Adnan Yılmaz’ın Kaleminden 24 ARALIK 1919
SAMSUN’DAN KIRŞEHİR’E MUSTAFA KEMAL
19. Yüzyılın sonlarına doğru Almanya’nın çok güçlü bir devlet olarak ortaya çıkışı, dünyadaki güç dengelerini altüst etmiştir. Bu durum, İngiliz ve Fransız çıkarlarını Alman çıkarları ile karşı karşıya getirir. Almanya ile Rusya arasındaki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, içinde barındırdığı Slavlar nedeni ile Balkanlarda Rus çıkarlarına karşı tavır koyar. Rusya ile Avusturya-Macaristan arasındaki anlaşmazlıkta Almanya, Rusların Balkanlar’daki nüfuzunu kırmak ve Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini kolaylaştırmak için Rusya’nın karşısında olur. Bunun üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa’nın politikasına yaklaşır. 20. Yüzyıl’ın başlarında büyük devletler böylece kesin ve keskin bir çıkar gruplaşmasının içine girer. Eşitsiz gelişim ve bunun üzerinde yükselen gruplaşmalar dengelenmediği ve buna engel olunamadığı için, dünyayı ve insanlığı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyen korkunç süreç de böylece başlar.
28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının Saraybosna’da öldürülmesi, bu savaşa neden gibi gösterilse de, bu artık işin bahanesidir. Kartlar açılmış, Avrupa’nın büyük devletleri peş peşe birbirlerine savaş ilân etmeye başlamıştır.
Rusya, Fransa ve İngiltere bu savaşta “Anlaşma” devletlerini oluştururken, Almanya ve Avusturya-Macaristan “Bağlaşma” devletleri içinde yer alır. Dünya toz-dumandır. Başlangıçta Almanya’nın safında yer alan İtalya, bir süre savaşı izler. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu bağlaşma devletleri içine katılır.
Enver Paşa’nın “Turan” hülyası
İnsanlık, o güne kadar görmediği bir felâketle Birinci Dünya Savaşı’nın içindedir artık... 1914 Ağustos’unda Avrupa savaşı niteliği kazanan savaş, Osmanlı Hükümeti’nce soğukkanlı karşılanır. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu anlaşma devletleri, Osmanlı’nın bu savaşta devre dışı kalmasını istemektedir. Özellikle de İngiltere Ortadoğu yolunun güvenliği açısından buna şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Hatta Osmanlı’ya savaşa girmemesi karşılığında yardım yapmaya ve kapitülâsyonları kaldırmaya hazır olduklarını belirtirler.
Ancak Balkan savaşlarından sonra memleketin yönetimine hâkim olan İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Harbiye Nazırı Enver Paşa, bu savaşta Almanların galip geleceğini, Rusların yenileceğini, tam da bu fırsatta Kafkaslar ve İran üzerinden Orta Asya’ya geçilerek büyük bir Turan İmparatorluğu kurulacağını düşlemektedir.
Ülkeyi bu büyük yangına sokan Turan hülyasının serüvencileri, sadrazam Sait Halim ve kilit kişilikleriyle Talat ve Enver paşalar Alman elçisi Von Wangenhaim ile sürdürülen görüşmelere Babıâli’nin ve de sultan V. Mehmet’in rızasını da alarak katılmışlardır. 1878’de Rusya’ya terk edilmiş Doğu Anadolu illeri, Ege ve Akdeniz adaları, Trablusgarp, Rumeli’nin zengin topraklarını kazanmak, Kafkas ötesi ve Orta Asya’da ecdattan kalma toprakları yeniden fethetmek, aynı anda da bazı batılı güçlerin üzerlerindeki siyasi ve mali boyunduruğu kırmak için çıkış yolu olarak “savaş” görülür Akdeniz sularında seyreden Alman donanmasının Goeben ve Breslau zırhlıları Afrika’daki Fransız üslerini bombardıman ettikten sonra Osmanlı sularına sığınır. İngiltere bu iki geminin gözaltına alınmasını hatırlattığında da İstanbul hükümeti bu iki donanmayı “Yavuz Sultan Selim” ve “Midilli” adıyla kendi donanmasına kattığını bildirir.
İngiliz donanmasınca Karadeniz’de kovalanan ve Osmanlı Devleti’ne sığınan iki Alman savaş gemisi satın alınmıştır. Bu iki Alman savaş gemisi yine Enver Paşa’nın gizli bir talimatıyla 29 Ekim 1914’te Karadeniz’e açılır. Enver Paşa ve Almanlar arasındaki bu senaryo artık Osmanlı Devleti’ni savaşın içine atmış, Kasım 1914’te Osmanlı savaşa tutuşmuştur bile...
Osmanlı’nın savaşa girişi Almanların iştahını artırır. Osmanlı İmparatorluğu ateş açarsa Ruslar birliklerini Kafkasya’ya kaydıracak, İngiltere Süveyş kanalıyla Mısır’ı korumanın peşine düşecek batı cephesi üzerindeki baskı azalacaktır. 21 Ekim’den başlayarak ilk Alman altın kasaları İstanbul’a ulaştığında hemen ertesi gün 22 Ekim’de Enver Paşa Karadeniz’deki Rus limanlarına saldırı emri verir. Ok yaydan çıkmıştır. Rus limanlarını Odessa, Sivastopel ve Novorossisk’i topa tutmaya başlamıştır. Çarlık Rusya’sına 2 Kasım’da savaş ilan etmek düşer. Sultan V.Mehmet bedence ve malca cihada katılmayı en yüce din görevi olarak Osmanlı uyruğundan olsun olmasın bütün müminlere buyruk salar. 1914 Aralık’ının ortalarında bizzat Enver Paşa başkomutan rütbesiyle Kars, Ardahan ve Batum illerini yeniden fethetmek için Rus hedeflerine saldırıya geçtiğinde ünlü Sarıkamış felaketiyle sarsılır. Askerler kara gömülmüş, soğuktan donmuş, salgın hastalıklar yayılmış birkaç hafta içinde de bütün ordu yok olup gitmiştir.
Mustafa Kemal; 9. Ordu Komutanı
İngilizler Anadolu’daki huzursuzluktan ve direnmeden rahatsız durumdadır. Doğudaki asayişi ve ateşkesi sağlamak üzere başından beri İngiliz hayranı olan Damat Ferit İngilizlerin de zorlamasıyla Vahdettin tarafından iş başına getirilir. Bu durum Mustafa Kemal Paşa için bir fırsattır. Damat Ferit’in çevresini tanımaması Mustafa Kemal Paşa’ya avantaj kapılarını aralar. Mustafa Kemal Paşa doğudaki 9. Ordu’nun başına gelirse asayişi sağlar ve hükümeti sıkıntıdan kurtarabilir. Mustafa Kemal bu düşünceleri inceden inceye Damat Ferit’e kendi çevresini kullanarak telkin ettirir. Zaten Vahdettin için İttihatçı asker kadro ile ters düşen Mustafa Kemal temiz bir kişidir. Çeşitli çalışmalar sonucu 30 Nisan 1919’da Mustafa Kemal artık 9. Ordu Komutanı’dır. Görevi ise doğudaki İngiliz isteklerini yerine getirmek, asayişi sağlamak, halkın silâhlanmasını önlemektir. Mustafa Kemal’in göreve gitmeden önce vedalaştığı Vahdettin, İngilizlerin asayiş yakınmalarının giderilmesini rahatlama açısından önemli bulmaktadır. Ve Mustafa Kemal’e Vahdettin’in son sözü “Paşa, devleti kurtarabilirsin” olmuştur. Bu söze karşı Mustafa Kemal’in verdiği yanıt ise “Elimden geleni yapacağım” şeklindedir.
