam herkes evine çekildiğinde aileler hep birlikte yer sofralarında yemeklerini yer, yemek sonrası birlikte sohbet edilir, çocuklar kendi aralarında değişik oyunlar oynardı.
Kısaca çocukluğumuzun Kırşehir'inde insanlar arasında birlik, beraberlik, samimiyet vardı, ayrışma yoktu.
Her şer televizyonla başladı. Bizi birleştirir sandık ama ayrıştırdı. Önce birilerinin sonra herkesin televizyonu oldu. Daha sonra her odaya girdi televizyonlar. Dizi severler başka odada, futbol severler başka odada. Tamamen birbirimizden ayrıştık ve koptuk. Ne olacak böyle derken bilgisayarlar girdi hayatımıza. Çocuklar odalarına kapandı, ardından yüksek hızlı internet girdi cep telefonları hepimizi ele geçirdi, büyülendik yediden yetmişe.
Teknoloji güzel ama bir sorun var hani bu iletişim çağı sınırları kaldıracak ve bizi kavuşturacaktı. Doğru dünyanın bir ucuyla görüntülü veya sesli görüşebiliyoruz ancak yemek sofrasında aynı odadayken, uykuda aynı yatakta birlikteyken birbirimizden koptuk, konuşmaz olduk, Türkçe'mize ihanet ederek ve sesli harfleri unutarak kısa mesajlar yazar olduk, mektup yazmayı unuttuk.
Kelimeler tamamen gitti elden. Sosyal medyadan eski arkadaşlarımızı bulduk, ama hiç çay ve kahve içerek sohbetin tadına ulaştık mı?
Maalesef teknoloji bize hizmet edecek derken, biz onun esiri, o bizim efendimiz oldu.
Cıvıl cıvıl olan Kırşehir sokaklarında teknolojinin sayesinde oyun oynayan çocuklar, kapı önlerinde oturan kadınlar, elinde file ile akşam evine gelen babalar, akşam sohbetleri, birlikte yenilen yemekler, evlerde oynanan tarihi karıştı.
Bizler insanların ayrışması konusunda suçu teknolojiye bulurken baktı ki Kırşehir'de bazı meslek sahipleri ayrışarak kendi adlarına siteler oluşturup, aynı sokakta çocuklukları geçen dar gelirli veya düşük tahsilli insanlara selam vermez oldular, tanımadılar.
Bu nedir böyle, insanlık, adamlık, komşuluk tahsile, maddi duruma göre mi oluyormuş ? derken bu kez de karşımıza Kırşehir'deki okullarda nereden nereye geldiğini unutan okul müdürlerinin ilk okulda öğrencileri velilerinin mesleklerine ve maddi durumuna göre ayrıştırarak sınıflar oluşturduklarına, zenginin, doktorun, avukatın, mühendisin çocuklarını bir sınıfta, fakirin, köylünün, kapıcının, işçinin çocuklarını bir sınıfta topladıklarına şahit olmaya başladık. Hatta bu ayrıştırma işi o kadar ileri boyutlara gitti ki eline mikrofonu alan okul müdürleri daha ileride giderek elli metre mesafede bulunan okulu gösterip "Baban da, annen de karşı okulda çalışsa, ağabeyin de, ablan da karşı okulda öğrenci olsa o okula gitmeyeceksin" gibi ayrıştıran, düşmanca ve kindar konuşmalar yapma basitliğini gösterdiler.
Türk Eğitimine katkıda bulunması, eşitliği, adaleti öğretmesi gereken okullarda ne acıdır ki müdürler birbirlerine düşman olmuş gibi nefret ve kinle baktılar, konuşmadılar, selam vermediler.
Kırşehir bir zamanlar eğitimde Türkiye'de marka şehir olup, birincilikler kazanırken şimdi on dördüncülüğe düştüğünü yerel gazeteler yazmaktadır. Bu konuyu okulları, okullarda görev yapan müdürleri, idarecileri, öğretmenleri ileride ki haftalarda da gündeme getirmek gerek.
Eğer okul idarecileri ve müdürleri okullarda öğrencileri ayrıştırmayla, hizmetliyle, memurla uğraştıkları kadar rapor alan öğretmenlerle, derse girdiği zaman öylesine ders anlatan öğretmenlerle, boş geçen derslerle, zamanını okuldan çok yaptığı ek iş yerinde geçiren öğretmenlerle uğraşsalar Kırşehir eğitimde marka olmaya devam ederdi.
Dediğim gibi bu konu ileriki haftalarda gündeme getirilmesi gereken konu olup, en kısa sürede gündeme getireceğimi belirtiyorum.
Evet, insanların ayrışmasında, birbirleriyle bağının kopmasında her zaman teknolojiyi suç unsuru gördük ama işin içini irdelediğimiz zaman suçun sadece teknoloji de değil kendisini Kaf Dağında gören, ulaşılmaz, kibirli insanlarında teknoloji kadar suçlu olduklarını gördük.
Yazımı çok sevdiğim ve zaman, zaman bu köşede yazdığım yıllar önce köyün birinde yaşanmış bir olayla bitirmek istiyorum.
Muhtarlık seçiminde dördüncü yedek aza seçilen adamın karısı köy çeşmesine su doldurmaya gider ve çeşme önünde sıra bekleyen kalabalığa aldırış etmeden herkesin önüne geçer, bu sırada arka taraftan bir kadın "Emine herkes sıra beklerken sen niye ön tarafa geçiyorsun, arka tarafa geçip, sıraya girsene” der, Emine de “Kız Hatice köyün kokmuş karısı, muhtarlık seçiminde benim kocam muhtarın dördüncü yedek azası seçildi, hiç dördüncü yedek azanın karısı çeşmede sıra bekler mi?” der.
Demek ki suç sadece teknolojide değil.