İnsanlar dünyaya samimiyet abidesi olarak gelir ancak şeytanın nefsin ve terbiye edilmemiş insanların yönlendirme ve zorlamasıyla samimiyetsizliği veya riyakarlığı öğrenir.
Bu durumu çocuklara bakarak daha iyi anlayabiliriz.
Nasıl mı?
Daha temelden çocuklarımızın temiz yüreklerini, berrak beyinlerini kirleterek, körelterek icraata başladığımızdan ve Kırşehir'de ilkokula kayıt yaptırdığımız zamanlarda sınıfların zengin, fakir, bürokrat, işçi, kapıcı, çiftçi çocuklarına göre ayrıldığından, eşitsiz ve adaletsiz davranışlardan, ayrışmayı ve yabancılaştırılmayı, samimiyetsizliği öğretmeye başlıyoruz.
Hal böyle olunca "Ne ekersen onu biçersin" sözünde olduğu gibi tohumu erken yaşta ekiyor, okullarda böylesine ayrıştırıcı sınıflarda yetişen çocuklarda büyüdükleri zaman toplumu, insanları yabancı görüyor, eşitsiz ve adaletsiz davranıyor. Çünkü bu çocuklar okullarda adaleti, eşitliği, samimiyeti öğreneceği yerde tam aksine adaletsizliği ve eşitsizliği öğreniyorlar. Yıllardır yazıp, çizmemize rağmen okullardaki bu durumu bir türlü değiştiremedik, okul müdürlerinin okulları babalarının çiftliği gibi kullanmalarına engel olamadık ve sonucunda karşımıza samimiyetsiz, yabancılaştırılmış bir nesil çıktı.
Boşuna dememişler “her şeyin başı eğitimdir” diye.
Zaten mayasında çiğ süt bulunan insanlar bir takım aile ve dostlukları müstesna tutarsak sosyal hayatın her alanında yalnızlaştı, menfaat ve çıkardan başka bir şey gözetmez oldu, aynı apartmanda oturduğu, aynı kapıdan girip, çıktığı komşusuna selam vermez oldu.
Ve yine okullarda ayrı sınıflarda, adaletsiz ve eşitsiz yetişen çocuklar büyüdüklerinde iş hayatına atıldıklarında kendilerini toplumdan tamamen dışlayarak şehir dışlarında kendilerine ayrı bir semt oluşturmakta, makam ve maddi olarak kendilerinden aşağıda olan tanıdıklarını dışlamaktadırlar.
Bunun en güzel örneklerini Kırşehir' de doktorlar sitesi, avukatlar sitesi, büyük adamlar sitesi gibi sitelerin oluşturulduğuna şahit olmaktayız.
Tabi ki bu durumları sadece ilk okullarda başlayan sınıf ayrımlarına bağlamamalıyız, Ülke olarak Türk olduğumuzu, Türklük örf, adet ve kültürümüzü bir tarafa bırakarak bazılarımız Avrupa'ya özeniyor ve oranın, kanunlarını, çalışma hayatını, bilimini, teknolojik ve ekonomik gelişmesini, dürüstlüğünü örnek alacağı yerde gayri ahlaki durumlarını örnek alması, bazılarının İslam Dini ile hiç alakası olmayan şekilci Arap kültürünü Müslümanlık zannederek Arap olmaya özenmesi gibi durumlar da bizleri yabancılaştırma ve ötekileştirme yolunda etkili olmuştur.
İşte bu durumlar genlerimizi bozdu, insan olduğumuzu unutur hale geldik. Artık tanıdıklarımızı, komşularımızı bırakın bir tarafa annemizi, babamızı ve kardeşlerimizi tanımaz, arayıp, sormaz hale geldik. İçerisinde bulunduğumuz Ramazan ayından sonra idrak edeceğimiz Ramazan Bayramında Kırşehir dışında bulunan bir çoğumuz Kırşehir'e anne ve babasını ziyarete gideceği yerde çok önceden ayarladığı deniz kenarlarına tatile gideceklerdir. Anne ve baba pencerenin önüne otursun camdan dışarıya bakıp dursun oğlum gelecek, kızım gelecek, torunlarım gelecek diye özlemle beklesin. Çocukların umurunda mı?
Ağzımızı açınca Müslümanlıktan, doğruluktan, dürüstlükten dem vuruyoruz, Ramazan ayında oruç tutuyoruz ama Kırşehir mahallelerinde Ramazan ayında gece sahurda davul çalan davulcu emeğinin karşılığını almak için evlere gittiği zaman kapıları açmıyoruz, açınca da "ne istiyorsun kardeşim bana ne senin çaldığın davuldan! Ben telefonumu ayarladım ona göre kalkıyorum davulu çalarken kime sordun?" derken, Müslümanlık, hak, hukuk aklımıza gelmiyor.