Atatürk’ün sağlığında Amerikan elçisi olan ve kendisiyle uzun konuşmalar yapan General Sherill’e göre: “Talih bir taraftan Yunanlıları İzmir’e çıkarırken öbür taraftan onlara karşı koyacak Mustafa Kemal’i Samsun’a getiriyordu. Vahdettin Mustafa Kemal’i Samsun’a ordu müfettişi olarak göndermekle, başkenti arzu edilmeyen şahsiyetten kurtarmayı düşünmüştür. Yunanlıları İzmir’e gönderen Loyd Corc ve Mustafa Kemal’i Anadolu’ya tayin eden Vahdettin adındaki iki kukla talihin aleti olmuşlardır. Vahdettin Almanya seyahatinde (15 Aralık 1917- 4 Ocak 1918) refakatindeki Mustafa Kemal Paşa hakkında iyi intibalar edinmişti. Her ikisinin Enver Paşa’yı sevmemeleri, onları birleştiriyordu. Mustafa Kemal’in yurt sevgisi herhalde Vahdettin’in gözünden kaçmamış olmalıydı. Fakat bu hükümdar, kendi durgunluğu ile Mustafa Kemal’in ateşli ruhu arasındaki uçurumun farkına varamamıştı.
Yunanlıların İzmir’e çıkartma yapmasından bir gün sonra 16 Mayıs’ta yeni görevine gitmek üzere Mustafa Kemal İstanbul’dan Samsun’a hareket etmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal görünüşte İstanbul Hükümeti’nin memurudur. İstanbul Hükümeti de ona asayişi sağlamak ve İngilizlere karşısında rahatlamak noktasında güvenmektedir. O nutkunda belirttiği gibi yapacağı işleri kimseye sezdirmiş değildir. Sadece İstanbul’dan ayrılmadan bir gün önce yakın arkadaşı Fethi Okyar’a “Hükümet ve Saray benim hakkımda derin bir gaflet içinde bulunuyor” demiştir. Mustafa Kemal Saray ve İstanbul Hükümeti etrafında köhnemiş kadroyla hiçbir iş yapılamayacağını anlamıştır. 25 Mayıs’a kadar Samsun’da kalan Mustafa Kemal işe başladığına dair önce İstanbul Hükümeti’ne telgraf çeker. Samsun’daki İngilizlerle asayişin nasıl sağlanacağı konusunu görüşür. Bu sıralarda İzmir’in işgaline tepkiler büyürken İngilizlerin kontrolündeki bir Samsun’da iş yapmak hayli zordur.
Mustafa Kemal Paşa 25 Mayıs’ta Havza’ya geçer. Anadolu’daki dağınık birliklerin komutanlarını kendine bağlar. Tercihleri önlemeye başlar. Yurdun dört bir yanında mitingler yapılması için talimatlar verir. Sakladığı düşünceleri ve faaliyetlerini artık açıkça yapmaktadır. İstanbul Harbiye Nezareti’ne 3 Haziran’da çektiği telgrafta özetle şunları söyler : “İzmir yöresinde görüle gelen olayların ve benzerlerinin baş göstermesine karşı ulusun coşkusunu ve vicdan sızlamalarını ve ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim.”
Mustafa Kemal’den zaten kuşkulanan, ancak Damat Ferit ve Vahdettin’in atamasına karşı çıkamayan İngilizler Padişah’a ve İstanbul Hükümeti’ne 6 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a dönmesini emrettirirler. Mustafa Kemal ve yakın çevresi için artık ok yaydan çıkmıştır. Batı cephesinde ise durum vahimdir. Yunanlılar Ege’de ilerleyişini hızla sürdürmektedirler. Küçük çaplı milis direnmeleri gerek batıda, gerekse güneydoğuda Fransızlara karşı zayıf ta olsa devam etmektedir. Bu direnen milis kuvvetlerin adı Kuvay-ı Milliye, yani ulusal kuvvetler olmuştur. Asıl büyük mücadele başlayıncaya kadar Kuvay-ı Milliye düşmanı oyalamakta ve zaman zaman durdurmakta büyük hizmetler verir.
Havza’dan Amasya’ya en yakın arkadaşları Ali Fuat Paşa ve Bahriye Nazırı Rauf Bey’le gelen Mustafa Kemal ünlü Amasya Tamimi’yle kartlarını gerek İstanbul Hükümeti’ne, gerek İngilizlere karşı bütünüyle açmıştır. Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığının tehlikede olduğuna işaret eden tamimde askeri birliklerin terhis edilmeyeceği, dolayısıyla ateşkesin mümkün olmayacağının altı çizilmekte, Sivas’ta bir ulusal kurul toplanmasının aciliyetine dikkat çekilmektedir.
3 Temmuz’da Amasya’dan sonra Sivas üzerinden Erzurum’a geçen Mustafa Kemal yoğun çalışmalar sonucu ilk büyük ulusal kongreyi burada 23 Temmuz’da açar. Gücünü ulusal iradeden alan bir hükümetin Anadolu’da kurulup çalışabileceğini belirginleştirir. 8 Temmuz’da Dahiliye Nezareti’nin görevden aldığı Mustafa Kemal için bir de Damat Ferit’in teklifiyle Vahdettin’in imzaladığı o ünlü “devlet memurluğu”ndan alınması da eklenir. Mustafa Kemal’in artık yetkileri yoktur.
Güç Şartlar Altında Sivas
Erzurum’dan Sivas’a geçmek için parası bulunmayan Heyet-i Temsiliye bir emekli bin başı 900 lira olan tüm parasını ödünç vermiş 10 lira da kendi aralarında toplayarak 29 Ağustos 1919’da Erzurum’dan hareket edilmiştir.
Erzurum Kongresi’nin ardından Sivas’a geçen Mustafa Kemal bütün güçlüklere rağmen Sivas Kongresi’ni açar. Ateşli tartışmaların yapıldığı kongrede ne üzücüdür ki hâlâ Padişah’a bağlı kalmaktan başka çare olmadığını ileri sürenler Mustafa Kemal’in kongre başkanlığına bile itirazda bulunurlar. Damat Ferit’in ve Vahdettin’in görüşüne katılanlar Anadolu’daki direnişlerin ne başkaldırıların Osmanlıları İngilizlere karşı zor durumda bırakacağını ileri sürer.
Bu zorlu dönemde İstanbul hükümetince ve de İngilizlerce Mustafa Kemal’i ve çevresini “Bağımsız Kürdistan” istemleriyle de boğmak istemişlerdir. Mustafa Kemal’in 9 Eylül’de Sivas’ta iken konuya ilişkin çektiği telgraflar bu durumu aydınlatmaya yetmektedir.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ölü veya diri yakalamak, ulusal başkaldırıyı bastırmak için Elazığ Valisi Ali Galip’in başarısız girişiminin ardından Damat Ferit bu defa aynı hain plan için Ankara Valisi Muhiddin Paşa’yı memur eder. Muhiddin Paşa beraberinde kalabalık jandarma müfrezesi ile birlikte Sivas’ı basacak Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölü ya da diri ele geçirmeye çalışacaktır. Bu plan öğrenilir öğrenilmez durum Ankara’da bulunan kolordu komutanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ya bildirilmekle kalınmaz aynı anda o sıralarda Kırşehir Keskin yöresinde bulunan Kuvay-ı Milliye reislerinden Rıza Bey’e (Kendisi sonradan Kırşehir mebusu olmuştur) Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın tutuklanıp Sivas’a getirilmesi ricasında bulunulur.
