KIRŞEHİR’DEKİ analarımız, gencecik yavrularını bu millet için, bu bayrak için kara toprağa verdiler. Yürekleri dağlanan analarımız… Ana, hayatın özü, yaratıcı gücü.

KIRŞEHİR’DEKİ analarımız, gencecik yavrularını bu millet için, bu bayrak için kara toprağa verdiler. Yürekleri dağlanan analarımız… Ana, hayatın özü, yaratıcı gücü. İnsanoğlunun devamını sağlayan bir kaynak. Soyun, kuşakların aktarıcısı. Diyalektik bir neden. Tüm hayat onunla var. Onunla güzel. Onunla coşkulu, onunla tatlı. Sevecen, saygın, üstün ve görkemli.
Bu nedenle olacak ki insanlığın tüm öncü kişileri; din, siyaset, bilim, kültür, sanat, edebiyat adamları ana’yı yüceltmişlerdir. Daha doğrusu ana’nın yüceliğinde
birleşmişlerdir. İnsanlığı yaratan bu odak noktayı bu merkez kuvveti kabul ve ifade etmişlerdir.
Analarımızı yılda bir gün “Anneler Günü”nde hatırlamak olur mu hiç?
Atatürk, Türk Kadını’nı tutsaklıktan kurtarmış hakkını teslim etmiştir. Onu başı dik, onurlu, kişilikli bir yaşama kavuşturmuştur. Alıp satılan, kovulan, itilen, kakılan, aşağılanan bir varlık olmaktan çıkarmış tüm insanlık haklarını vermiştir.
Türk kadını, eğitim, bilim, sanat, politika, yönetim, denetim, analık…gibi haklarına Atatürk sayesinde kavuşmuştur. Bu bakımdan “ANALAR GÜNÜNÜ” büyük bir devrim sürecinin genel boyutunda değerlendirmek isabetli olacaktır. “Ey Kahraman Türk Kadını! Sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!” diyen Atatürk, kadınlarımızın yücelik ve yüksekliğini vurgulamıştır.
“Türk Kadını, dünyanın en aydın, en faziletli, en ağır kadını olmalıdır. Ağır siklette değil, ahlakta, erdemde ağır, vakur kadın olmalıdır.Türk kadınının görevi; düşüncesiyle, bazusuyla, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir kuşaklar yetiştirmektir. Milletin menbaı, sosyal hayatın esas olan kadın, ancak
faziletkar olursa görevini ifa edebilir. Herhalde kadın, çok yüksek olmalıdır. Burda Fikret Merhum’un cümlece malum olan bir sözünü hatırlatırım:
“Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.” (1)
Napolyon da buna benzer bir ifadeyle” Kadının iffetli, erkeğin cesur olması lazımdır” cümlesiyle düşüncesini ifade etmiştir. Ancak bu söz, bugün geçerliliğini bir bakıma kaybetmiştir. Noksan kalmıştır. Erkeğin de iffetli olması lazımdır. Kadının da cesur olması artık zorunluluktur. Cesaret ve iffet, artık insan olan herkesin ortak erdemidir. İffetsiz cesaret, toplumu felakete sürükler. Cesaretsiz iffet ise savunmasız kalır. Zavallılıktan kurtulamaz. Bu nedenle olmalı ki büyük şair Tevfik Fikret:
“Kızlarını okutmayan millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkum etmiş sayılır, hüsranına ağlasın! Veciz sözüyle insan sorununu bir bütün olarak ele alarak Hacı Bektaş Veli’ye yaklaşır: Bir elmanın yarısı erkekse yarısı da kadındır.”(2)
Ziya Gökalp,”Türkçülüğün Esasları” adlı altın kitabıyla Türk Rönesansına ışık tutan, yol gösteren büyük bir düşünür‐sosyolog da “Aile” adlı şiirinde ne diyor:
Bir kadın var ki, ya annem, ya kardeşim, ya kızım.
Odur bende en mukaddes duyguları yaşatan…
Bir diğeri Sevgilim ki, günüm, ay’ım, yıldızım,
Odur bana hayattaki şiirleri anlatan…
Bu mahluklar nasıl hakir olur şer’in gözünde?
