Birkaç hafta yazılarımda Kırşehir’le ilgili sorunların üzerine giderek birilerini göreve çağırdık, birilerini eleştirdik, birilerini rahatsız ettik. Tabi her zaman olduğu gibi bu tür yazılarımdan sonra yine birileri beni görünce selam vermedi, yüzünü ekşitti, birileri yüzümüze bir şey demedi ama arkamızdan iyi şeyler konuşmadılar. Haftaya kader ve kısmette ne varsa onu yazarım diyerek arayı soğutmak için bugün değişik bir yazı yazmak istiyorum.

Geçtiğimiz son 13 günde cenaze ve düğünler nedeniyle Kırşehir’den başlayan, Eskişehir, Bursa, Mudanya, Bozüyük’te son bulan seyahatler gerçekleştirdik. Sürekli direksiyon başında olduğum yorucu günler geçirdik. Bir taraftan cenaze kaldırdık, diğer taraftan düğün yapıp, çaldık, oynadık, zıpladık. Bu nasıl bir tezat dünya ben anlamadım, anlayan varsa bana da anlatsın.

Bu yorucu seyahatten sonra kazasız belasız Kırşehir’e geldik. Geldik ama arabayı park edeceğim alanda çocukların top oynadıklarını gördüm. Çocuklar oynadıkları oyundan o kadar çok keyif alıyorlardı ki anlatamam. Anladığım çok çekişmeli bir oyun oynadıklarıydı. Çocukların oyunlarını bozmamak için arabayı biraz ileri park ettim ve saatlerce süren yolculuğun yorgunluğunu, ter, su içinde kalmamı bir tarafa bırakarak top oynayan çocukların yanına gelerek biraz seyrettim, eski bir Kırşehirspor futbolcusu olarak taktik verdim.

Eve gitmek için bir kaç adım attığımda on yaşlarında bir erkek çocuğunun ağladığını gördüm. Ağlayan bir çocuğa rastladığıma hiç şaşırmadım. Çünkü kaderin cilvesinden midir nedir bilemiyorum nedense hiçbir zaman bana çömlek dolusu altın piyangodan veya süper lotodan para çıkmaz, nerede derdi olan var, nerede üzüleceğim bir olay var beni bulur.

Ya oğlu ve gelini tarafından evden dışarı atılmış ve sabahın erken saatlerinde elektrik direğine yaslanmış, kendine uzanacak yardım elini bekleyen ağlayan bir yaşlı teyze, ya da arkadaşları tarafından oyuna alınmadığı için ağlayan çocuk veya benzeri olaylar çıkar karşıma.

Ağlayan çocuğun yanına giderek ona “Böylesine güzel bir günde arkadaşların top oynarlarken sen neden ağlıyorsun? " dedim. "Arkadaşlarım bana top oynatmıyorlar!” dedi.

Arkadaşlarının yanına giderek "Çocuklar neden arkadaşınıza top oynatmıyorsunuz?" dediğimde "Onu aramıza alınca bir taraf fazla oluyor" dediler, "Bir arkadaşınız daha gelirse ikisini birlikte oynatırsanız iki tarafta eşit olur" dedim ve ağlayan çocuğu teselli ederek eve geçtim.

Eve geçtim geçmesine ama bu çocuğun ağlaması hem içimi acıttı, hem de Cemal Süreyya'nın "Kimse benimle oynamıyor diye ağlayan çocuk; sen büyü hele, bak ne oyunlar oynayacaklar seninle." sözü aklıma geldi ve "Evet çocuk insanların acımasız olduğu dünyada hele sen bir büyü ne oyunlar oynayacaklar sana, nelerle uğraştıracaklar seni, nasıl yoracaklar, arkandan ne dümenler çevirecekler, ne ihanetler edecekler, iftiralar atacaklar büyüdükçe sana oynanan oyunları öğreneceksin" dedim.

Okula başlamadan arkadaşların oynamazlar seninle bir de babasız ve annesiz büyürsen bırak oynamayı yüzüne dahi bakmazlar.

Okula başlarken Kırşehir'de herhangi bir ilkokula kayıt olduğunda zengin ve fakir çocuklarını ayrı ayrı sınıflara koyarak başlarlar seninle oynamaya. Zengin çocuklarının sınıflarında her imkân fazlasıyla olur, fakir çocuklarının sınıfları kara düzen olur. Bir de zengin çocukları için özel öğretmenler vardır, bu öğretmenler gökten zembille indikleri için zengin veliler tarafından özellikle istenirler. Okul idarecileri, öğretmenleri zengin çocuklarına ses çıkaramayıp, veliler önünde el pençe dururlarken, fakir öğrencilere gelince en ufak bir şey de sinirini fakir çocuklarından alır, fakir veliye veryansın ederler, garibim fakir veli ellerini önüne bağlar "Hocam sen ne dersen doğrudur, haklısın, eti senin, kemiği benim” der.