Sonuçta Muhiddin Paşa Kırşehirli Rıza Bey’in başında bulunduğu Kuvay-ı Milliye müfrezelerince yakalanarak Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının huzuruna getirilir.
Keskin’li Rıza Bey (Silsüpür) Ankara Valisi Muhiddin Paşa’yı 19 Eylül 1919 günü Keskin’le Elmadağ arasındaki Kılıçlar belinde müfrezesiyle birlikte yakalamıştır.
Esasen Ankara valisi Muhiddin Paşa Mestuve tahsisattan (örtülü ödenek) para ile Çorum’a gelerek orada bazı tertibat ve telkinat icra etmekteyken haber alınmış. Çorum’dan Ankara’ya doğru firar ettiği sırada yakalanmıştır.
Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın Rıza Bey’in başında bulunduğu Kuvay-ı Milliyecilerce tutuklanıp Sivas’ta Mustafa Kemal’i tesliminden sonra ilk mecliste Kırşehir mebusu olacak Ankara defterdarı Yahya Galip (Kargı) Ankara Valiliği’ne getirilmiştir. Kırşehir mebusu olan Yahya Galip Yozgat’ta baş gösteren Çapanoğlu isyanının bastırılmasına kadar Ankara valiliği görevinde bulunmuştur.
Mustafa Kemal’in huzuruna çıkartılan ve de can telaşıyla pişmanlığını ifade eden devrik Ankara Valisi Muhiddin Paşa’dan Heyet-i Temsiliye için çalışacağına dair namus sözü alındıktan sonra kendisi İstanbul’a gönderilmiştir.
Ankara ve çevresinde ulusal hareketlerin daha bir serbest şekilde yürütülmesi İstanbul cephesinde ciddi bir sancı olmuş Ankara valiliği de bu anlamda önemsenmiştir. Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin yapılacak olan milletvekili seçimlerine katılmama sebeplerinden birini de Ankara valisi Muhiddin Paşa’nın Keskin’de yakalanarak Muhafaza altında Sivas’a götürülmesi olayı olmuştur.
XIX. yüzyılın sonu XX. Yüzyılın başlarında Keskin ve Mecidiye kazaları olan Kırşehir ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca da Mecidiye, Avanos, Mucur kazalarıyla birlikte Ankara’ya bağlı bir sancaktır.
Ankara’da bu dönem Muhiddin Paşa gibi ulusal hareketin aleyhinde çalışan bir valinin bulunması Kırşehir’de ortaya çıkan ulusal bilincin; Mustafa Kemal ve arkadaşlarına destek veren eylemliliğini köreltmeye yetmemekle birlikte etkilediği de bir gerçektir.
Vali olmanın idari nüfuzuna da kullanan Muhiddin Paşa, Hacıbektaş’taki Bektaşi Şeyhlerini İstanbul Hükümeti safına çekmek için yoğun çabalar harcamış Ali Fuat Paşa’nın çabalarıyla bu hain tutum başarısız kalmıştır.
Söz konusu dönemde Kırşehir’e bağlı bulunan Avanos İlçesinin Kaymakamı Enver Bey’in değiştirilmesine de teşebbüs edilmiştir ki, Mustafa Kemal ve 9 Heyet-i Temsiliye üyesinin aldığı kararla Milli Harekat ve Teşkilata yardım hizmetleriyle öne çıkan bu Avanos Kaymakamı Enver Bey’in görevden alınılmasının önüne geçilmesi için hem 11. Fırka Komutanlığına bildirimde bulunulmuş hem de Kırşehir Mutasarrıflığı’nın nazari dikkatinin çekilmesi istenmiştir.
Eylül 1919’da Sivas kongresine katılmak üzere İstanbul’dan gelen gizli karakol cemiyetinin yöneticisi Kara Vasıf Bey “Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın sık sık Kırşehir’e gittiğini, orada Bektaşi Şeyh ve babalarını milli mücadeleye karşı kışkırttığı” haberini getirdiğinde bu durum Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye için hiç de yadırganmamıştı.
Kırşehir’deki Bektaşi dergahıyla ilişki kurmaya çalışan İstanbul hükümetinin girişimlerine karşılık 10.Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa Miralay Osman Bey’i Hacıbektaş’ta bulunan Cemalettin Çelebi’nin yanına yollamış, bu Osman Bey Ankara valisi Muhiddin Paşa’nın İstanbul hükümeti adına yürüttüğü çabaların başarısızlığını yerinde görerek Ali Fuat Cebesoy’u bilgilendirmiştir.
Ankara valisi Muhiddin Paşa İngilizlerin sağladığı paralarla Hacı Bektaş Çelebisi yoluyla Bektaşileri İstanbul Hükümeti yanına çekmeye çalıştıysa da, demokratik dünya görüşü ve ulusçuluk anlayışına sahip olan Bektaşi tarikatı ve Bektaşiler, dini temsil eden hilafet yerine, daha yenilikçi ve demokratik görünümlü ulusçu hareketi desteklemeyi kendilerine daha uygun gördüler.
Ulusal Kurtuluş savaşı süresi içinde Konya Valisi Cemal, Ankara Valisi Muhiddin, Elazığ Valisi Galip, Eskişehir mutasarrıfı Hilmi, Bolu mutasarrıfı Osman Kadir, Yozgat mutasarrıfı Necip haince tutum sergileyen dönemin idarecileri arasında olup bunların hemen tümü “Hürriyet ve İtilaf Partisi”ne bağlı bulunmuşlardır.
4 Eylül’de başlayan Sivas Kongresi bütün engellemelere rağmen 11 Eylül’de sonuçlanır. Bu kongrede tüm yurttaki direniş örgütleri birleştirilmiş, tek yönetim altına sokulmuş, bağımsızlık için manda gibi isteklerden vazgeçilmiş, İstanbul Hükümeti’nin tutumuna karşı açık bir cephe alınmış, Padişah’a Meclis-i Mebusan’ı toplaması için baskıda bulunulmuştur.
Bu süreler içinde Kuvay-ı Milliye bir yandan işgalci düşmana karşı direnirken bir yandan da Damat Ferit’in kışkırtmalarıyla boğulmak istenmiş, doğu Anadolu’da Sivas Kongresi’nde alınan kararları tanımayanlar çıkmış, bunlar derhal susturulmuş, ama daha acı tepkiler İç Anadolu’da görülmüştür. Konya’nın Bozkır ilçesi Damat Ferit’çi bir valinin kışkırtmasıyla Heyet-i Temsiliye’ye karşı ayaklanmış, Kuvay-ı Milliye birlikleri Eylül sonunda başlayan bu olayları ancak Kasım ayında bastırabilmiştir. Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye üyeleri “Kuvay-ı Milliye’yi amil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır” düşüncesiyle Anadolu’nun düşman istilası altında debelendiği bu süreçte Erzurum ve Sivas kongrelerinin aldığı kararlar doğrultusunda çalışmalarını artık Ankara’da yürütmeyi plânlamıştır.
