RUH YORGUNLUĞU

“Medeniyet” kavramı, insanların şehirleşmesi, kurumlaşması, hukuk ve ahlak düzeni kurmasıyla ilişkilendirilir. Ancak son yüzyılda modernleşme öylesine hızlı, öylesine kapsayıcı ve öylesine sarsıcı bir biçim aldı ki, bireylerin çoğu bu değişimin ritmine uyum sağlayamaz hale geldi. Bu noktada ironik ama gerçek bir ifade ortaya çıktı:

Medeniyet bize fazla medeni.

Teknoloji, iletişim, tüketim ve sosyal normlar o kadar hızlı evriliyor ki insanın ruhu bu hıza ayak uyduramıyor. Medeni hayat, insanın “konfor alanını” büyütürken aynı zamanda iç dünyasını daraltıyor.

Artık insanlar bilgiden çok bildirimlerle, komşuluktan çok “takip” ilişkileriyle, yüz yüze konuşmaktan çok ekrandaki ifadelerle bağ kuruyor.

Medeniyetin sunduğu kolaylık, insanın yaşama sevincinden götürdüğü zorlukla baş başa.

Şehirler büyüdü, yollar genişledi, binalar yükseldi ama insanların yalnızlığı da aynı ölçüde derinleşti.

Kalabalığın içinde kaybolan birey, modern yaşamın gürültüsüne rağmen sessizliğe mahkûm.

Çünkü modern medeniyet, fiziksel yakınlığı artırırken duygusal yakınlığı zayıflattı; temas var ama temasın sıcaklığı yok.Bunu kendimize biz yaptık.

Günümüz medeniyetini tanımlayan temel unsur üretim değil tüketimdir.

Artık insanın değerini davranışı değil satın alabildiği şeyler belirliyor.

Bu nedenle insan, sahip oldukça büyüyeceğini sanıyor ama aslında sahip oldukça eksiliyor.

Medeniyetin fazlalığı, insanın eksikliğini gizlemek için kullanılan bir perdeye dönüşüyor.

Eskiden ahlak, içsel bir terbiyeydi.

Şimdi ise ahlak, görünürlük alanına taşındı:

İyilik gösterişe,

Paylaşım reklamcılığa,

Yardım sosyal sermayeye dönüştü.

Modern insan, yaptığı iyiliğin kabul görmesi için görünür kılmak zorunda hissediyor.

Medeniyet bizi içten değil, dıştan “iyi” olmaya zorluyor.

Medeniyetin temel vaatlerinden biri adaletti.

Fakat hızlı toplum yapısı, adaleti geciktiren değil; çoğu zaman adaleti görünmez kılan bir mekanizmaya dönüştü.

Hızlı iletişim çağında adaletin yavaş gelmesi, bireyde derin bir güvensizlik duygusu yaratıyor.

“Medeni olmak”, hukuka güvenmeyi gerektirirken, yaşamın pratiği çoğu zaman tam tersini yaşatıyor.

Medeniyet, insanı barbarlıktan kurtarmak için yola çıkmıştı; fakat bugün insanı kendisine yabancılaştıran bir sisteme dönüştü.

Birçok birey artık şehirden, teknolojiden, kalabalıktan, görünürlük baskısından, hızdan yorulmuş durumda.

Ruh yorgunluğu, modern medeniyetin yeni hastalığıdır.

Medeniyet ilerledikçe insan geriliyor; medeniyet büyüdükçe insan küçülüyor.

Sonuç itibariyle;

“Medeniyet bize fazla medeni” derken, aslında insanın bu yapıya yetişememesini değil, medeniyetin insanın doğasına yabancılaşmasını anlatıyoruz.

Belki de sorun, medeniyetin çok medeni olmasında değil, insanın kendi ruhunun ihtiyaçlarını unutacak kadar medeni görünmeye çalışmasındadır.

Gerçek çözüm, teknolojiyi reddetmek değil; modernliğin hızından bir adım geri çekilip insan olmanın özünü hatırlamaktır.