Bir de babanı küçük yaşta kaybetmişsen, sahipsizsen yandın be çocuk her zaman sen suçlusun, tüm vukuatları sen yaparsın, yapmazsın da yaparsın. Çünkü sen günah keçisi ilan edildin haberin yok. Dersine gelen her yeni öğretmenin "Baban ne iş yapıyor?” diye sormaması için dişlerini sıkarsın. Ama nafile çok küçük yaşlarda öldüğünü söyleyemezsin. Ancak öğretmen sordu, cevap vermek zorundasın ve babanın öldüğünü söylersin işte bundan sonra sınıfta arkadaşlarının arasında "Aaa babası ölmüüüş!"  diye mırıldanmalar başlar, sana acımaya çalışırlar lakin hepsi boş. Bundan sonra yandın be çocuk, nasıl olsa babasızsın, sahipsizsin, gelen vurur, giden vurur, şamar oğlanına, öğretmenlerin sinir alma tahtasına dönersin, anlatamazsın derdini kimseye, okula gitmekle gitmemek arasında planlar yapmaya başlarsın.

Cumartesi ve Pazar günleri sen ayakkabı boyar evine ekmek götürmenin derdinde olursun, diğer arkadaşların güle oynaya tatil yaparlar, seni görünce sanki ayıplı bir suç işlemiş gibi  “Aaa bizim arkadaş ayakkabı boyacılığı yapıyor!“ diye bağırırlar, aşağılamaya çalışırlar! Pazartesi okula gelindiğinde öğretmen dahil herkese ilan ederler, ellerine bakarlar boyanın izi kalmış mı diye.

Oysa senin elindeki ayakkabı boyası izinin utanılacak bir iz olmadığını, ekmek olduğunu, alın teri olduğunu, emek, şeref, namus olduğunu bilmezler. Onlar üç aylık yaz tatilinde baba parasıyla şehir, şehir gezerler, denize tatile giderler, sonra dershaneye giderler, özel öğretmen tutarlar, sen ekmek parası için, açılacak olan okulun ihtiyaçları ve eve alınacak odun-kömür parası için, evinizin ihtiyaçları için pazarcıların yanında çalışırsın, çaycılık yaparsın, garsonluk yaparsın, balık satarsın lakin bu bile alay konusu olur çocuk.

Yaşadıkların bunlarla da bitmez hayata daha yeni başladın, dur bakalım daha neler yaşayacaksın. Hayat tüm acımasızlığıyla devam ediyor. Sen büyüdükçe senin arkadaşlarında büyür, arkadaşların büyüdükçe fırlamalıkları da büyür, arkandan yapılan planlarda büyür, kimse senin iyi olduğunu istemez.

İş hayatına atıldığında karşına yüz yılın en geçerli mesleği yalakalık kadrolarında çalışanlar çıkar. Bu meslek erbaplarından Türkiye'de ve Kırşehir'de faaliyet gösteren özel ve resmi kurumlarda çok sayıda vardır. Sen istediğin kadar saf, dürüst ve çalışkan ol, alın teri dök hiç önemli değil, akşama kadar eline iş almayan ama yönetim kademesinden birini görünce şip şak ayağa kalkıp, poposunu bir sağa, bir sola kıvırtarak koşup, “Buyurun efendim, tamam efendim, emriniz olur efendim, hallederim efendim, o iş benim işim, bitti bilin efendim“ diyerek atılabilecek tüm taklaları atıp, üst düzey yönetici gittikten sonra "Aman canım, neme lazım taarruz geçti rahatımı bozmaya gerek yok, sallar başımı, alırım maaşımı! Benim görevim yalakalık onu da layıkıyla yerine getirdim" derler. 

Kurumda aynı odada, sekiz saat birlikte çalıştığın, sohbet ettiğin, çay içtiğin, yemek yediğin sözde mesai arkadaşın, senin yüzüne güler, övgüleri dizer ama kendi menfaati uğruna, yaranmak uğruna, puan kazanmak uğruna bir yerlere gelebilmek için hoş görünmek uğruna seni aslı astarı olmayan ve seninle alakası olmayan, haberinin dahi olmadığı konularda itham ederek puan kazanmaya, şirin görünmeye çalışırlar.

