“SÖZ MİLLETİN” DİYEN SÖZDE DEMOKRASİ HAVARİLERİNİN “İSTİBDAT” TARZI YÖNETİMİ… (2)

Giderek Demokrat Parti teşkilatı içinde rahatsızlıklar doruğuna çıkmış, partiden uzaklaştırmalar başlamış, kabinede de anlaşmazlıkların çıkması sonucu 1955’te Demokrat Parti içinde çözülmeler başlamış, Fuat Köprülü Dışişleri Bakanlığından ayrılmış, bunu “kanıt hakkının tanınmasını” savunan milletvekillerinin istifaları takip etmiş, Adnan Menderes benzer rahatsızlıkların meclis gurubunda da ortaya çıkması üzerine, kabinede değişikliklere giderek, bir çok bakanını istemeye istemeye feda etmek zorunda kalmıştır.

Fuat Köprülü; Hükümet’in adlî makamlar üzerinde baskı oluşturmaya çalıştığını belirterek "6-7 Eylül 1955 Olayları" dolayısıyla mahkemeye verilmiş olanların tamamının beraat ettirilmesini istemiş, olayların sorumlularının ortaya çıkarılıp cezalandırılmamasını eleştirmiş, Osman Bölükbaşı’nın tutuklanması hadisesine de karşı çıkmış, tüm benzer sebeplerle Adnan Menderes ve Demokrat Parti ile arası açılmış, giderek de yolları tamamen ayrılmıştır.

Basın özgürlüğünün ciddi tehditler yaşadığı bu dönemde Hüseyin Cahit Yalçın ( 83 yaşında) gazeteciler tutuklanmış, basın üzerinde de baskılar artmıştır. TBMM’de muhalefetin soru önergesi üzerine dönemin Adalet Bakanı Esat Budakoğlu 1954-1958 yılları arasında 238 gazetecinin hükümete karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm olduğunu açıklıyordu.

Demokrat Parti’nin baskıcı yönetimi, muhalefet partilerinde “ittifak” ve hatta “birleşme” eğilimlerini artırırken CHP ve Hürriyet Partisi'nin birleşme çabası karşısında Demokrat Partliler 1957 seçimlerinden önce seçim Yasası’nı değiştirerek “partilerin ittifak yapmasını önleyen maddeler” ekliyordu. Öyle ki o Demokrat Parti’den istifa eden Fuad Köprülü'nün başka bir partiden milletvekili seçilmesini engellemek için, “partisinden istifa eden bir kişinin 6 ay geçmeden bir başka partiden milletvekili olamayacağı” şeklinde bir madde konuyor Basın bu maddeye "Köprülü Maddesi” diyordu.

Adnan Menderes;12 Ekim 1958’de muhalefeti ve de özellikle CHP’yi, “şer ve düşmanlık cephesi” olarak görüp, muhalefete karşı “Vatan Cephesi’ni yaratma gibi tehlikeli bir cepheleşmenin ve ülkeyi düşmanca kamplaştırmanın fitilini de ateşliyordu.

Dönemi yaşayanlar; özellikle köylerde DP ve CHP‘lilerin gittikleri kahveleri ayırdıkları, aynı camilere gitmedikleri ve çocuklarını evlendirmedikleri Vatan Cephesi'nin yalnız DP’lilere değil bütün vatandaşlara açık olduğunun ilan edildiği radyodan yapılan yayınlarda, her haber saati öncesinde bu cepheye katılan vatandaşların isimlerinin okunduğu, birçok kişinin adının kendisinin bile haberi olmadan “Vatan Cephesine katılanlar arasında” açıklandığı, hatta vefat etmiş insanların ya da çocukların da “Vatan Cephesi”ne kayıtlarının yapıldığını anlatırlar.

Hükümet yaygın kampanyalarla, “Vatan Cephesi” oluşumunu daha da yaygınlaştırarak muhalefeti sindirmek amacıyla; “Vatan Cephesini destekleyenlere ödül” vaat edilirken, “desteklemeyenlere de ceza” tehditleri savrulur.

Dönemi yaşayan ya da araştıranların hemen hemen büyük çoğunluğu, Adnan Menderes’in hatalarının en büyüğü ve en önemlisi olarak, “Vatan Cephesi” uygulamasını gösterir.