23 Ağustos 1919’da 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir, Raif, Hüseyin Rauf ve Mustafa Kemal imzalı Sivas 3. Kolordu Komutanlığına yazılan bir şifreli telgrafta, Sivas Kongresine katılmak için erken hareket edenlerden başka Ankara’dan Hoca Ahmet Efendi, Yozgat’tan Bahri Bey ve bazı İllerden Sivas’a hareket edenlerin isimleri zikredilirken Kırşehir’den Zeki Efendi’nin de delege olarak Sivas’a Hareket ettiği bildirilmektedir.
Heyet-i Temsiliye Sivas’tan Kayseri ve Kırşehir üzerinden Ankara’ya hareket etmek için hazırlıklara başladığında araç lastiği ve benzin parasına muhtaçken ve de Osmanlı Bankası’ndan ulusal davanın zarar görmemesi için “tüccardandır” denilerek bir kişi kanalıyla bin lira tedarik etmek için uğraşırken Bayburt’un Hars kariyesinde bulunan “Şeyh Eşref” adlı bir yobaz “Harp edeceğim. Allah bana şeriat ilanına memursun dedi” diyerek etraf köylerde beyannameler dağıtmakla halkı Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye karşı isyana teşvik etmekle meşguldür. Sonuçta bu isyan bu yalancı peygamber ve oğullarının bertaraf edilerek Hars’ın teslim alınmasıyla sonuçlanmıştır.
Sivas’tan Kayseri’ye
Mustafa Kemal 8 Aralık 1919’da Sivas’ta iken Konya 12.Kor. Alb. Fahrettin Bey’e (Altay) gönderdiği özel bir mektupta temsilciler kurulunun yakında Kayseri’ye, Kırşehir üzerinden de Ankara’ya oradan da Balıkesir yakınındaki Seyitgazi’ye gideceğini ancak bu gidişi gizli tuttuklarını özellikle işaret etmiştir.
Sivas’tan Ankara’ya gidecek Heyet-i Temsiliye Ankara’ya hareket ederken niçin Kayseri-Kırşehir-Ankara güzergâhını seçmiştir. Bunun en belirgin nedeni Kayseri ve Kırşehir’in Orta Anadolu’nun önemli birikimine sahip şehirleri olmasıydı. Gerek Kayseri’de, gerek Kırşehir’de ulusal Kurtuluş Savaşı’na açık destek veren cemiyetler, dernekler filizlenmeye başlamıştır bile. Mustafa Kemal Paşa’nın bundan haberi olmuştur.
Kırşehir’in Atlıları Topaklı’da
Yolculuk çetin kış koşullarında oldukça zahmetlidir. Kayserililer konuklarına yol azığı olarak börekler, sucuklar, pastırmalar, piliçler koymuşlardır.
Topaklı’ya varıldığında Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye’yi Kırşehir atlıları karşılar. Topaklı’da nöbeti Kayseri atlılarından Kırşehir atlıları devralır.
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin heyecanı ile memleketin işgal edilmesinin yarattığı derin üzüntü Kırşehir’de milli davaya bağlılığı doruğuna çıkartır.
Sivas Kongresi’nde alınan kararlar gereği Anadolu’da kurulan bütün ulusal direniş örgütleri “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” altında toplanmış, Kırşehirliler de cemiyetin Kırşehir şubesini Müftü Halil (Gürbüz) Efendi’nin başkanlığında faaliyete geçirmişlerdir. Öğretmen Ömer Aydın, Mehmet Ağa, Hayrullah Efendi’nin yer aldıkları bu cemiyetten başka 1918’de memleketin gidişatını iyi görmeyen Kırşehirli gençler “Kırşehir Gençler Mahfili [19] ” (Kırşehirli Gençler Derneği) yedek subaylıktan terhis olan gençlerin öncülüğüyle kurmuşlardır. Elliyi geçkin Kırşehirli gencin görev aldığı bu dernekte Garipoğlu Reşat (Özdeş), Marangöz Yusuf, Necati, Cevat Hakkı (Tarım), Mustafa Hilmi (Nural), tüccardan Mehmet, Mehmet Fevzi (Saçak), Öğretmen Tayyip, Orman Memuru Katırcıoğlu Ahmet (Ersan) da yer almışlardır.
Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 3 Kasım 1919 tarih ve 10 nolu kararından da anlaşılacağı gibi Kırşehir’de ulusal mücadeleye destek veren cemiyetleşme çok daha erken başlamıştır. Aynı defterin altı nolu kararında Hacıbektaş’ta da “Müdafaa-i Hukuk Milliye Cemiyeti”nin kurulmuş olduğu, aynı cemiyetin bir şubesinin de Mucur’da teşekkül ettiği kesindir.
Mucur’a Geliş
Mustafa Kemal Sivas’tan Ankara’ya gitmek üzere yola koyulduğunda Heyet-i Temsiliye’nin bütün parası 20 yumurta, 1 okka peynir, 10 ekmeğe yetecek kadardır. Mazhar Müfit Kansu’nun anlatımlarına göre Osmanlı Bankası’nın müdürüne “Bitlis Vali-i Sabıkı” imzasıyla bir senet tanzim edilmiş, Heyet-i Temsiliye üyelerinden Bahri Bey de “tüccardandır” diye kefil edilip 1000 lira para alınmıştır.
Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye 20 Aralık 1919’da Mucur’a geldiklerinde saat 8.30’dur. Zamanın Mucur kaymakamı Cevat Bey [20] Mustafa Kemal’i karşılayarak Hükümet konağında konuk eder. Geceyi Mucur’da durum değerlendirmesi yaparak geçiren Mustafa Kemal Kırşehir’e hareket etmeden önce Hacıbektaş’a uğrayacaktır. Kurtuluş Savaşı Anadolu’nun çoğunluğunu oluşturan köylü toplulukları üzerinde sözü geçenleri de kucaklamalıdır.
1919 Anadolu’sunda 4 milyonun üzerinde alevinin kalben bağlı bulunduğu Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş Dede postu vekili Niyazi Salih Baba hala İngilizlerin soluğunu ensesinden eksik etmediği Vahdettin’e ve Osmanlı hükümetine güven pompalayan bir durumda olmadığı gibi “millet ve mukaddes vatanın bekası için” ulusal direncin safında çoktan yer almıştır.
Hacıbektaş’a uğranılmasının önemini dönemin Heyet-i Temsiliyesi içinde yer alan Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatmaktadır.
“Kayserililerin bir gün daha kalmaklığımız hususundaki ısrarlarına rağmen, hareket mecburiyetinde idik. Çünkü Hacıbektaş’a da uğranılacaktı. Bu mühim bir merkezdi. Bütün Anadolu’daki üç dört milyondan belki de daha ziyade miktara baliğ olan Alevilerin merbut bulundukları Çelebi, Hacıbektaş kariyesinde oturmakta idi. O zaman Çelebi Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş dede postu vekili Niyazi Salih Baba idi.
Milyonlara varan Alevî ve Bektaşiler, gerçi bitaraf bir vaziyette görülüyorsa da bunlar, Çelebi’nin, dede postu vekilinin emir ve iradesine tâbi olduklarından bu iki zat ile görüşmek onları tarafımıza çekmek için gerekliydi ve hem de Çelebi ile post vekili arasında birde ihtilaf var idi ki bu da varidat getiren bir maddenin ve sairenin temliki ve hisseleri meselesi idi.
