Bu fıkrayı önceki yazılarımda yazmıştım. Ama bu gün yazdığım konuyla alakası olduğu için bir daha yazmak ihtiyacı duydum.
Köyün birinde muhtarlık seçimlerinde kocası dördüncü yedek aza seçilen kadın; köyün ortasında bulunan ve tüm köylülerin içme sularını aldığı çeşmeye gider ve sıra bekleyenlere aldırış etmeden ön sıraya geçer. Bunu gören bir kadın “Hatçe görmüyor musun hepimiz sıra bekliyoruz, sen neden öne geçiyorsun arkaya geçsene!” der.
Bunu duyan Hatçe, “Zöhre köyün cahil karısı; sen bilmez misin, benim kocam muhtarlık seçimlerinde dördüncü yedek aza seçildi, dördüncü yedek azanın karısı çeşme başında sıra bekler mi?” demiş.
Burası Türkiye. Türkiye olunca milletvekillerinin bürokratların, siyasilerin, zenginlerin, ensesi kalınların ve köyün dördüncü yedek azasının karısının şanına sıra beklemek, kurallara uymak yakışmaz. Bu insanlara her alanda öncelik tanınması gerekir! Çünkü onlar dünyaya geldiklerinde zemzem suyuyla yıkanmışlar!
Çiğ insanların sorduğu çiğ bir soru “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Ben de bu çiğ muhteremlere soruyorum:
“Kimsin sen?”
Mustafa Kemal Atatürk müsün, Fatih Sultan Mehmet misin, Yunus Emre misin, Ahi Evran mısın, Aşıkpaşa mısın, veya ilim irfan sahibi ilim ve bilim adamı mısın?
Kimsin?
Vatanı mı kurtardın, terörü mü bitirdin, enflasyonu düşürerek, işsizliği azaltarak ekonomiyi mi düzelttin veya yaralı bir parmağa mı işe diniz?
Kimsin sen?
Ama ben sizler gibi çiğ soru soran, çiğ insanların kim olduğunu biliyorum.
Sizler anne, baba parasıyla okumuş, atadan kalma mal ve para ile servet sahibi olmuş, banka kredisiyle ev ve araba almış, siyasetin cilvesiyle hasbelkader bir yerlere gelmiş, kendi kendine kırışan, şişen, böbürlenen, kibirlenen, ama hiç kimse tarafından sevilmeyen, hiç kimsenin insan yerine koyup, selam vermediği, saygınlığı olmayan insanlarsınız.
Hak-hukuk helal-haram bilmeyen sizler şişen balon gibi havaya yükselip, patladıktan sonra yere, çöplüğe düşen boş balonsunuz.
Sizleri bilmiyorum ama Kırşehir’de çalışma hayatımda gerek ben, gerek mesai arkadaşlarım bu çiğ kişilerle ve bu çiğ soruyla çok karşılaşarak, Şırnak’a, Siirt’e, Hakkâri’ye tayin edilmekle suçlandık. Haklı olduğumuz ve görevimizi yaptığımız halde haksız ilan edildik.
Sadece Kırşehir’de değil, Türkiye’de özellikle kamu çalışanlarının nelere şahit olduklarını, nelerle karşılaştıklarını bizzat görüyor, televizyonlarda haber bültenlerinde izliyoruz.
Parti yönetiminde görev alanlar, milletvekilleri, bürokratlar, bakanlar, bunların yakınları. Bir de danışmanlar var ki o da ayrı bir problem havalarına güç yetmiyor.
Tabi bu durumu sadece siyasilerle, bürokratlarla, danışmanlarla sınırlamak doğru değil.
Ülkemizde sanatçı, siyasetçi, sporcu, artist, manken adı altında çok sayıda kişiler mevcuttur. Bu kişiler sahip oldukları kıçı kırık sıfatların ve makamların kendilerine ayrıcalık sağlayacağını sandıkları için bir hava, bir şişkinlik ve bir kibir abidesi içerisindeler. Memlekette sadece onlar var, onların dediği olur, her şeyden onlar anlar ve her hangi bir kamu kurumunda sıraya girmezler, ayrıcalık beklerler.
Şehir merkezlerinde caddelerde ve ana yollarda kimlik, ehliyet sorgulaması yapan
devletin polisine “Sen benim kim olduğumu bilir musun?” diyerek tepki gösterirler. Geçmişte bunun örneğini kendisinden kimlik, ehliyet ve ruhsat isteyen polis memuruna, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye tepki gösteren kişiyi televizyonlardan izlemiştik.
Ne yapsın devletin polisi, ensesi kalınlar yüzünden görevini yapmasın mı, gelen araca ağam, gidene paşam mı desin? El pençe mi dursun?
Böylesine görevini kanunlara ve kurallara uyarak yapmak isteyen polisin veya devlet memurunun haksız ve kanunlara, kurallara uymayan ensesi kalınların haklı olduğu garip bir ülkede yaşıyoruz.
Kimse kimseden korkmuyor ama herkes evinin, eşinin, çocuğunun ekmeği peşinde ne yapsın.
Kırşehir’de etrafımız bu çeşit insanlarla dolu. Geçmişte kimsenin tanımadığı, itibarının olmadığı, adam yerine koyarak selam vermediği muhteremler, kaderin ve siyasetin cilvesiyle bir yerlere gelince kendilerini kuru fasulye gibi nimetten sayarlar. Bulunmaz Hint kumaşı olarak görürler adalete, eşitliğe, kurala uymazlar, sürekli öncelik beklerler, bekledikleri önceliği göremeyince ilgili görevliye “Sen benim kim olduğumu biliyor musun, ben adamın elbisesini soydurur, doğuya tayin ettiririm” derler.
Geldiklerin makamların, hayatın ve insan olmanın ağırlığını taşıyamayan ruh halinin nasıl olduğu bilinmeyen kişiler geldikleri yerleri, makamları hak etmedikleri için bu gibi Zulümlerle karşılaşıyoruz.
Burada asıl olan Hz. Ali’nin “Bir insanı layık olmadığı yer koymak zulümdür.” veya
Fatih Sultan Mehmet'in , "Hak etmeyenlere makam mevki vermek en büyük vebaldir" sözlerinde olduğu gibi insanları hak etmediği makama, mevki ve yerlere getirirseniz en büyük vebale girersiniz, o kişilerde geldiği yerin ağırlığını taşıyamayarak zulüm yapar ve kocası dördüncü yedek aza seçilen kadın gibi çeşmede sıra beklemez, kurallara uymazlar.