Kırşehir’de hemşehrilerim bilirler, eskiden eşek sayısı çoktu. Bunlar yük taşımacılığında kullanılır, bağa bostana gidiler, tarlaya gidilir.

Kırşehir’de hemşehrilerim bilirler, eskiden eşek sayısı çoktu. Bunlar yük taşımacılığında kullanılır, bağa bostana gidiler, tarlaya gidilir. Çarşıya pazara gidilir. Tabi yıllar önce bugünkü gibi otomobiller yoktu. Eşekler bir nevi vasıta aracı olarak kullanılırdı. Hatta hanlar olurdu, vatandaş gelir bu hanlara eşeklerini bağlardı. Kırşehir’de de benim bildiğim birkaç har vardı.
Eşekler katılar kadar inat olmasa da bazen çok inat ederler, sırtları sahibinin imballamasıyla yara bere olurdu. Eşekler hayvan pazarlarında da satılırdı. Kocayınca da pazara bırakılır giderdi. Tabi boşta kalan eşekler ve sıpalar küçük çocukların oyuncağı gibi olurdu.
Eşek trampasından çok para kazanmıştı. Yağır ve ayakta duramayacak kadar hasta eşekleri süsleyerek, pazaryerinde enayi gördüğü insanlara dilbazlık yaparak kakalar, yoldan gelirken de yaptığı işin marifetine aldanarak gülerdi.
Artık öyle zayıf, çelimsiz, cılız eşek bulamıyordu. Fikir yormaya başladı. Düzensiz düşüncelere daldı. Elleri arkasında volta vurarak geziniyordu. Aklı ahırındaki ruam hastalığına yakalanmış atındaydı. Zevkten dört köşe olmaya başladı. “Neden olmasın?” diyerek mırıldandı.
Artık at cambazlığına başlayacaktı. Eşek trampasından çok para kazanmıştı. Evine giderken mahallenin şerir insanları ile karşılaştı. Adamlar kocaman bir daire çizmişler çelik-çomak oyunu oynuyorlardı. Kim yenerse, yenik düşene okkalı bir zukka vuruyordu. Bazıları da zukkanın acısından korkarak karşılığında para veriyordu. Bu da bir nevi cambazlıktı.
Bir müddet oyun oynayan adamları seyretti. Bu iş çok hoşuna gitmişti. Adamlar bu işte öyle kaşarlanmışlardı ki, ellerindeki değnekleri keven dikeninden ütmüşler bir kehribar gibi kızartmışlardı. Çelik dedikleri ağaçta çok sağlamdı. Öyle kolay kolay kırılmazdı.
Çömelerek yere oturdu. Adamları seyrediyordu. Bu iş çok hoşuna gitti. Kalkarak evinin yolunun tuttu. Bir değnekte kendisi getirmeli idi. Bütün odaları aradı. Samanlığın kenarında içerisini biraz kurt yemiş ağaç buldu. Bununla çelikleri çelecek, kazandığı anda adamlara ya zukka vuracak, ya da eşek trampasından kazandığı gibi paralar kazanarak hazır lüpe konacaktı.
Namı diğer Deli Osman'la eşleşti. Birlikte çelik oynayacaklar, kazanan kişi karşı tarafı cezalandıracaktı. Deli Osman böyle oyunlarda iyice pişmiş, kaşarlanmış, ne yaptığını bilen birisi idi. Ensesi ve boynu ellerinin arasına gelmiyordu. Sabahları zeybek bezirinden elde edilen çığırtmayı yedikçe boynu kalınlaşmış, gözlerinin üzeri etlenmiş, lo taşına dönmüştü. Yenilen taraftan şimdiye kadar elinden hiç kimse kaçamamış, cezalandırdığı insanlar, doktora gitmeye utanarak kırık-çıkıkçıya gitmişlerdi. Yılan gibi sürünenler oluyordu.
Trampacı ile Deli Osman, karşılıklı tokalaşarak çelik-çomak oyununa başladılar. Trampacının ilk çelişte çürük olan değneği kalın ve kısa olan çeliğe dayanamayarak ortadan ikiye bölündü. Seyredenler arasında Deli Osman'dan hoşlanmayan insanlardan bir tanesi kendi değneğini uzattı.
Trampacı “Haydi bire!” diyerek değneği çeliğe salladı. Ancak ıskalamıştı. Bir zukka yemeyi hak etmişti.
İkinci defa yine sopayı salladı. Yine tutturamadı. Halk arasında “LOS” denilen olay meydana gelmişti. Bir üçüncüyü denedi. O zaman da vurduğu çelik çok kısa düştü. Trampacının o an işi bitmiş, sıra Deli Osman'a gelmişti.
Deli Osman'ın deneği elma ağacındandı. Gerildi. Çeliği yukarı attı olanca gücü ile vurdu. Çelik çoktan gözden kaybolmuş, komşularının avlu duvarının içerisine düşmüştü.