Esasen “Vatan Cephesi” oluşturmak;1958 yılının 12 Ekim’inde başlatılan, Demokrat Parti taraftarlarınca da çığ gibi büyütülen bir cepheleşme, hasımlaşma hareketidir.

Ülkenin en ücra köşelerine kadar “Vatan Cephesi Ocakları” açılmış ve onlara kayıtlar yapılmış, “Vatan Cephesi”ne kaydolanların isimleri de devletin radyosunda her gün saatlerce süren yayınlarda okunmuştur.

Dönemin iktidarın “Vatan Cephesi” girişiminin, Demokrat Parti iktidarının 27 Mayıs darbesi'ne gidiş sürecinde Kırşehir’i siyasal tercihlerinden dolayı cezalandıran bir anlayışın ülke çapında büyük bir yansıması olduğu söylenebilir.

İktidarın tüm gücünü elinde bulunduran Demokrat Parti’nin “Vatan Cephesi” girişimi ile, muhaliflerine karşı eşit şartlarda demokratik bir mücadele verdiği iddia edilemez.

14 Ekim 1960'ta başlayıp 5 Eylül 1961'te biten Yassıada Yargılamaları'nda Vatan Cephesi Davası'nda, Demokrat Parti'nin önde gelenlerinden 22 kişi, "Vatan Cephesi'ni kurarak, bu örgütü bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde tahakkümü için araç olarak kullanmak" suçlamasıyla yargılanmışlardır. Aralarında Celâl Bayar ve Adnan Menderes'in de bulunduğu 19 sanık mahkûm olmuş, 3 sanık ise beraat etmiştir.

DEVLET’İN TÜM İMKÂNLARINI KULLANMIŞ, ALEYHTE YAYIN YAPAN BASIN SUSTURULMUŞTUR.

İktidar bu dönemde başta radyo olmak üzere Devlet’in tüm imkânlarını kullanmış, aleyhte yayın yapan basın susturulmuştur.

1951’de resmi ilanlar kararnamesi” çıkarttırarak “gazeteleri hükümetin takdirine göre ödüllendirmek ya da cezalandırmak” gibi bir keyfiyete yasal kılıf uydurmuş, 1954 seçimleri öncesinde de Basın Kanunu gözden geçirilerek, ispat hakkı tanınmaksızın basına karşı hükümetin konumu güçlendirilmiştir.

İSMET İNÖNÜ’YE SALDIRILAR

İsmet İnönü’nün yaptığı yurt gezilerinde Uşak’ta, İzmir’de ve İstanbul Topkapı’da saldırıya uğraması, partisine yapılan baskılarla düzenledikleri mitinglerin engellenmesi ülke genelinde gerilimleri artırmakla kalmamış aynı zamanda toplum içinde kamplaşmayı teşvik edici bir mahiyet kazanmıştır.

Dönemin Akbaba Dergisi’nde, “Bir Taş-Bir Baş” başlıklı bir yazı kaleme alan Yusuf Ziya Ortaç, İnönü’nün Uşak’ta taşlanmasıyla ilgili olarak şöyle yazacaktı:

“Uşak’ta İnönü’nün başına bir de taş atıldı. Bu baş daha dün,

Garp Cephesi Ordularının başıydı. Taşlandığı yer de, Yunan

Kumandanını esir alan baştı!"

Meydanlardaki gerilim, TBMM oturumlarına kadar sirayet etmiş, hükümet ve muhalefet arasında gerginlik alabildiğine körüklenmiştir.

"TAHKİKAT KOMİSYONU”

"CHP’nin Seçim Dışı Yollarla İktidara Gelmek İçin Hücre Örgütü Kurduğu, Silahlandığı Ve İsyana Hazırlandığı" İleri Sürülen Önerge İle Oluşan "Komisyon"

Toplumu ve ülkeyi bu denli germe 1960’a doğru daha da sertleşmiş, Demokrat Parti Meclis Grubu yayınladığı bildiride “CHP’nin ülkedeki bütün yıkıcı gurupları çevresinde topladığı, halkı Orduyu iktidara karsı ayaklanmaya kışkırttığını” iddia eder boyutlara taşımakla kalmamış, bu bildiriden hemen sonra, TBMM Başkanlığı’na muhalefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge verilmiş ve bu önerge Mecliste büyük bir çoğunlukla kabul edilmiş, "Tahkikat Komisyonu” oluşturulması ve bu “komisyon” marifetiyle “üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerinin sıkı takibi” öngörülmüştür

"CHP’nin seçim dışı yollarla iktidara gelmek için hücre örgütü kurduğu, silahlandığı ve isyana hazırlandığı" ileri sürülen önerge ile oluşan "komisyon" iki parti arasında, az da olsa var olan irtibatı tümden ortadan kaldırıyordu.