Bunu da halletmek, her iki tarafı memnun ederek anlaştırmak bizim için de büyük bir kuvvet teşkil edecekti. Bu milyonlarca halk ihmal edilemezdi. Nitekim Cemaleddin Efendi Birinci Büyük Millet Meclisinde mebus olmuş ve bir aralık Meclis Reis Vekilliği de yapmıştır. İcabı hal bunu yaptırmış olsa gerektir.”
Esasen Hacıbektaş tekkesinde “Bel evladı” tabir edilen ve Hacıbektaş neslinden olduklarını iddia eden “Çelebiler”le kendilerini Hacıbektaş’ın “Yol evladı” gören Babalar arasında öteden beri şiddetli bir nüfuz rekabeti de mevcut bulunmaktadır. Anadolu ve Rumeli’deki Kızılbaş zümreleri Çelebilere bağlılıklarını kati surette muhafaza ettikleri halde büyük şehir ve kasabalardaki tekkelerde Babaların nüfuzu hakim olmuştur.
Mustafa Kemal bu noktada “Çelebi” ile “Baba” itilafını da en azından Kurtuluş Mücadelesine zarar vermeyecek bir tarzda çözümlemiştir.
Dönemin Mucur kaymakamı bulunan Ahmet Cevat Akın Mustafa Kemal’in Mucur’da iken kendisine Hacıbektaş’taki Çelebileri kastederek “İnkılaplarda her unsurdan, fertten istifade lazımdır” dediğini aktarırken Ali Fuat Paşa’nın Mucur’a Heyet-i Temsiliye ile birlikte değil Mustafa Kemal’den birkaç gün evvel yalnız olarak geldiğini bir gece Mucur’da kaldığını ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin durumunu sorduğunu ve Mucur’daki teşkilatlanmadan memnun kaldığını belirtmektedir.
Kırşehir’deki Baba Efendi
Nitekim Mustafa Kemal Kırşehir’e gelmeden 6 ay önce 26 Haziran 1919’da Tokat’ta 2.Ordu müfettişliğine yazdığı bir yazıda Kırşehir Hacıbektaş’taki Cemalettin Efendi’nin ve Hacıbektaş Dede postu vekili Niyazi Salih Baba’nın Kurtuluş Savaşı’na sağladığı desteği açık bir şekilde ifade eder:
“Tokat ve Amasya yöresi halkının önemli bir bölümü Kırşehir’deki Baba Efendi’ye son derece bağlıdırlar. Vatan ve ulusal bağımsızlığa gelecek zararı gözleriyle görmekte olan bu kişinin şimdiki kanısı şüphe yok ki buna çok müsaittir. Bundan dolayı sözüne ve kendisine güvenilebilecek, zararı gözleriyle görmekte olan bazı kişileri görüştürerek kendilerine uygun görülecek birkaç mektup yazdırarak bu yöredeki toplulukların ileri gelenlerine dağıtılmak üzere Sivas’a gönderilmesini yararlı sayıyorum.”
Buna karşı Hacıbektaş Çelebisi Cemalettin Efendi’den gelen bir telgrafta Heyet-i Temsiliye çok açık bir destek ifade edilir:
“Devlet, millet ve mukaddes vatanın bekası ve haklarının muhafazası hususunda kurulan Heyet-i âliyelerine Heyet-i Temsiliye’nin vâki iştirakı ile fakirhanemizin kabul ve takdir buyrulduğunu tebşir eden telgrafınız alınmakla tâzimlerimizi ve teşekkürlerimizi arz ederiz... Hacıbektaş Çelebisi Cemalettin.”
Daha Hacıbektaş’a gelmeden önce Sivas’tan Ankara’ya kadar olan yolculuğun hareket saatlerini, durulacak ve konaklanacak yerleri Hüsref Bey en ince ayrıntılarına kadar detaylandırıp Mustafa Kemal’e sunmuş, Mustafa Kemal bu detay yol güzergahı planını “Mucur’dan Hacıbektaş’a geçileceği” şeklinde düzeltip, Mucur’a varıncaya kadar Hacıbektaş’a gidileceğinin özellikle gizli tutulmasını emretmiştir.
Hacıbektaşlıların konuğu olan Mustafa Kemal ve arkadaşları Mucur üzerinden Kırşehir’e doğru hareket ettiğinde coşkularına yeni coşkular katmışlardır. Kırşehir’de karşılama hazırlıkları yapılmaktadır. Kaldı ki Kırşehir atlıları Paşa’yı Topaklı’da karşılamış, birçok Kırşehirli Hacıbektaş’a ve Mucur’a giderek karşılamada bulunmuşlardı.
24 Aralık 1919 Çarşamba günü öğleye doğru Mucur’dan çıkan Heyet-i Temsiliye’nin yolu sabırsızlıkla, coşkuyla, heyecanla beklenmektedir. Kırşehir’den 200 kadar atlı Gölhisar sırtlarını tutmuş, başta Mutasarrıf Vekili Ali Hikmet Bey, memurlar, yediden yetmişe Kırşehirliler Kılıççı Köprüsü’nde toplanmıştır. Gölhisar sırtlarında cirit atan Kırşehir atlıları kalpaklarını sallayarak Mustafa Kemal Paşa’nın geldiğini işaret ederken atlılar arasında araçlar görünmeye başlamıştır bile... Heyecan doruktadır.
Çanakkale savaşlarının kahramanı, Osmanlı padişahının tüm yetkilerini aldığı ve tutuklanmasını istediği Mustafa Kemal Erzurum ve Sivas’ta yaktığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın meşalesi ile Kırşehir’e, Kırşehir’i aydınlatmaya gelmiştir. Hava sisli ve nemlidir. Ara ara yağmur yağmaktadır. Kurbanlar kesilmiştir. Şimdi gelin bundan sonrasını bu olayın canlı tanığı ve 1918’de “Kırşehir Gençler Derneği”nin kurucularından araştırmacı-yazar Cevat Hakkı Tarım’dan öğrenelim.
Cevat Hakkı’dan 24 Aralık 1919
“Hey’et-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongrelerinde tespit ve teyit edilen Misak-ı Millî’nin hükümlerini tatbik etmek azim ve kararıyla sine-i millette bir ferd-i millet olarak millî harekâtın merkez ve kalbgâhı olan Ankara’ya seferleri esnasında bir gece de Kırşehir’de kalacakları haberi memleket içinde yayılır yayılmaz 24 Aralık 1919 sabahı yedisinden yetmişine kadar halk O’nun nurlu yüzünü bir an önce görmek için atlar, arabalarla, bulamayanlar yaya olarak Mucur ilçesi istikametine doğru yollara dökülmüşlerdir.
“Kasabada mevcut okulların öğretmen ve öğrencileri Kayseri şosesi üzerinde bulunan Yenice Mahalle’nin münasip bir noktasında saf saf dizilmişler, sabırsızlık ve heyecan içinde bekliyorlardı. Ben o zaman ortaokul tarih-coğrafya ve jimnastik öğretmeni idim.
“Kuşluğa doğru ağır ağır ilerleyen bir otomobil... Yanlarından ve ardından koşuşan atlılar... Evlerin pencerelerine asılmış ay-yıldızlı bayrakları arasından uzanan başlar... Alkış... “Yaşa, var ol!” sesleri ufukları çınlatıyor. Ana-baba günü... Mahşeri bir an...