Deli Osman bir zukka vurma hakkı kazandı.
İkinci vuruşa gelindi. Deli Osman tekrar gerilerek elindeki değnekle mevcut çeliğe hızlıca vurdu. Çelik ikiye bölünerek havadan süzülüp çok uzaklara gitti. İkinci zukka vurma hakkını da kazanmıştı. Üçüncü vuruşa geldiğinde, trampacı gezinmeye başladı. Hiç iyi niyet taşımıyordu. Deli Osman çeliğe vuracağı sırada, arkasına saklanmış, fertiği çekerek gizlice sıvışmaya çalışıyordu.
Deli Osman oldukça kurnaz birisiydi. Çeliği havaya atar atmaz, değneği çekmeden trampacının peşine düştü. Son zukkayı vurmasa da olurdu. Trampacıyı evlerine kadar kovaladı. Deli Osman kovaladı, trampacı kaştı. Trampacı kaçtı. Deli Osman kovaladı. Nihayet evlerinin bahçesinde yakaladı. Şimdiye kadar Deli Osman'ın önünden kim kaçıp ta kurtulmuştu? Son zukkadan vazgeçti. İki zukka alacağını ödettirmeliydi.
Yakasından tuttuğu trampacıyı, oyun oynadıkları yerin ortasına getirdi. Trampacı kurtulabilse tekrar kaçacaktı ama ne mümkün?
Çizginin ortasına getirdi. Kalça kısmını kendi evine doğru döndürdü. Trampacının eşi gabavet kadın Deli Osman'ın birkaç kişiyi daha önceden sakat bıraktığını duymuş, elindeki kapı süpürgesi ile koşarak geliyordu.
Kadın Deli Osman'ın ayağına kapandı. Kocasının sakat kalmasını istemiyordu. Şimdiye kadar kaşkariko ile elde ettiği paraları yemişler bu işten nasıl kurtulacaklarının hesaplarını yapıyorlardı. Deli Osman kadının göğsünden itti. Hiç olmazsa zukkanın bir tanesini vurmalıydı. Kadının iki gözü iki çeşme, Deli Osman'a yalvarıyordu.
Trampacı başına geniş güneşlikli bir kasket takmış, o gün için de bol bir şalvar giymişti. Çizginin ortasına dikildi. Ellerini kalçasının üzerine koydu. Deli Osman'ın zukkasını bekliyordu. Deli Osman bıyığa güldü, "Çek ulan ellerini arkadan" diyerek uyardı. Elleri ile zukkanın gazabından korunacaktı. Ama Deli Osman'ı ikna edebilir miydi?
Deli Osman birkaç metre geriye çekildi. Trampacı gözlerini kapatıyordu. Hızla geldi. Kalça kemiğinin olduğu yere dizleri ile öyle bir zukka indirdi ki, trampacının başındaki apka düşmüş, zukkanın tesirinden olsa gerek geniş diktirdiği şalvarı dahi yırtılmıştı.
Deli Osman acımasızdı ama zukkanın birisini sonraya bıraktı. O zukka bir zaman içerisinde vurulurdu.
Trampacı dizlerinin üzerine düşerek, yere kapaklandı. Bir çatırtı duyulmuştu. Dizdeki zukkanın darbesi ile leğen kemiği yerinden oynamış trampacı yılan gibi sürünüyordu. Bir zukka daha yeme hakkı vardı. Şimdi gözlerinin önünde sinekler uçuşarak, o vurulacak zukkayı düşünüyordu.
Trampacı yerden kalkamadı. Taş kaldırır gibi ancak mancınıkla kaldırılması gerekiyordu. Orada bulunan diğer oyuncular, bir öküz kağnısına koyarak sınıkçıya götürdüler.
Sınıkçı çok güngörmüş bir adamdı. Her türlü kırığı çıkığı tahmin eder, tedavisine çalışırdı. Yaptığı iş ne kadar doğru, onu bilen çok azdı.
Sınıkçı adamın kalçasına biraz hardal lapası sardı. Bazı tavsiyelerde bulunarak, geri öküz kağnısına bindirip evine gönderdi. Trampacının karın bölgesi sürekli siyahlaşıyordu. Yediği çok sert zukka kemiklerini çatlatmış, doktora para vermek istemeyen trampacı ilkel metotlarla kendisini tedaviye çalışmıştı.
Gabavet kadın aylarca trampacının yarası ve kırık kalçası ile uğraştı. Trampacı değiştirdiği eşeklerden böyle bir zukka yememişti. İşi çeşitli düzenbazlıkla bitiriyordu. Orada Deli Osman ve güçlü insanlar yoktu. O işler oyunla bitiyordu. Kaba kuvvete hiç alışkın değildi.