Biliyor musun çocuk iş hayatında kendini bilmezin birisi çıkıp, senin için "Çok çay içiyor, çok misafiri geliyor, misafirlerine çay ikram ediyor ve giderken kapıya kadar uğurluyor!“ diyen bir zat ve onun bu söyledikleriyle bulunduğu yere siyasilerin sayesinde hak etmeden gelen, senin tırnağın olamayacak basiretsiz bir şef seni uyarmaya gelirse sakın şaşırma. Burası Türkiye olmayacak bir şey değil.

Neden şaşırma diyorum biliyor musun çocuk? Bu yazdıklarımı ben bire bir yaşadım da ondan…

Sana bir örnek vereyim mi?

31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinden önce kimler Kırşehir Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci'ye, Başkan Yardımcılarına, Müdürlere ve diğer yöneticilere övgüler dizip, yalakalık yapıp, takla atarak makam mevki sahibi olduysa, aynı kişiler 31 Mart seçimlerinden sonra değişen Kırşehir Belediye Başkanı, Başkan Yardımcılarına, Müdürlerine takla atarak yalakalık yapmaya devam ettikleri gibi bir önceki yönetime selam dahi vermiyorlar, gördüklerinde yollarını değiştiriyorlar, yeni yönetime onların döneminde çok eziyet gördüklerini haklarının yendiğini anlatarak karalama yoluna gidiyorlar ve şimdi çok rahatladıklarını, belediyeye huzur geldiğini söylüyorlar. 

Ağlayan çocuk şunu iyi bilmelisin yalakalığın, şerefsizliğin, kibrin, şişkinliğin, kendini beğenmişliğin okulu, mektebi, siyaseti yoktur o ayrı bir sanattır ve dürüst, namuslu, şerefli insanların yapabileceği meslek dalı değildir. Bunlar erzak dolu bir gemiye önce fareler biner, erzak biten gemiden önce fareler kaçar misali her dönem iktidardan olurlar ve işlerini de çok rahat hallederler. Tıpkı bugün Kırşehir Belediyesi’nde geçtiğimiz dönem AKP'li olanların şimdi CHP'li veya İYİ Partili olup, işlerini yürüttükleri gibi. Çünkü bunların yüzünde insan derisi yok, aksine camız derisi var. Hal böyle olunca utanma duygusu da olmaz. 

Bu yalakalıklar, bu planlar arkadan oynanan oyunlar,  her zaman iktidardan taraf olmak sadece Kırşehir Belediyesi’nde değil, Kırşehir ve ülkemizde ki tüm kurumlarda yapılmaktadır. Hani son günlerde Türkiye' de bazı belediyelerde hiç çalışmadığı halde maaş alan kişiler ortaya çıktı ya işte bu yalaka kesimini de iş yapmadan maaş alan bankamatik memurlarının arasına koymak gerek.

Benimle kimse oynamıyor diye ağlayan çocuk bırak kimse seninle oynamasın, yarın büyüdüğünde seninle çok oynayacaklar, arkandan öylesine alavere, dalavere çevirecekler ki başın dönecek, inanamayacaksın. Böyle olunca da “Keşke kimse benimle oynamasaydı” diyecek, yazdıklarımı daha iyi anlayacak ve;

İnsanları tanıdıkça tiksineceksin. 

İnsanları tanıdıkça yalnızlığı seveceksin.

İnsanları tanıdıkça nankörlüğü öğreneceksin.

İnsanları tanıdıkça ihaneti öğreneceksin.

İnsanları tanıdıkça vefasızlığı öğreneceksin.

İnsanları tanıdıkça kötülüğü öğreneceksin.

"İnsan bu birinden nur akar, birinden kir" sözündeki nur akmaz oldu, yerine olabildiğince kir akan insanlar geldi.

Yazdıklarımdan sonra artık ağlama çocuk insanlar öyle bir hal aldı ki rakı içen de aynı,  zemzem içen de aynı, hacı hoca sakalı uzatan da aynı, top sakal uzatan da aynı, kot pantolon giyen de aynı, şort giyen de aynı, kapalısı da aynı, açığı da aynı, gazinoya giden de aynı, ibadet yapan da aynı işin içine menfaat çıkar girdiği zaman. Yok aslında birbirlerinden farkları al birini vur ötekine, hepsi aynı.

Bilmelisin ki ananın kızından, babanın oğlundan fayda yok.

Sakın “Benimle kimse oynamıyor!” diye ağlama çocuk. Büyüdüğünde seninle öyle oyunlar oynayacaklar ki başın dönecek ve bu kez “Oynamasınlar” diye insanlardan kaçacaksın.

Şimdiden hazır ol bu acımasız oyunlara…