Allah aşkına davulcuya vereceğimiz para veya herhangi bir gıda paketi nedir ki lafını ediyoruz, adamlar pazarlık dahi etmiyor ne verirsen alıp gidiyor bir de dua ediyor.
Bu olaya bizzat ben şahit oldum.
Para hırsının doyumsuzluğu da ayrı bir sanat herhalde bazı kesimlere ver, ver doymuyor, öylesine gözü para bürümüş muhteremler var ki bu muhteremler çalıştığı kurumlarda çay parası verirken "Ben şekersiz çay içiyorum, kullanmadığım şekerin parasını neden vereyim ki!" diyerek bir liranın hesabını yapıyorlar.
Evet bu olaya da bizzat şahit oldum.
Ne oldu bize böyle demeyeceğim, ne olduğu belli Müslüman Türk kimliğimizden uzaklaştık, genlerimiz bozuldu ve bu olumsuz sonuçlarla karşılaşmakta kaçınılmaz oldu.
Neydim, ne oldum, ne olacağım, neredeydim, nereye geldim, nereye gidiyorum gibi soruları iyi analiz etmeliyiz ki bizlere yol göstersin.
Ne yazık ki kibirden, şişkinlikten, kendini beğenmişlikten, gösterişten, makam, mevki sevdasından, son model arabalardan, lüks evlerden, tatillerden, markalı giyimlerden gözümüz hayatın gerçeklerini görmez oldu.
Tek katlı bahçeli müstakil evlerden oluşan, “pişirdiğim yemeğin kokusu komşuma gitmiştir bir tabak da ona vereyim” düşüncesiyle komşuluk ilişkileri olan Kırşehir'in mahalleri ile köylerinin saf ve temiz halini özler olduk.
Rant uğruna tek katlı bahçeli müstakil evleri yıkılarak yerine çok katlı apartmaların yükseldiği komşuluk ilişkilerinin yok olduğu şehir hayatı mı, veya sabahın ilk ışıklarından itibaren tarımdan, hayvancılığa her üretimim yapıldığı, bırakın Türkiye 'yi dünyaya tarım ürünleri ve hayvan sattığımız köylerin boşaltılması mı bizi bu hale getirdi ? bunları çok düşünüyorum.
Ancak nesiller değiştikçe, insanlar devir dayım yaptıkça bu gen bozulmaları daha ileri boyutlara gidiyor.
Çocuklarımız daha ilkokula yeni başladıklarında ayrımcılıkla tanışıyorlar dedik tamam.
Şehirlerimizde tek katlı bahçeli müstakil evlerin yerine çok katlı yüksek kuru binalar aldı dedik tamam.
Üretkenliğiyle dünyayı besleyen köylerimiz boşaldı dedik tamam.
Her şey tamam da içerisine girdiğimiz her yıl, her dönem karşımıza yeni bir şeyler çıkarıyor.
Şimdi de karşımıza teknoloji garabeti çıktı ve her işte olduğu gibi biz bu teknolojinin de tadının kaçırdık. Cep telefonları evde. iş yerinde Kırşehir cadde ve sokaklarında, araba kullanırken elimizden düşmez oldu. Evde sohbetler bitti, telefonu eline alanın köşeye çekildiği bir dönem yaşıyoruz. Bazılarımızın özendiği Avrupalı sosyal medya ve interneti yüzde 90 bilgi, yüzde 10 eğlence odaklı kullanırken biz Türkler yüzde 90 eğlence yüzde 10 bilgi odaklı kullanıyor olmamız gerçeğin çıplaklığını ortaya koymaya yetmez mi?
Ülkemizde her geçen gün bu çürümeler artarak devam ediyor ve yarınların ne getireceği bilinmiyor. Resmi kurumlardaki veda yemekleri, düğünler, cenazeler tam bir samimiyetsizlik ve riyakarlık gösterisi haline geldi. Eğer bir ülkede riyakarlığı engelleyemezsiniz sonu kaos olur ve bu kaos milletlerin kaderi yönünden tehlikeli bir durum yaratır.
O nedenle toplumda samimiyeti yeniden keşfederek pişirdiğimiz yemeğin kokusu komşuma gitmiştir bir tabak ta ona vereyim veya komşumuzun kapısını çalarak "komşum yemek yapıyordum patlıcan az geldi sen de varsa bana iki veya üç tana patlıcan verebilir misin?” anlayışını geri getirdiğimiz zaman, şekersiz içilen çay parasının hesabının yapılmadığı an, başkalarının sırtından geçinmeyi bıraktığımız an ülkemizde ve Kırşehir'de insanlar arasındaki samimiyeti inşaa ederek eski haline getirebiliriz.