Bundan 50 yıl öncesine kadar Kırşehir gibi Anadolu’nun pek çok köyünde Şubat ayı içerisinde baharın müjdecisi, koyun ve keçilerin yavrulama mevsimi olması nedeniyle “saya gezmeleri” yapılırdı.

Bu gezmelerin nedeni Ekim ayı içinde koç katımı yapılırdı. Bu tarihten Şubat ayının sonuna kadar gün gün sayarlar 100 günün ardından koyun ve keçilerin yavrulama tarihi ortaya çıkardı. Bunun adına da “Saya” denilirdi.

Köylerimizde Şubat ayına girildikten sonra köy sakinlerinden 15-20 kişinin organize etiği “Saya Gezmeleri” akşam yemeğinden sonra başlardı.

Sayacı başı olan kişiye büyük beden bir elbise giydirilir, giydiği elbisenin içine çul çaput doldurularak şişman hale getirilir, yünden sakal, bıyık yapılır, belindeki palaskaya da büyük bir çan bağlanarak oynatılırdı.

Sayacı başının yanında bir erkeğe de kadın elbisesi giydirilir ve gelin rolünde olurdu. Ayrıca bir erkeğin de eli yüzü sobanın isinden alınan karalarla boyanır ve zenci hale getirilirdi.

Sayacı başı rol gereği yanındaki gelini etrafındakilerden korumak için büyük mücadele verirdi ve ziyaret ettikleri bir evin önünde bayılır düşerdi.

Diğer gruplar sayacı başını ayağa kaldırmak için gelini ortaya alırlar, kaşıkla bir süre oynatarak hep birlikte şu maniyi söylerlerdi.

Kırşehirli hemşerimiz tarihçi Prof. Dr. İlhan Şahin  de anasından dinlediği bu maniyi bana şöyle nakletmişti:

Saya saya sallı bey

Dört ayağı nallı bey

Saya geldi gördün mü?

Selam verdi duydun mu?

Karabaş koyunu verdin mi?

Dam üstünde bulunduruk

Geze geze yorulduk

Yağ veren ablanın

Altın başlı oğlu olsun

Keş veren ablanın

Kel başlı oğlu olsun

Kırklığı aldım elime

Kırktım kırpık belini

Anaları da aldı mı dölünü

Bir’in bin olsun

Sayacı geliyor sayacıya

İnci boncuk takılsın

Sayacının karısına

Karası kına diye yakılsın…

 

         Bu “Saya Gezmeleri”nin yapıldığı yıllarda Anadolu’nun tüm köylerinde her köyde en az beş koyun sürüsünün olduğunu öğreniyoruz. Her sürü de en az 300  koyundan oluşurdu.

O yıllarda gelenek halinde kutlanan “Saya Gezmeleri”nde köyün ileri gelenleri ve gençleri köy meydanında toplanarak yapılacak “Saya Gezmesi”nin programını ayarlarlardı. Asla büyüklerinin sözlerinden çıkmazlar, onların direktiflerini harfiyen yerine getirirlerdi.

Davullu-zurnalı gruplar oyunlar oynar, halaylar çeker, alkış, nara ve deh deh sesleriyle köy sokaklarını karda kışta dolaşırlar ziyaret ettikleri evlerden aldıkları bulgur ve tereyağlarını toplarlar ailelere teşekkür ederek yeni senenin hayırlar getirmesini dilerlerdi.

“Saya Gezmeleri” tamamlandıktan sonra köy meydanında ateşler yakarlar, Sinsin oynarlardı.

Sinsin oyunu yiğitlik, mertlik anlamına gelirdi. Sinsin ateşini etrafına oynayarak mendil sallayarak, dolaşanlar, kenara çekilir, diğer arkadaşları Sinsine dahil olurlardı.

         Daha sonra gecenin ilerleyen saatlerinde Sayacılar topladıkları bulguru, tereyağı ile pişirirler ve hep birlikte bir evde yerlerdi. Eğlenceleri sabaha kadar güle oynaya devam ederdi.

Ertesi günü köylülerin ağıllarında koyun-keçi, kuzu-oğlak sesi birbirine karışır, insanlar sevinirlerdi. Zira artık koyun ve keçiler yavrulamaya başlamışlardı. Bu tabiat olayı da baharın müjdecisi olarak kabul edilirdi.

Türk kültür geleneğinden gelen ve ne yazık ki unutulan Saya Gezme adetleri Şubat ayının içinde yapılırdı.

Ne yazık ki her şeyimizde olduğu gibi bu Saya Gezmeleri unutuldu ve teknolojiye yenik düştü.

Eski yıllarda televizyon ve bilgisayarın olmadığı devirlerde köy odalarında gerçekleştirilen yarenlikler yapılırdı. Günümüzde ise insanlar artık televizyon ve bilgisayarlara, internet ve cep telefonlarına bağımlı haline geldiler. Onlar yapamıyorlar.

Komşuluk ilişkileri öldü. İnsanlar zoraki, mecburiyetten olsa gerek bir araya gelebiliyorlar.

İşte unutulmuş, günümüzdeki pek çok insanın bilmediği “Saya Gezme” adetlerinde yapılanları hatırladığım kadarıyla siz değerli “Kırşehir Çiğdem” okurlarına dile getirmeye çalıştım.