Bir yanlışlık var mutlaka müfessirin sözünde…
……Ailedir bu memleketin, bu devletin esası,
Kadın tamam olmadıkça eksik kalır bu hayat.. (3)
Ziya Gökalp’e göre kadınsız hayat noksandır. Kadın, eğitim, ticaret, sanat, politika, kültür, bilim, ekonomi… bakımından “tamam” olmalıdır. Milletin ve devletin esası olan ailenin direği kadın’dır. Bu bakımdan kadın, şeriatın dilinde neden aşağılansın? Düşünür Gökalp, İslamiyetin ulusallaşmasından yanadır. Gerçekten de İslam, ulusallaştıkça güzelleşmiştir. Türkler İslamiyeti kendi bünyelerine göre
rasyonalize ederek yeni bir uygarlık kurmuşlardır. Laiklik sayesinde İslam yücelmiş, yükselmiştir!
Kuvayı Milliye Destanı’nın ölümsüz şairi Nazım Hikmet, Türk kadınını çok güzel bir şekilde anlatmıştır.
Çarpıcı ve destansı bir üslupla:
..Ve kadınlar/birbirinden gizleyerek/bakıyorlardır ay’ın altında/geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerle ölülerine../ve kadınlar/bizim kadınlarımız;/korkunç ve mübarek elleri,/ince küçük çeneleri,kocaman gözleriyle/anamız, evradımız, yarimiz/ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen/ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen/ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız/ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki/ve karasapana koşulan/ve ağıllarda/ışıltısında yere saplı bıçakların/oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar/ Bizim Kadınlarımız…(4)
Şair, bu dizelerde Türk Kadını’nın Kurtuluş Savaşı’mızdaki Kahramanlığını, sosyal ve aile hayatımızdaki yeriyle birlikte vurgulamıştır. Cefada ve ızdırapta anımsanan kadın, mutlulukta, esenlikte de anımsanmalıdır. Hayat onunla güzeldir. Hayat, onunla bütünleşir. Kadını, Arap’ın çuvalına sokup, tutsak edip, sonra da “senin özgürlüğün budur” diyen kara yobaz, bu ulusun tarihini yeniden ve bir kez okumalıdır. Onun aslında bu zihniyetle Türk Milleti adına konuşmaya hakkı da yoktur. Özgürlük, daha güzele, daha iyiye gitmektir. Osmanlı’nın hoşgörüsüne dahi ulaşamayan bu odun kafalı adamların Mehmet Akif’ten de alacakları dersler var:

Üç sınıf halka içim parçalanır, hem de ne kadar!
İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler; bunlar,
Merhamet görmeliyiz, yüz görmeli insanlardan ;
Yoksa insanlığı bilmem nasıl anlar , insan ?
………………
Sade Garbın yalnız ilmine dönsün yüzünüz,
O çocuklarla beraber gece‐gündüz didinin ;
Giden üç yüz senelik ilmin tezelden edinin (5)
……………….
Atatürk de zaten Batı Uygarlığını bu anlamda örnek göstermiştir:
Bilim,sanat yaratıcı yöntem, teknik‐ teknoloji. Şimdi cahil ve din tüccarlığını marifet sanan yobaz politikacı kökten bir batı reddiyesi yaparak cahilliğini ve ya istismarcılığını kanıtlamış olmuyor mu? Bunların suratına gene Mehmet Akif iki dizeyle şamar atıyor: Coşkun koca bir sel gibi, daim, beşeriyet, müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet. (6)
Kadınlarımızı şeriat tutsaklığına sokmakla hangi uygarlık yarışını kazanabiliriz? Çarşafa sokulup, şeriat tutsaklığına mahkum edilen kızlarımız, kadınlarımız genelde kültür seviyesi düşük, ekonomik bakımdan zayıf olan çevrelerden çıkıyor. Neden Din baronları, Din tacirleri bunları kullanıyorlar da
ondan! Siyasi emelleri için. Oy potansiyeli yaratmak için ! Tüm kadınlarımızın eğitim olanaklarından yararlanarak, demokrasiye bilinçle katılmaları, iş, aş, ekmek
sahibi olmaları, onurlu, başı dik, yaşamları, sosyal güvenliğe kavuşanlara.. dileğimizle…
Gel kardeşim, annen sana muhtaç; ona koşmak…
Koşmak ona, kurtarmak o bibahtı vazifen.
