Aşık ve ozan kültürünü Anadolu’ya taşıyan göçebe topluluğunun beraber getirdiği muhabbet ve eğlence guruplarının pek çok temsilcisi var. Şiirleriyle ve deyişleriyle halk arasında abileştirilen, belki yıllar boyunca zevkle dinleyeceğimiz eserler bırakmışlar, Allah onlardan razı olsun ruhlarına okunan Fatihalar, Tanrının huzurunda kendilerine ulaşır.
Şiir yazmak bir meziyet ve hak vergisi. Herkes şiir yazamaz, hele bunu bir müzik aletiyle ahenkli bir şekilde dile getirmek, çok büyük bir yetenek ve beceri ister. Sanatın bütün dalları yetenek ister ama sanatkârlar genellik de duygusal insanlardır. Atatürk çok güzel söylemiş, herkes her şey olabilir fakat sanatkar olamaz, sanatkârlık özel bir yetenektir.
Kalplerimizde taht kuran ölümsüz usta Aşık Veysel, Pir Sultan abdal gibi ozanların şiirlerini zevkle okuyoruz. Hele bir ozanın, yedi yaşına kadar gördüğü dünyayı ömrü boyunca, mısralara dökerek sazlı anlatmayla bitiremediği özlemlerini, tarife kelimeler yetersiz kalır.
“Benim sadık yârim kara topraktır” derken, kimseye sitem etmiyor, belki kendisine küskün yaratmak istemiyordu. Aşıklar ve ozanların haykırışlarında her kez kendi derdine bir yer bulur.
Neşet Ertaş ve Mahsuni Şerif’in bizlere bıraktıkları eserler belki binlerce yıl dinleyeceğimiz eserlerdir. Kadife gibi altın bir sesle, dost elinde gel olmayınca varılmaz derken, başkasını kırıp incitmemek için ne kadar hassas davrandığını görmek mümkün.
Neşet Ertaş’ı ben oynadığı günlerde gördüm. Ali Çekiç saz eşliğinde düğünlerde gösteri düzenlerdi. Onunla ilk tanışmam askerliği sırasında İzmir Narlıdere’de gördüm. Avrupa’ya tedavi için geldiğinde aynı mekânda uzun uzun sohbetimiz oldu. Bildiğim kadarıyla ilk yıllarda keman çalıyordu veya öğrenmeye çalışıyordu, ama yetiştiği toplumda müzik aleti çalmayan pek bulunmaz. Zamanla saz çalmaya başlamış, iyi ki başlamış. Çok mütevazı hoşgörülü, yarım ekmeğini paylaşır, tokun yanında tok açın yanında aç olmasını bilir ve sabırlıydı.
Aşık Mahsuni ona hayran ve ayrı bir saygı duyardı, kendisinde bizzat dinlemiştim. Aynı eğlence mekânlarında çalışmaları oldu, sohbetlerinde birkaç sefer bende bulundum. Mahsuni biraz maddiyatçı, Neşet maddiyata pek önem vermeyen bir yapıya sahipti.
Mahsuni haksızlığa ve soyguna, “Yuh yuh, Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana”, “İşte gidiyorum Çeşm-i siyahım” derken isyan ederken, Neşet daha çok gönüllere ve sevdalıların özlemini dile getiren türkülerle halkın kalbine yerleşmiştir.
Neşet Kırşehir’de fazla kalmadı, Yozgat’tan Kırşehir’e gelince Bağbaşı Mahallesine yerleştiler ve babası da burada vefat etti. Bağbaşı Mahallesi Abdalların yerleşim yeri ve burada unutamayacağımız usta saz sanatçıları yetişti. Ali Çekiç, Neşet Ertas, Bektaş ve Ali Çekiç’in oğullarından Aydın gibi saz sanatçılarının yetiştiği membaı, bilinçsiz ve ileriyi göremeyen idareciler tarafında kuruttuk. Kalanların büyük bir kısmı İzmir ve Adana gibi büyük şehirlere gittiler. İzmir’e gidenlere Neşet’in çok yardımlarının olduğunu duydum, kendisi paylaşmayı ve yardım etmeyi seven kimseydi. Onun sırtında para kazanıp köse olanlara rağmen, kendisi bayağı maddi sıkıntı çekti. Bazı sanat sevdalılarının yardımıyla bilhassa Erol Parlak’ın yardımıyla telif hakki kazandı da ömrünün son zamanlarında biraz rahat etti.
Onun adını marka olarak kullanan pek çok uyanıklar işyerinin kapısına isim yazarak kendi reklamını yapmaya çalışırken, ustanın yoksulluk ve sefalet içinde ömrünü tamamlarken kimsenin nazarı dikkatini çekmemiş.