Şimdiye kadar eşek trampasından kazandığı paralar hastalığı nedeniyle buhar olup uçtu. Sefaletten ilik bıçağa dayanmıştı. Kalın kafalı, söz dinlemez eşi dahi yüzüne bakmaz oldu. Akçenin kara gün için olduğunu bilemedi. Dalavere ve düzenbazlıkla elde ettiği kaparozları bir köşeye zula edip, zor günlerin geleceğini düşünemedi.
Yaralarını yalayarak iyileşme çalıştı. Bir gün gabavet eşi ve yakınlarına hesap sormak için bileniyordu. Deli Osman'dan yediği zukkayı asla unutamıyordu. Kendisi fakir fukaralara ne zukkalar vurmuştu. Onlar inim inim inlerken, göz belerterek ve hile ile elde ettiği paraları yiyordu.
Zamanla yaraları kavuştu. Belinde hafif bir sakatlık kalıp, yampiri yürüse de gönlünde yatan at cambazlığına devam edecekti. Ahırına girdi. Ruam hastalığına yakalanmış atı zayıflıktan hırtlambaya dönmüştü. Yıllarca yemden yoksun olan hayvan dizlerinin üzerine kalkamıyor, kafasını dahi çevirmekte zorluk çekiyordu. Kuyruğundan asılarak yukarı kaldırdı. Biraz arpa koklattı. Hayvan burnundan ifrazatlar çıkararak ileri doğru yürümeye başladı.
Hastalıklı atı iyice süsledi. Sırtına attığı kaltağın üzerine süslü kilimler koydu. Boynuna kırmızı mavi karışımı bir boncuk taktı. Doğruca at pazarına gitti. Kimse atının yüzüne bakmıyordu. İlçenin bir köyünden öküzlerinden iyice gına getirmiş bir adamla ruamlı atı değiştirdi. Bu işten de kar edecekti.
Öküzlerin kaburgaları çıkmış, nalsız ayaklarından kanlar akıyordu. Bunları ancak kesip satarsa ufak masraflarını karşılayacaktı. Öküzleri hijyeni olmayan bir yerde kesti. Et olarak satsa, hayvanların ele alınır hiç eti yoktu.
Yine bir cinlik düşündü. Bağırsak almak için kasabaya gitti. Yeteri kadar bağırsak aldı. Öküzlerin karın, dil, işkembe, kafa ve kavrulup yenmeyecek ne kadar etleri varsa kıyma makinesinden çektirerek iyi temizlenmeden sucuk olarak bağırsaklara doldurdu.
Vatandaş o an için markaya bakmıyordu. Ucuz sirke baldan tatlı idi. Düşündüğünden daha kısa bir zamanda sucukları başından def etti. Trampadan dolayı öküzleri aldığı adama biraz borcu kalmıştı. Geriye kalan sağlıksız sucukları da öküz sahibine verdi.
Trampacı hiç kimseye söylemeden ortalıktan toz oldu. Eşi gabavet kadın dahi gidişine taaccüp etti. Zamanla sağlıksız sucuktan yiyen insanlar korkunç derecede ishale yakalandılar. Neden yakalandıklarını bilseler, trampacıyı yakalayarak bir daha sesini çıkaramayacak şekilde çanına ot tıkarlardı.
Trampacı sahipsiz köy merasında atsız cirit oynatıyordu. Arayan vatandaşlar boş çuval dövüyorlardı. Trampacı buradan da yeteri kadar anafor elde etmiş, artık yapacağı bir iş kalmadığından fertiği çekerek gizlice sıvışmıştı.
Trampacı kurtlanıyordu. Cebindeki kaparozla elde ettiği paralar sıkıntı vermeye başladı. Parasını daha da çoğaltmak istiyordu.
Kimseye haber vermeden gittiği kasabada bir kumarhaneye takıldı. Sadece seyrediyordu. Hani eşekten ve ruamlı atından çok para kazanmıştı ya. Burada neden kazanmasın?
Kumara oturan adamlar hep deve dişi gibi adamlardı. Bir tanesi rahatsızlığını bahane ederek aralarına trampacıyı da soktu. Trampacı neşeden kırılıyordu. Şimdiye kadar kendisini kim aldatmıştı ki?
Oyun bütün hızı ile sürüyordu. Adamlar birbirlerine gizlice göz kaş işareti yapıyorlar, oyunun seyrini lehlerine doğru çeviriyorlardı. Trampacı cebinde taşıdığı kirli çıkınını çıkardı. Paraları tüm ortaya koydu, "Haydi birer atalım" dedi. Pos bıyıklı bir adam sadece bir zar attı. Paralar rüzgâr değmiş kül gibi uçtu gitti. Beterin beteri vardı. Deli Osman'ın bir zukka alacağı vardı ama bu adamlar çok sert bir zukka vurarak aylarca yılan gibi sürünmesine sebep olmuşlardı.