Karşında göğüs bağır açık, ölgün yatıyor bak ;
Onsuz yaşamaktansa beraber ölüş ehven ! …(7)
Gerçek analarımız kadın vatan anaya koşmak ve onun yararını, çıkarını üstün tutmak da analarımız ve kızlarımızı kurtarmak anlamına gelecektir. Fikret’in bu dörtlüğünün anlamına her zamanki kadar muhtacız.
Cahit Sıtkı Tarancı ana sevgisini bütün insanların ruhunda duyar gibidir. Kendi sevgisini bütün insanlara teslim eder. Gözyaşı ve ana sevgisi arasındaki mutlak ilişkiyi kurar. Gurbeti ana,anayı gurbet bilir.”Anacığının dizlerine başını koyup bütün insanların yerine ağlaması ne kadar içten ve liriktir.”
Bir gün sılaya geldiğimde,/bir şeyler sezersen halimde,
Hiç şaşmayacaksın anacığım/başımı koyup dizlerine,/uzun uzun ağlayacağım/bütün insanların yerine. (8)
Ahmet Kutsi Tecer, ANNELER şiirinde bu derin ve içten sevgiyi dile getirir.Dokuz dizede özetler.Bu büyük ve köklü sevgiyi hem de bir anlam itibariyle bir roman gibi :
Dal bir dedi ki tomurcuğuna :
‐Tenimde bir yara işler gibisin
Titrerim rüzgarlar keder vermesin
Anneler beşikte der çocuğuna:
‐Acını görmesin gözüm alemde
Teselli demeksin bana son demde
Bütün ümitleri yel alır gider
‐Tomurcuk açılır sel alır gider
Anneler büyütür el alır gider…(9)
AKP iktidarında semirilen, büyüyen, gelişen, yerleşen, korkunç oranda silahlanan PKK terör örgütü, her gün analarımızı ağlatıyor. Hem de hüngür hüngür! Gözyaşları sel oluyor. İki ayda 500 yiğit evlat Şehit! Binbaşılar, Yüzbaşılar, Üsteğmenler, Astsubaylar, Erler… Polislerimiz, Korucularımız!
Aynı iktidar Esad’ı yıksınlar diye teröristlere göz yumdu, Aynı Silah bize döndü. Suruç’ta, Reyhanlı’da, Diyarbakır’da ve Arkara’da yüzlerce kişiyi katletti. Adeta toplu katliam yaptı. Analarımız ağladı. Daha sırada kim bilir hangi canlı bombalar var! Daha sırada kim bilir hangi canlı bombalar var! İŞİD her gün Kilis’e füze ile saldırıyor. 18 ölü, onlarca yaralı PKK belası yetmiyormuş gibi bir İŞİD belası çıktı. Bu belayı başımıza musallat edenler, destek verenler şimdi mutlu mu?
Kırşehirimiz de onlarca şehit verdi bu topraklar için. Onlarca Kırşehirli anasını ağlattılar, gözyaşlarını döktüler.
Gidin bakın Kırşehir’deki Ahmet Tozluklu Şehitliği’nde yatan şehitlerimize… Ağlayan analar, babalar, bacılar, eşler, yetim kalan çocuklar…
Bu kadar gözyaşları yaşayan ülkemizde hangi anne mutlu olabilir? Hangi anne ve baba bu kadar acıya dayanabilir ki? Geride gözü yaşlı eşler, bacılar, çocuklar, kardeşler varken, her gün şahit haberleriyle sarsılan insanlar mutlu olabilir ki?
Yeter artık! Analar ağlamasın…

1) Atatürk, Ekim.1925, Söylev ve Demeçler Cilt : 2.
2) Hacı Bektaş Veli‐Laik Ulusal Kültür‐Adil G.Vahaboğlu,1987
3) Ziya Gökalp, Yeni Hayat, 1943
4) Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı, 1968
5) Mehmet Akif ve Cemiyetimiz,Doç.Dr.Faruk K.Timurtaş,1962
6) AGY. aynı yazar.
7) Tevfik Fikret, Millet Şarkısı, Ruba‐i Şikeste,1962.
8) Cahit Sıtkı Tarancı, Bütün Şiirleri, Hz. Asım Bezirci,1983
9) Ahmet Kutsi Tecer, Kişiliği, Sanat Anlayışı ve Tüm Şiirleri, Hz.Vecihi Timuroğlu,1980.