Milletler kendi öz değerleri olan milli ve manevi değerlerinden, güvenden, doğruluktan koptukça, ayrıştırmayı karıştırdıkça huzurları bozulur, strese girerler, patlamaya hazır bomba gibi olurlar. Aslında olurlar kelimesi b eksik kaldığı gibi şu an Kırşehir’de yaşayan insanların büyük çoğunluğu canlı bomba gibi dokunsan patlayacak durumdalar.

Milletler kendi öz değerleri olan milli ve manevi değerlerinden, güvenden, doğruluktan koptukça, ayrıştırmayı karıştırdıkça huzurları bozulur, strese girerler, patlamaya hazır bomba gibi olurlar.
Aslında olurlar kelimesi b eksik kaldığı gibi şu an Kırşehir’de yaşayan insanların büyük çoğunluğu canlı bomba gibi dokunsan patlayacak durumdalar. Bu Kırşehir için olduğu kadar ülkemizin diğer illerinde yaşayan vatandaşlarımız içinde geçerlidir.
Bir gerçek var ki insanlarımız bunalımlı, stresli, sinirli. Bunlara bir de ahlaki çöküntüyü, iyi, kötüyü, güzeli çirkini ayıramadığımız da ilave edersek çıkmaz bir yola girdiğimiz kesindir. İçine girdiğimiz bu çıkmaz yol toplumdan insanlık duygusunu söküp almış, iyilik, dürüstlük, adalet, fedakârlık, şefkat ve merhamet gibi erdemlerin hızla kaybolmasına sebep olmuştur.
Ahlaki değerler deyince de bizler sap ile samanı birbirine karıştırarak işin boyutuna kadın-erkek birlikteliğini, kız ile erkeğin el ele tutuşarak gezmeleri, sohbet etmeleri, aşk, sevgili muhabbetlerini getiriyoruz aklımıza.
Oysa ahlak geniş kapsamlı bir terim olup, devlet malına zarar vermek, rüşvet alıp, vermek, görevi kötüye kullanmak, topluma zarar vermek, Kırşehir’e yapılan hizmetleri korumamak, cadde ve sokaklara tükürmek, elimizdeki atıkları caddelere atmak, Kırşehir cadde ve sokaklarında gezerken, spor müsabakalarını seyrederken yanımızda onlarca bayanın olmasına rağmen koro halinde küfür etmek, yalan söylemek, yalakalık yaparak iş yeri huzurunu ve çalışma ortamını bozmak, çalışanlarının şevkini kırmak gibi olaylarında meydana getirdiği ahlaki çöküntüyü göremedik veya gördük ama işimize gelmedi. Böyle olunca da ister istemez sapla samanı karıştırdık.
Özel veya resmi kurumlarda dürüstçe çalışanların çalışma azimlerini, şevklerini kırdık, yalakalara, sünepeleri, bir araya gelmiş sac ayaklarını el üstünde tuttuk makam vererek ödüllendirdik. Üst düzey amirlerin yanında çalışıyormuş gibi görünüp, bir sağa, bir sola koşup, amirlerin olmadığı durumlarda “salla başını, al maaşını” zihniyetlerine pirim verdik, bankamatik memurlarını çoğalttık!
Aklı üçe beşe ermeyenleri güzel kıyafetlerle görünce bir şey zannederek hürmet ettik, iyi karşıladık. Ancak konuşmaya başlayınca toplumda nasıl konuşacağını, nasıl davranacağını bilmeyen zır cahil olduğunu anladığımız zaman da “nereden geldi, keşke hiç gelmeseydi, çıkınca oh be kurtuldum benden uzak olsun da, isterse Mısır’a molla olsun” dediğimiz bu insanlara itibar verdik, yer verdik, adam yerine koyduk.
Ancak dürüst, güvenilir, gittiği yere huzur veren, ağzından bal akan, hiç susmadan konuşsun istediğiniz, kırmadan incitmeden, bilgisini paylaşan, tecrübelerini anlatan, kendi enerjisini insanlara yansıtan, geldikleri yeri de, gittikleri yeri de mutlu eden çok muhterem insanların da saf dedik, enayi dedik, bunlardan bir şey olmaz diyerek dışladık.
Tıpkı sapla samanı karıştırdığımız gibi iyi ile kötüyü de, güzel ile çirkini de karıştırdık. Samanlıkta iğne aradık, yağmur yağarken bahçe suladık, güneşe karşı ateş yaktık, kar ile doluyu, rüzgar ile fırtınayı, testiyi yapanı da kıranı da birbirine karıştırdık. Her zaman doğru söyleyeni dokuz köyden kovduk. Öyle olunca da dünyanın işleri ters gidiyor diyerek hayıflandık.
Aslında gaflet uykusundan uyanmadığımız, içine düştüğümüz acı durumdan kurtulmadığımız, sapla samanı karıştırdığımız sürece hiçte hayıflanmaya hakkımızda yok. Kime ne diyelim. Sapla samanı karıştıranda bizleriz.