“Kalabalığı görünce otomobil duruyor. İçinden inen Mustafa Kemal ve arkadaşları bize doğru yaklaşıyorlar. Sevinç ve neşe içinde kıvıl kıvıl kaynaşan, yerlerinde duramayan yavrular “Babamız! Kurtarıcımız!” diye avaz avaz bağırıyorlar. O da çocuklar gibi gülüyor, neşeleniyor. Birer birer ellerimizi sıktıktan sonra “Teşekkür ederim arkadaşlar. Zahmet etmişsiniz!” sözleriyle iltifatta bulunuyorlar.
“O ulvî sahne... O mütevazi, mütebessim, vakur insan... Başındaki o heybetli kalpak... Sırtındaki o yakası kürklü gocuk... İnsanın içine bir yıldız gibi sağan mavi gözler... Altın saçların çerçevelediği azimli ve manalı yüz... Dimdik yürüyüş... Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bir Alp Arslan asalet ve azameti ile hâlâ yükselir hayalimde...
“Gençler Derneği’nde muhterem misafirlerimiz için bir çay ziyafeti tertiplemiştik.
“Mevsim kış, ortalık karlarla örtülü olmasına rağmen baharı andıran güzel ve ılık bir hava vardı. Gümüş çağıltılarla akan Kılıçözü Çayı’nın karşısındaki Gençler Derneği’nin önü vatandaşlarla dolmuş, her taraf bayraklarla donatılmıştı.
“İkindiye doğru Mustafa Kemal ve arkadaşları, hükümet erkânı ve kasabanın ileri gelenleri gözüktüler. Ağır ağır geliyorlar. Yolunda el ve gönül bağlayanları güler yüzle selâmlayarak binaya giriyorlar, yerlerini alıyorlar.
“Kırşehir’in bilgili ihtiyarı Kocaoğlu Hakkı Efendi büyük kurtarıcının karşısında sanki gözleri ışıktan kamaşmış gibi başını eğmiş, ellerini kavuşturmuş, hürmetle oturuyor. Derin ve lâhutî bir sessizlik...
“Dernek üyelerinden bir arkadaşın misafirleri selâmlayan ve hoş geldiniz diyen cümlelerinden sonra bu sessizlik birden canlanıyor. Sohbetler başlıyor. Çaylar içiliyor.
“Bu sırada ben günlerden beri itina ile hazırladığım nutkumu büyük kurtarıcıdan müsaade alarak heyecanla okumağa başlıyorum. Doktor Refik Saydam’ın yanındaki Mazhar Müfit Bey’in kulağına eğilerek “Ne kadar şairâne okuyor” sözlerini oturdukları kanepenin arkasında bulunan Yusuf Selçuk haber verdiği zaman ne kadar sevinmiştim.
“Gözlerim puslana puslana okuduğum nutkumu bitirince ayağa kalkan o büyük insan hâlâ gür ve tatlı sesinin ahengi kulaklarımda yaşayan kitabelerini irada başlıyorlar.
“Milletimiz teşkilât fikrini henüz zihnine sokmamıştır. Ekseriya bunu hükümete terk eder. Bu milletimiz öteden beri ihtiyar ettiği bir ahlâktır. Büyüklerine hürmet iyi bir ahlâktır. Fakat zaman, hadisat ve tecarüp gösterdi ki bizatihi milletin mütehassis ve mütefekkir olması lâzım. Her ne şekil ve vasıfta olursa olsun ahara terk etmemek lâzımdır, ederse bugünkü netice hâsıl olur.
“Nazarımızı tarihe çevirecek olursak millet derece-i hâkimiyetinden aşağı doğru inmeğe başlamıştır. Fakat düşününüz, milletimizin her ferdi mütefekkir ve mütehassis bir tarzda yetiştirilmiş olsaydı muhakkak bu hale gelmeyecekti. Memleketi ve milletin idaresini deruhde etmiş olanlar tertibâdâtında hata etmiş olur, fakat bütün bu hataların netice-i müellimesinden bütün millet mutazarrır olmuştur.
“Mütarekeyi mütakip milletimiz, teessüfle söylenir, mukadderatının müsamahakârı bir halde bulunuyor, mevcudiyetimizi imhaya hâhişker olan düşmanlar acı darbeler indiriyorlar, memleketimiz parçalanmağa namzed bulunuyordu. Şayanı teşekkürdür ki, bazı ahvâl hâiz-i kıymet olan milletimizi teyakkuz ve intibaha getirdi. Yer yer efradı milletimiz yekdiğerini aramağa, bulmağa başladı. Bunun neticesi olarak teşkilât meydana geldi. Devletimizin istiklâlini mahvetmeğe çalışan ecânib milletimizde böyle bir ruhun tecelli edeceğine intizar etmiyorlardı. Burada yaşayan insanları hissiz mahlûkattan ibaret zannediyorlardı. ‘Böyle bir milletin hakk-ı bekası olamaz!’ kararlarını ittihazda bir millet mevcudiyeti nazar-ı dikkate alınmadı, milletimizin hadisat ve darabat neticesi olarak yer yer taazzuv etmesine ehemmiyet vermemişlerdir. Bu ehemmiyet verilmeyen parçaların müdafaa etmek istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul etmek istediği nokta-i esasî Kuvay-ı Milliye’nin âmil, irade-i milliyenin hâkim olmasıdır.
“Ve bu teşkilâtın ruhu budur. Bu maksatla teşkilâtı teşmile başladığı zaman ecânib nazar-ı dikkatini Türkiye’ye çevirmeye başladı, mahiyeti asliyesine inanamadı; muhtelif memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hissi hayat keşif ve onu yakından temas ile tetkike başladılar. Ve binnetice anladılar ki miskin bir millet değildir; altı yüz sene ve daha evvelden beri hâkimiyetini ispat etmiş, efendilik yapmış bir millet onların tasavvur ettiği esir bir millet değildir. Binaenaleyh ecânib tamamen kaani olmalıdır ki Türkiye ve Türkiye’de yaşayan millet başlı başına bütün cihan milletleri içinde müessir mevcudiyete maliktir, bu izale edilemez.
“Elhamdülillah, devletimiz ve milletimizin istiklâli mevzu bahis olmaktan çok uzaklaşmıştır, istiklâlimize her suretle hürmet edilmesi tahakkuk etmiştir. Bu bizim için kâfi değildir, bu maksat ve gayemizi temin edemez; maddeten takarrürünü görmek mecburiyetindeyiz. Tamamen mutmain olmak, atideki küşayiş ve temeddünü bihakkın temin edilmek için vatan sahibi olarak görüşmeliyiz.
“Müstakil yaşamak için feyizli vatanın teminine muhtacız. Çizdiğimiz bir hudut vardır. Bu hududu ecanibin elinde bırakamayacağız. Emniyetimiz çok kavidir.
“Bu teşkilat henüz bir şekilden ibarettir. Bugün yarın bir şekli hendesi gibi bakamayız, buna ruh verebilmek içinde her ferdi milletimizin dimağını inkişaf ettirmek, Heyet-i Umumiye’nin mukadderatına vuku bulacak taarruz ve tecavüzden kendilerini muhafaza edebilmek için teşkilata müttehiden tevessül etmek lazımdır.
“Vahdeti vatana ait fikirlerimiz kısa oluyor. Diğer vatandaşlarımıza vuku bulacak zarardan müteessir olmuyoruz. Bütün millet bir vücut gibi bir hale getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de bir işe müteşebbisler başlar. En son ferde ve yukarıya doğru sirayet ettirilir. Az zamanda matlup vecihle istikamet-i hakikiyeye sevk edebilmek için münevverler daha çok vazifedârdır. Münevverlerin vazifeleri gayet büyüktür.