İşte İsmet İnönü’nün Meclis görüşmeleri sırasında ”… Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam.” Şeklindeki meşhur uyarısı bu şartlar altında dillendirilir.

O dönemde İnönü’nün bu sözleri sansür edilerek ve basına yansıtılmamıştır, zira “Tahkikat Komisyonu” marifetiyle hemen her türlü siyasal faaliyetin yanı sıra, kuruluşuna ilişkin Meclis görüşmelerinin yayını dâhil kendi çalışmasıyla ilgili haber ve yorumları da yasaklamıştı.

İktidarın kendisine karşı gelişecek her türlü muhalefeti ceza ve yaptırımla üstelikte bunu siyasi nüfusunu kullanarak bir hükmettiği bir "komisyon marifetiyle" yapmaya kalkışmasına yol veren Kanunun kabulünün hemen ertesi günü İstanbul’da ilk büyük öğrenci gösterisi, Ankara’ya da ,yayılıyor, Hükümet, iki yerde de sıkıyönetim ilan ediyordu. Böylesine gergin bir ortamda Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Mili Savunma Bakanı Ethem Menderes’e gönderdiği bir mektupta; “Cumhurbaşkanın istifası, Hükümetin değişmesi, antidemokratik kanunların kaldırılması, siyasal suçların affını” tavsiye ederken, bunu Harp Okulu Öğrencileri’nin, Hükümet aleyhine yürüyüşü takip ediyordu.

25 Mayıs’ta Meclis, muhalefetin seçim kanununu değiştirecek önergesini gündeme aldıktan bir ay sonra aylık tatile sokulduğunda ,“halkın sesini duyuracak tek yer olan Meclisin kapatılmasından” dolayı muhalefet Hükümeti suçluyor, böylesi bir gerginlik içinde 27 Mayıs sabahı Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in 04.30’da Radyoda yaptığı konuşma ile askeri müdahale başlamış oluyordu.

ÂŞIK VEYSEL: “MANASIZ MANTIKSIZ VATAN CEPHESİ

VATAN MİLLETİNDİR BU NEYİN NESİ”

“Vatan Cephesi”nin vardığı boyuta ilginç bir örnek de, dönemin Halk Ozanı Âşık Veysel’in “Vatan Cephesi”ni kasteden şiiridir.

Aşık Veysel’in oğlu Bahri Şatıroğlu’nun anlatımlarına göre, dönemin Vali’si, Veysel’in “Vatan Cephesi”ne kaydolmasını, partiye (Demokrat Parti kastediliyor) geçmesi için çok gelip gider. Veysel bu teklifi kabul etmez. Âşık Veysel‘in “belletmenlik” yaptığı Pamukpınar (Yıldızeli) Köy Enstitüsü ile ilgili bir olaydan sonra iyice canı sıkılır. Karlı, tipili bir kış günü Pamukpınar‘dan geçerken yetkililer, Veysel’i içeri dahi almazlar. Bu duruma çok üzülen Veysel artık iyiden iyiye iktidarın karşısında yer alır ve şu şiiri söyler:

Demokrasinin budur rejimi
Vatan milletindir, kim kovar kimi
Sıkma savcıları, kovma hâkimi
Şekavet yok, adalet var bu yolda

Radyo denilen milletin malı
Neşriyatlar tarafsızca olmalı
Hakimiyet milletindir bilmeli
Esaret yok, hep millet var bu yolda

Manasız mantıksız Vatan Cephesi
Vatan milletindir bu neyin nesi
Maksat Menderes’in seçim dalgası
Menderes yok, memleket var bu yolda

(DEVAMI VAR)