Dün bahçemde oturdum, yeni bir yazı kaleme almayı düşünürken, geçip giden yıllara üzülmeden edemedim.
Kırşehir’i, yaşadığım şehri, Ahiler, Ozanlar Kenti, ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim, söz söyletmediğim, her şeyimi ona borçlu olduğum Kırşehir’i yine masaya yatırdım. 
Yazmaya başladım.
Yazdım…
Yazdım…
Noktasına, virgülüne dokunmadan içimden geldiği gibi…
Evet…
Sen Kırşehir, bana bütün bunları yazdıran sevgindir senin!..
Hep yazar, söylerim hatırlarsınız sevgili okurlarım.
Ben bu sonbaharları sevmiyorum gülüm…
Bakıyorum yaşadığım şehrin Kırşehir’in bağına, bahçesine, kırına kıracına…
Nerede İlkbahar’daki gibi yeşillikler, nerede o güzellikler?
Şimdi bakıyorum bahçemdeki ıhlamura, ayvaya, elmaya, kiraza, vişneye, kayısılara, kartopuna, sarmaşıklara, güllere…
Hepsi renkten renge girmişler.
Yaprakları tek tek düşüyor.
Sarısı, kırmızısı, turuncusu; ne ararsanız bulduğunuz Sonbahar renkleri…
Bir tek o açmaya başladı, moruyla, sarısıyla, beyazıyla kasımpatılarım.
Sararan yaprakların bahçenin bir o köşesine, bir bu köşesine savrulduğunu gözlemliyorum.
Artık yağmurlar da başladı. Suya hasret topraklar doyar inşallah
Akşamları kimi zaman hafiften yağmur çiseliyor.
O kavurucu müthiş sıcak ve meltemli günler geride kaldı.
Üzülüp hüzünleniyorum…
Dallarındaki yapraklar nice rüzgâr ve fırtınalara, o aşırı sıcak ve güneşe meydan okumuşlardı.
Ya şimdi?
Mevsim artık Sonbahar…
Sonbaharın son günleri…
Kış ufukta gözüktü bile…
Sonbaharlar ayrılık zamanıdır…
Dün üvezlerimi hevenk yaptım. Ayvalar hâlâ dallarında…
Kırlangıçlar gitti, dün gece bahçemin üzerinde bir sağa bir sola, kanat çırparak çığlıklar atarak uzaklaştılar. Meydan kumrulara kaldı…
Evimin pervazında pinekleyen kumruyu gördüm.
Baktım boynu bükülmüş arka taraftaki güllerin.
Menekşeler çoktan öldüler, begonviller sarardı soldu, oysa ilkbahardan bu yana başından ayrılmayan sulayıp bakan eşim de üzgün…
Yiyeceğini, içeceğini, eşimin hazırladığı serçeler ilk kez dün üşüdüler.
Üzgünüz…
Ben bu sonbaharları sevmiyorum gülüm dedim, yalanım yok!
Hani yazın bahçenin içinde koşturan torunlarım da yok. Şimdi uzaklarda hepsi, gönül hicranla doluyor. 
Bahçem sessiz, bahçem hüzünlü, ben üzgün…
Bakın yine elemler içindeyim…
Görüyor musun bir hüzün çöküyor yine içime.
Nerde o Kırşehirliler?
Kırşehir’in her meselesinde tek yumruk olan, çıkarsız, riyasız Kırşehirliler nerede?
Şimdi kaderine terk edildi Kırşehir!
Uzanacak bir el bekliyor çaresizce!..
Hani benim değerli dostlarımdan hani Hakkı Göçen, hani Hacı Mehmet Gülten, hani “Ahi Baba” Mustafa Karagüllü, hani terzi Mehmet Metintürk, hani Selahattin Saygı şimdi neredeler? Hepsini kaybettik! 
Yıllar yılı beraberliklerimiz, çok muhabbetlerimiz oldu. Ne doyulmaz günlerdi o günler. Hepsi de benden yaşça büyüktü ama hepsi de beni çok severlerdi. Beni yanlarından ayırmazlardı, bensiz bir yere gitmezlerdi, ben de onlara saygıda kusur etmezdim…
Artık tası tarağı toplayıp şehir evine dönme zamanı geldi. 
Bakıyorum komşularımın bağ evlerinde sobalar yanıyor, bacalar tütüyor.
Yine yapamadım, çıktım Kırşehir’in yükseğine, seyreyledim Şemsi Yastıman’ın, Neşet Ertaş’ın ölümüne sevdiği Kırşehir’i… Bir vadiye yerleşmiş Kırşehir’i seyrettim uzun uzun…
Üzülmemek elde değil!
Bir garip, bir garip gözüküyordu Kırşehir…
Sahipsizliğini iliklerine kadar yaşayan Kırşehir’in uzaklarda Özbağ’ına kadar olan bağ evlerinde sobalar yanıyor, dumanlar tütüyordu.
Kim bilir mangalcılar yine iş başındadırlar.
Muzipler en güzel hayal mahsulü hikâyelerini anlatıyorlardı belki de…
Siyasetin s’sini bilmeyenler, çok bilmişler. Hiç bilmediklerini özetlemeye çalışıyorlardı belki!