“Hiçbir millet yoktur ki ahlâk esasatına istinat etmeden tefeyyüz etsin. Münevverlerimiz vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber rakip milletlere karşı muhafaza-i mevcudiyet için lâzım olan hususatı temin ederlerse vazifelerini daha vâsi surette ifa etmiş olurlar.”
“Atatürk’ün hitabeleri içten tezahüratlar ve alkışlarla sona erdikten sonra dernek başkanı Mustafa Hilmi (Nural) arkadaşımız derneğin nizamnamesini kıymetli misafirimize sundular. İnceden inceye tetkik ve mütaleya buyurdular. İyade ederlerken “Milli hedef ve gayelerimizin bu eserde tespit ve bilfiil tatbik edilmekte olduğunu görmekle bahtiyarım” sözleriyle iltifatlarda bulundular. Derneğin hatıra defterine el yazılarıyla yazdıkları ve arkadaşlarına da imza ettirdikleri:
“Kırşehir gençlerinin vatanımızda gençliğin kıymetli bir enmuzeci olduklarını ispat edecek ekârı-ı metine ve musibe ile mütehalli bulundukları kanaatıyla va’z-ı imza eyleriz 24 kanunevvel 1335” Mustafa Kemal,
Hüseyin Rauf, Mazhar Müfit, Ahmet Rüstem, Hakkı Behiç
Vecizesinde Kırşehir gençlerinin şahsında bütün Türk gençliğine karşı asil kalplerinde taşıdıkları sevgi ve güvenlerini bir defa daha tespit ve teyit buyurdular.
“Heyet için Kuşdilli Mahallesinde Kılıçözü Çayı’nın güzel panoramasına nazır, bir ara erkek sanat okulu olan Çopur Saitoğlu rahmetli Mustafa beyin evi hazırlanmıştı.
“Şimdi birçoğu memleketin dört bucağında en mütevazi mesleklerde en yüksek mevki mertebelerde vazifelerini ifa etmekte olan masum yavruların mini mini ellerinde taşıdıkları fenerlerin titrek ışıkları gecenin karanlıklarını yara yara konağın önüne geldiği vakit Mustafa Kemal ve arkadaşları balkona çıkmışlar, rahmetli ortaokul müdürü Ömer Aydın (Genç)’ın heyecanlı nutuklarına cevap veren Mustafa Kemal ilk defa Kırşehir’de “Bu milletin içinden çıkan bir Kemal: “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini/Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini” demiş.
Gene bu milletin bağrından çıkan bir Kemal’de diyor ki, “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini/Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” beyiti ile bitirmişlerdi.
“Ertesi sabah büyük kurtarıcı zafer ve uğur dilekleriyle elleri göklere açılan sevgili milletinin alkış ve sevinç gözyaşları arasında Ankara’ya müteveccihen yollarına devam etmişlerdi.”
MUSTAFA KEMAL KAMAN’DA
25 Aralık 1919’da Kaman’a doğru hareket eden Mustafa Kemal’i Sofular (Aydınlar) köyünde Kaman atlıları karşılar. Otomobiller bir hanın da bulunduğu Darıözü’nde kalır. Mustafa Kemal ve arkadaşları Kaman’a atlarla girerler. Kaman’ın ileri gelenlerinden Bektaşoğlu Ali Çavuş’un evine misafir edilirler Paşa orada çevre köylerden gelenlerle görüşür. Kurtuluş davasını anlatır.
Kaman’da Mustafa Kemal’i misafir eden evin sahibi bulunan Ali Çavuş’un kardeşinin oğlu 1322 doğumlu Mehmet Bektaş Mustafa Kemal’in Kaman’a geldiğinde 13-14 yaşlarındadır.
Mehmet Bektaş anılarını şöyle aktarır:
“Atatürk’ün Kaman’a ilk gelişi sırasında ben 13-14 yaşlarındaydım. O zaman Kaman Bucak idi. Atatürk’ün geleceği o günkü büyüklerimizce duyulmuş, gerekli hazırlık yapılmıştı. 25 Aralık 1919 günü Atatürk’ü karşılamak üzere amcam Ali Çavuş, Çakıroğlu Musa Kâhya, Kara Omaroğlu Mehmet Efendi, Eğişoğlu Musa Kâhya ve daha bir kısım halk Göğcepınar denilen yere (Kovalı’ya) gittiler. Hatırımda kaldığında göre bunların çoğu atlıydı. Karşıladıktan sonra Mustafa Kemal Paşa ve iki arkadaşını amcam Ali Çavuş’un odasına, diğer üç konuğu da Musa Kâhya’nın odasına aldılar.
“Mustafa Kemal Paşa Amca’mın -yani bizim- kapıya gelince kapıya yaşlılardan ayrı olarak genç ve çoluk çocukta birikmişti. Amcam gereksiz kalabalık yapmasınlar diye çocuk ve gençleri azarlayıp, uzaklaştırmak istedi. Bunu gören Mustafa Kemal Paşa, “Bırak, bırak! Onlar ilerde bu vatana bize lazım’ dedi. Ve çocuklardan birkaçını okşadı, gönüllerini aldı. Her 23 Nisan bayramında Atatürk’ümüzün bu davranışı gözümün önüne gelir.
“Atatürk pencere önünde kendi defter ve kağıtlarına bakıyordu, bu sırada Omarköyü’nün aşarcısı aynı avlu içerisindeki başka bir odaya misafir olarak alındı. Atatürk bu sırada - Öşür almayı, aşar memurluğunu beğenmediğini ifade eden - sözlerde bulununca adı geçen aşar memuru Mahmut oğlu Hacı Mehmet başka bir eve gönderildi.
“Keskin’in Bağşırlı köyünden Paşa’nın bir nöbetçisi vardı. Atatürk dışarı çıkınca onu kapıda bekler gördü. Geri odaya döndüğünde amcam Ali Çavuş’a: ‘- Sen git onun yerine nöbet bekle, o yemeğini yesin’ dedi. Sonra sohbete başladılar.
“Mustafa Kemal Paşa bu sırada: “Bak Ali Çavuş, bir noksanın var, evin iyi, güzel ama, bir helası yok. Bunu hemen yaptır” dedi.
“Gerçekten hela o zaman evden çok uzaktaydı.
“Bu sırada Hamitli Rıza Bey geldi. Atatürk ona: ‘- Hoş geldin.’ dedi. Ayakta kendi aralarında kısa bir konuşma yaptılar. Rıza Bey çıkıp gitti.
“Ali Çavuş’a Atatürk: ‘Sen İstanbul’a gitmişsin, durum nasıl?’ diye sordu. Amcamda: “- İstanbul’da Hükümet kendi başına buyruk değil. İngilizler ne derse onu yapıyorlar. Yalnız İngilizler değil başkaları da işlere karışmış. Durum hiç iyi değil.’ diye anlatınca, Atatürk: ‘Siz bunları gören ve anlayan bir kişi olarak halka da anlatın, onlar da anlasınlar memleketin durumunu.’ dedi.
“O sırada küçük amcam Galiçya’da vurulmuş, yaralanmış gelmişti. O içeri girdi. Mustafa Kemal Paşa onun halini hatırını sordu, gönlünü aldı. Atatürk’ün yanında bulunan bir konuk da doktormuş, ilgilendi. Hastanede, İstanbul’da amcamı görmüştü, tanıdı. Bir kağıt yazdı. Kırşehir’den bu kağıtla amcama ilaç getirttik.
