2019 yılının son ayında Çin’de görülen ve hızla tüm dünyaya yayılan, Mart 2020’de ülkemizde ilk vakası görülen koronavirüsü bir türlü dizginleyip durduramıyoruz.
1 Haziran itibariyle kontrolsüz bir gevşeme sürecine giren Türkiye, seyahat kısıtlaması ve 14 günlük karantina uygulamasının da sona ermesiyle birlikte, sosyal mesafe ve hijyen kurallarından uzak bir yaşam tarzıyla adeta hastalığı yenmiş bir edayla deyim yerinde ise kaptık koyurduk kendimizi…
Ülke olarak, hükümet ve Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı kararlarla bir ara koronavirüsü kontrol altına alır gibi olmuştuk.
Kırşehir olarak zaman zaman Sağlık İl Müdürümüz Sayın Ali Bulut’u arayıp bilgiler alırken, koronavirüs vakasının yok denecek kadar az olduğu bilgisini almıştım.
Hatta Kırşehir Sağlık Müdürü Ali Bulut, ilimizde koronavirüs vaka sayısının düşüşe geçtiğini belirterek, "2 hafta içinde yüzde 20 civarında bir istikrarlı düşüş olmuştur" diye açıklama yapmıştı. Çünkü İl Sağlık Müdürü Bulut, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın yeni vaka sayılarında istikrarlı düşüş sağlayan ve tedbirleri uygulamadaki başarısıyla örnek olan 5 il arasında Kırşehir'i göstermişti.
Sonra gerek hükümetin ekonomiyi hareketlendirme, gerekse insanların iş ve aşlarını temin edebilmeleri almacıyla tedbirleri kademeli olarak kaldırmaya başlayınca olan oldu tabi.
Hükümetin sanki “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” mantığına halkımız da sanki virüs miris yokmuş gibi bir rehavet içine girince vaka sayısının her geçen gün arttığı duyumlarını ilgililer sıkça dillendirmeye başladı.
Neredeyse normalleşme politikası “saldım çayıra Mevlam kayıra” politikasına dönüştü.
Toplu taşımalardan tutun da düğün ve nişanlara, cenaze törenlerine kadar uygulanan sıkı tedbirler gevşetilince insanlar sanki virüs bitmiş gibi tutum içine girdiler, hayatlarını normalleştirdiler, ilden ile, köyden köye akınlar başladı. Yetmedi dış ülkelere uygulanan karantina kaldırıldı, uçaklar bir inip, bir kalktı, turistler tatil bölgelerimize geldi.
Tabi onlar gelir de bizim Kırşehir’deki hemşehrilerim geri kalır mı, onlar da denize girmek için koştular tatil bölgelerine…
Hele Kurban Bayramı’nda ilimizdeki nüfus haraketliliğinin artması ile birlikte vaka sayının da arttığını gözlemliyoruz.
Kurban Bayramı öncesi düşüşe başlayan vakaların, bayramdan sonra hızla arttığını öğreniyoruz.
Vali İbrahim Akın, ilimizin diğer yöneticileri ve sivil toplum kuruluşlarının başkanlarıyla çarşı-Pazar denetimlerini yakından takip ediyoruz. Görülüyor ki Kırşehir’de insanların büyük kısmı maske taksa da takmayanlar da gözümüze takılıyor.
Ama toplu alanlarda yani düğün ve nişanlarda, cenazelerde kalabalıkların olması dikkat çekiyor. Siz ne kadar dikkat ederseniz edin, bir kişide virüs olması demek en az 40-50 kişiye bulaşması, bulaşanların da başkalarına bulaştırması ile sayınının hızla aratacağının da bir göstergesi değil mi?
Kırşehir Devlet Hastanesi’nde koronavirüse yakalanıp durumları ağır alanların yatırılarak, testleri pozitif çıkanların evlerinde tedavi edildiğini öğreniyoruz. Evdeki vatandaşların en az 14 gün süreyle karantinada olması ve izole edilmesi gerekiyor. Gerçekten bu vatandaşlarımız kurallara uygun hareket edebiliyorlar mı, yoksa hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar mı?
Bunun tespitini yapmak ta ilgililere kalıyor…
Geldiğimiz noktaya baktığımızı ülkemiz genelinde ve Kırşehir’de yetkililerimizin bu anlamda yeni ve sert tedbirler almaları şart. Aksi takdirde geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalırız.
Şu ana kadar bu virüsün tam 16 kez mutasyona uğradığını açıklayan bilim adamları, önümüzdeki günlerde yaşanacak ikinci bir dalganın tüm dünyayı etkisi altına alacağını duyurmuştu. Birçok Avrupa ülkesinden de buna benzer haberler geliyor. Türkiye'deki salgının şu an itibariyle
kontrol atında tutulduğunu ifade eden Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, son yaptığı açıklamada normalleşme süreci ile ilgili olarak atılan adımların asla bir kontrolsüz gevşemeye yol açmaması gerektiğini vurgulamış ve vatandaşların maske, sosyal mesafe ve tüm hijyen kurallarına uymaları gerektiğini söylemişti.
Bu sürecin asla hafife alınmamasını isteyen Bakan Koca, yaşanacak ikinci bir dalgaya karşı da alınacak kişisel tedbirlerle hazırlıklı olunmasını istemişti.
İkinci dalganın birçok ülkede görülmeye başladığı bu günlerde, yurt dışı uçuş kısıtlaması da ortadan kaldırıldı ya nasıl bir tehditle karşı karşıya kalacağımızı siz düşünün.
Bu bilinçle hükümetimiz tarafından alınan tedbir ve yasaklara harfiyen uymalı, uymayanları ise uyarmalıyız. Başka çaremiz yok.
Yeni atılan normalleşme adımları sonrası yaşanan kontrolsüz gevşeme, ekonomik kriz, komplo teorileri, algı operasyonları ve sosyal medyadaki bilgi kirliliği nedeniyle nasıl hareket edip kime inanacağını şaşıran güzel ülkemin temiz kalpli insanları, çareyi “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düsturunda bularak attı kendini dışarı.
Maske, sosyal mesafe ve hijyen kurallarını hiçe sayan bu düşünce yapısındaki insanlarımızın ülke genelindeki sayısal çoğunluğu ise, milyonla ifade edilebilecek düzeyde.
Hal böyle olunca da, kurallara uyup dua etmekten başka bir şansımız kalmıyor.

***

Biraz da gülelim!

Veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?

Hoca ile Bektaşi birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca:
-Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya.
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam.
Bektaşi’nin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş:
-Yahu bu ne uzun namaz böyle?
-Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları da kıldım! demiş hoca.
Sonra tekrar yola koyulmuşlar, bir müddet sonra mola verdiklerinde bu kez namaz kılmak için Bektaşi müsaade istemiş ve başlamış namaza.
Ama ne namaz, saatlerce bitmiyor! Sonunda hoca dayanamamış:
-Erenler, senin namaz da uzun sürdü!
-Önümüzdeki haftanın namazını kıldım! diye cevaplamış Bektaşi.
Hoca şaşırmış:
-Yahu olur mu böyle şey?
Bektaşi gülmüş:
-Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?
Aşk olsun!

***

Sevdiğim bir söz

“Kendinizi başkalarına anlatmanıza hiç gerek yok... Herkes kimliğini cebinde, kişiliğini yüreğinde taşır.”