Tam karşımda kent merkezindeki tarihi Kale’miz yemyeşil görünüyor, en önemlisi Kale’de büyük bir görkemle dalgalanan şanlı bayrağımızı seyrediyorum…
Kırşehir’in doğusunda PETLAS bir başka görünüyordu, alt tarafında ise hayal mayal Organize Sanayi… Az ilerisinde Polis Eğitim Merkezi gözüküyordu.
En önemlisi yanı başımdaki Makissos Termal Otel Kırşehir’e çok yakışıyordu.
Benim değerli dostum, ağabeyim İstanbul’da yaşayan Profesör İlhan Kılıçözlü’nün Garipname’sini hazırlatıp kültür hayatına kazandırdığı Aşıkpaşa’nın Türbesi tüm haşmetiyle karşımda.
Az ileride sararıp solmuş, İstanbul’da geçtiğimiz yıllarda 105 yaşında kaybettiğimiz Selahattin Saygı ağabeyimizin mahallesi Aşıkpaşa ve Ispallaz gözüküyordu.
Yanı başındaki Kındam ve Ökse eskisi gibi bağlı bahçeli, billur gibi suları olmasa da onu da özlemle hatırlıyor, özlüyor seviyorum.
İlerliyorum şehre doğru…
Karmaşık duygular içerisindeyim…
Sevinci, hüznü yaşıyorum…
Sonbaharın son günleri…
Sen niye böylesin Kırşehir?
Minarenin hoparlöründeki sâlâ seslerini hep ilkbahar ve sonbaharlarda daha çok dinlemişimdir.
Derler ki vakti saati yoktur ölümün!
Ben sevdiklerimi ilkbahar ve sonbaharda kaybetmiştim.
Anamı ve babamı…
Her ilkbahar ve özellikle hüzünlendiğim elem duyduğum sonbaharlarda iki gözüm iki çeşme…
Özlerim onları, konuşmak, sarılmak, koklamak isterim hep.
İşte yine bir sonbahar…
Her bir yaprak yere düştüğünde onu alıp dalına geri koymak gelir içimden.
Bugünlerde en çok yaprakların düşüşüne canım sıkılıyor gülüm.
Bilmiyorum dallar mı sevdasız, yapraklar mı vefasız.
Maalesef tabiatın değişikliği böyle bir şey olsa gerek.
Ya Kırşehir?
Neden bir türlü kalkınıp, kabuğunu kıramıyor?
Herkes kendi küçük çıkarlarının peşinde!..
Ne oldu sana anam Kırşehir?
Bugünleri de mi görecektin?
Siyasetin bittiği, tuzun koktuğu günleri yaşayan Kırşehir’de memleketin sorunlarını kim çözecek? 
Birileri var mı?
Yok!., Yok!..
Bilmediğimiz ve aslında duymadığımız doğrusu olmayan öyküler uydururuz Kırşehir için değil, kendimiz için…
Ne acı!..
Bahaneye bakar gözlerimiz, bir bakarsınız ki bir anda dudaklarımız kıvrılır büklüm büklüm…
Düşünüyorum, gözlerimin önüne geliyor.
Nerde Kırşehir’in yetiştirdiği, hala yeri doldurulamayan, hepsini birebir tanıdığım, gördüğüm insanlar nerede?
Nerde Arif Gönendik? Nerde Mektupçu Rüştü Yurdakul? (Vali Yardımcısı), Nerde Bıyıklı Galip Şener? Nerde Koca Reis Ziya Kılıçözlü? Nerde Celâl Tekiner?
Daha kimler, kimler?
Kaybettik bütün o güzel insanları
Kırşehir yalnızlaştı, Kırşehir sahipsizleşti…
Ah bu mevsimler…
Ah bu sonbahar…
Ben bu sonbaharları sevmiyorum gülüm.
Ah o yaz günleri, deniz kıyısında kumlara, adlarını yazdığım torunlarım, neredesiniz Elif, Gaye? Hey Onur Alp nerdesin? 
Ya ikiz torunlarım Kutay ile Bartu sizleri sevmek dünyalara bedelmiş…
Sizleri ne çok özledim güllerim.
Sizlerle beraber olduğumuz o unutulmaz yaz gecelerini unuttunuz mu?
Ne güzel, ne mutlu günlerimizdi o günler…
Beni arkanızda koşturduğunuz günleri, akşamları unuttunuz mu?
Ne güzel koşup oynuyordunuz, salıncaktan sallanıp yarışıyordunuz. Saklanıp “Sobe” yapıyordunuz, kahkahalara boğuyordunuz ailemizi.
Sizler doyulmaz mutluluklar yaşatıyordunuz bizlere.
Şimdi özlüyorum, özlüyorum… 
Nerdesiniz?
“Yine geleceğiz Dede” mi diyorsunuz.
Ama artık bağ evinden şehir evine göçüyoruz. Artık bahçedeki havuza giremez, yüzemezsiniz ki…
Sonbaharın son günlerini düşlüyorum bahçemde, sararan yapraklar arasında…
İşte yaşadığım Kırşehir’de sonbaharın son günleri…
    İşte bugünkü gibi yarım asırdır yazarım Kırşehir’i…    
    Sevinirim, üzülürüm, elem duyarım kimi zamanlar…
    Yaza yaza bitiremedim seni ey Kırşehir’im…