“Sonra Atatürk Ali Çavuş’a yolculukta, nerde kalabileceğini sordu. O’da ‘Köprü köyünde Hacı Ali Ağa’nın odasında kalırsınız.’ dedi.
“Sabahleyin kahvaltıdan sonra bucağın ileri gelenleri konukları uğurladılar.”
Mehmet Bektaş anılarında amcası Ali Çavuş’un evine Kuva-i Milliye reislerinden Hamitli Rıza Bey’in de gelerek Mustafa Kemal’e “Hoş geldin” dediğini ve de kendi aralarında kısa bir konuşma yaptıklarını sonra Rıza Bey’in gittiğini söylemektedir ki, Hamitli Rıza Ankara’ya Mustafa Kemal’den önce vararak karşılama ve güvenlik tedbirlerine katkıda bulunmuştur.
Atatürk’ün Kaman’a gelişini dedesi Muhacir Emrah’tan dinleyen Kırşehirli yazar Hasan Kıyafet şu duyumlarını aktarır:
“Ankara-Kayseri yolu o sıra Çağırkan Höyük’ünün yanından geçerdi. Mevsim kara kıştır ve Mustafa Kemal’in bisiklet tekerine benzeyen tekerli arabası Darıözü’nde kara saplanır. Konuk sever Kamanlılar hemen yardıma koşarlar. Camız, öküz yardımıyla arabayı çekip Kamana getirirler. Mustafa Kemal Bektaşoğlu Ali Çavuş’un konağında konuk edilir. O akşam Ali Çavuş’un konağında bulunanlardan dedem Muhacir Emrah’dan dinlediğim kadarıyla:
‘Mustafa Kemal gelmiş dediler. Herkes Ali Çavuş’un konağına seğirtti. Ali Çavuş benim arkadaşımdı. Çevreye gözcüler kondu. Koyun kuzu kesildi. Başka Paşalar varmış, ama giyimleri sivildi. Bir ara Mustafa Kemal’in işesi gelmiş. O sıra içeride tuvalet icad değil. Yüznumara, ta avlunun öte başında her neyse yol göstermeye ben çıktım. Dışarısı apak kar. Azıcık gittik, Mustafa Kemal yamçısını başına bürleyip oraya çöküverdi. Hiç utanıp sıkılmadan yelleni yelleni şey etti. Biz güldük, o hiç aldırmadı. Yüznumaraya kadar gidemeyişini bizler tabansızlığına yorduk ama Ali Çavuş öyle düşünmedi. Büyük adamın düşmanı çok olur. O düşmandan tuzaktan çekindiği için gitmemiştir” dedi.
Mustafa Kemal akşam yemeğini Ali Çavuş’un odasında yemiş. Sofraya tavuklu bulgur pilavı ve her evden bir tepsi yemek yetiştirilmiştir. Mustafa Kemal bir ara eliyle tavuğu parçalayarak kanadını yemeğe başlamış, beyaz göğüs eti dururken kanadı sıyıran Mustafa Kemal’e Rauf Bey (Orbay) “Paşam neden kanadı yiyorsunuz?” deyince Mustafa Kemal “Uçacağız da ondan Rauf” cevabını vermiştir.
Geceyi Kaman’da Ali Çavuş’un evinde geçiren Mustafa Kemal ve arkadaşları kapalı ve yağmurlu bir havanın 26 Aralığında atlara binerek şoseye çıkmışlar, hanın önünde bekleyen otomobillerine binerek Kaman’dan hareket etmişlerdir. Kamanlılar Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yol azığı olarak iki hindi pişirerek Mustafa Kemal’in çavuşuna teslim etmişlerdir.
Mustafa Kemal Ankara’ya yola koyulduğunda mükemmel bir karşılama organize edilmiş, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti reisi Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi Keskin Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine gönderdiği 20.12.1335 tarih ve 2375 numaralı acil telgrafta süvarilerin istikbal merasiminde hazır bulunmaları istenmiş, Heyet-i Temsiliye’yi karşılayanlar arasında Rıza Bey de yer almıştır.
Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca Kırşehir bağımsızlık yolundan hiç ayrılmadı. Yozgat dolaylarında çıkan ayaklanmaların bastırılmasında Çiçekdağılılar büyük katkı sağladılar. Anadolu’ya saldıran düşmanların karşısında hilafetçilerin ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucu ulusal direniş gücünü yıpratmak için çıkarılan ayaklanmalara Kırşehir halkı katılmadı. Savaşın başından sonuna kadar Kırşehirliler kendilerini yurt ve vatan hizmetinde gördüler.
Nitekim Atatürk 27 Aralık 1919’da “Müdafaa-i Hukuk Merkez Kurullarına” gönderdiği genelgede “Sivas’tan Kayseri yolu ile Ankara’ya hareket eden temsilciler kurulu bütün uğradığı yerlerde ve Ankara’da büyük ulusumuzun ateşli, içten yurtseverlik gösterileri içinde; bugün buraya geldi. Ulusumuzun gösterdiği birlik örneği ve yüreklilik, ülkemizin geleceğinin kurtarılması konusundaki görüşleri sarsılmaz biçimde sağlamdır. Şimdilik temsilciler kurulu Ankara’dadır. Saygılar sunarız” diyerek memnuniyetini ifade etmiştir.
Heyet-i Temsiliye 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşmıştır.
Kırşehirliler Kurtuluş Savaşında da şehitler verdiler Kaman ve Çiçekdağı’nda sayısı saptanamayan şehitlerle birlikte resmi kayıtlara göre Kırşehir 210, Mucur 75, Avanos 85 evladını kaybetti.
Ceyhan Atuf Kansu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın Kırşehir bağlamına değinirken şöyle der:
“Kırşehir’de bizi lise ve fakülte arkadaşım Hulusi karşıladı. Evinde konuklayıp, ağırladı. İlk izlenim Anadolu yaşantısında konukseverlik ötesi... Hulusi’nin babası bir Müdafaa-i Hukukçu idi. Sivas’tan Ankara’ya geçerken Mustafa Kemal, Mucur’da, Kırşehir’de gençlerin yüreğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşini yakmıştı. Adına ‘Ulusal Kurtuluş Cephesi’ diyebileceğimiz Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin çekirdeğini Anadolu’da eski ve köklü alilerden gelme bu gençler kurmuşlardır. Kasabalarında, kentlerinde bir ocağı tutuşturmuşlar, Kuvay-ı Milliye’ye yiyecek ve giyecek, para silah. Asker sağlamışlardır. Direnmiş, savaşmışlardır. Savaş bitip Cumhuriyet kurulunca taşralı yaşantılarında ilk ateşin közünü saklamışlar, çoğu alçak gönüllü bir yurtseverlikle gölgede kalmışlardır. Hulusi’nin babası böyle bir insandı. Yaptıklarından ettiklerinden hiç söz etmezdi... Ceviz ağaçlarının gölgelediği evinde bir Anadolu töresini sürdürüp gidiyordu. Kendini örtmeyi bilen gönül zenginliğinin bahçesini açar, Anadolu kentleri içinde ak kerpiç, yeşil kavak Kırşehir kadar sıcak insan, kent az bulunur. Açık ve dost bir güneş altında her bir değerini bol bol ortaya kor. Bir Türkmen şöleni gibidir.”