Pöönür… Havle… Zeytun! “Dünya kalıcıdır batacak değil, üstünde yaşayan canlılar yalan, çok alametler taşır öyle boş değil, bulmaya çalışta sende oyalan” diye bir şiirimin ilk dörtlüğüyle öyküme başlarken şiirde anlatılanlarla belki bir kaçınızın tenkidini almış olabilirim. Fakat bu benim şahsi görüşümdür.

Pöönür… Havle… Zeytun!

“Dünya kalıcıdır batacak değil, üstünde yaşayan canlılar yalan, çok alametler taşır öyle boş değil, bulmaya çalışta sende oyalan” diye bir şiirimin ilk dörtlüğüyle öyküme başlarken şiirde anlatılanlarla belki bir kaçınızın tenkidini almış olabilirim. Fakat bu benim şahsi görüşümdür.
Şöyle bir geriye dönüp bakıyorum da iki dedem, iki ebem, üç amcam, anam, babam daha henüz kırkında kaybettiğim gencecik bacım.
Köyümden, komşumdan, akrabamdan, arkadaşlarımdan adını hatırladığım-hatırlayamadığım ne çok kişiler…
Atmışını bir-iki yaş geçtiğim şu günlerde bakıyorum da tanıdıklarımdan gidenler yaşayanlardan daha çok gibime geliyor. Bugün sıra kimde yarın sıra kime gelecek bunu bilsek zaten gününden evvel çatlar ölürüz.

xxx

İri yarı, gafası büyük, şapkası küçük, o yaba gibi kocaman elleriyle tuttuğunu koparan, geçimini omuz emeği kerpiç kesme, amelelik, sıva yapma gibi işlerle temin eden Goca Halil (İriliğinden dolayı köylüsünün ‘göbül’ dediği) ile hanımı Güllü iki oğlan çocuklarından sonra dört gözle kız beklerlerken bir oğulları daha olmuştu.
Kız çocuğu beklerken ona göre çocuk giysileri hazırlayan Güllü bacı bunun şokunu uzun süre üstünden atamamış, adını Mehmet Ali koydukları oğlunu adeta bir kız çocuğu gibi büyütmüş, o uzun sarı saçlarını hiç kesmemiş hatta küpe takmak için kulaklarını delerken çocuğun acı ile başını öte yana çevirmesiyle kulağının birisi yırtılmıştı.
Mehmet Ali büyüdükçe akranlarına göre biraz daha uzun olan boyuyla dikkat çekiyor, anası “küçük bestiğim” diye sevdiği oğlunun “göz değer” diye döşüne iğde, mavi boncuk gibi ‘nazar önleyici’ hocaya okuttuğu takılar takıyordu. Okula gidiş gelişlerinde o boz önlüğüyle ta uzaklardan seçiliyordu.
Askerden geldikten sonra akrabalarından köyün güzel mi güzel, huyu-suyu yerinde bir kızıyla everdiler. Aradan birkaç yıl sonra hanımı hastane de işe girince göçü şehre taşıdılar. Hanımı işte çalışırken Mehmet Ali’de onun eve getirdiği ekmeğe gözünü dikmemiş, şehirde hızarcılık yapan birkaç köylüsüne özenerek o da bir seyyar hızar makinesi almış evin geçimine katkıda bulunmuştu.
Boş zamanlarında sıkıntı vermemeye özen göstererek daha çok kuru temizleme (elbise) işi yapan Halilbaam Kaya ile Çadırcı Gürselin dükkanında vakit geçirirdi.
Kimsenin “işinde aşında” gözü olmayan “etlisine-sütlüsüne” karışmayan, şaka götürür, alçak gönüllü, kolay kolay küsüp kızmayan bir yapıya sahipti. Tip olarak o yıllarda Türkiye’de top koşturan Tülüpan adlı bir futbolcuya çok benzediği için Kaya onun adını “Tülüpan” kısaca “Tülo” koymuştu. Ayrıca köylüleri de ona “jimnastik” derlerdi.
Kaya hasta bir Kırşehirspor taraftarı olduğundan iç saha ve deplasman maçlarını kaçırmaz, arada bir de Mehmet Ali’yi maçlara götürürdü. Bu gidiş gelişler zamanla onu hasta bir Kırşehirspor taraftarı yapmıştı.
Maçlar genelde Pazar günleri olduğu için arada sırada Göbülün Mehmet Ali maçlara yanında bulundurduğu hızar motoruyla gider onu çalıştırarak “şimdi seni şurda dilim dilim doğrarım” diye kendisiyle dalga geçen Galip Kaya’nın başına dikilir ona onun mimikleriyle ona şaka yapardı.
Kırşehirspor’un ikinci ligde oynadığı yıllardan birinde düşme potasında bulunuyordu. Rakip Diyarbakırspor’du. O takımda önce bizde futbol koşturan Suat adlı bir futbolcu oynuyordu. Şehirde şöyle bir söylenti hakimdi “güya Diyarbakırspor’un düşme sorunu olmadığından Suat maçı berabere bağlamış” deniliyordu. Eğer o maçta berabere kalınırsa ligin son maçı olması münasebetiyle averaj usulüne göre İskenderun düşecek biz ligde kalacaktık.
Ama ne mümkün ki maçın sonlarına doğru orta sahanın açık tribünün taç çizgisi kenarından kaleye yapılan bir orta ‘kalecininde gözünü güneş almasıyla’ gidip gol olmuş, maçta bu şekilde sona erince Kırşehirspor ligden düşmüştü.
Saha içinde büyük olaylar olmuş, kızgın taraftarlar bunu saha dışına taşıyarak Diyarbakır futbolcularının bulunduğu otobüsü taş yağmuruna tutmuşlardı.
Maçtan sonra Göbülün Mehmet Ali yanına aldığı otuz kırk kadar fanatik taraftarla otobüsün geçeceği Ankara-Kayseri yolunun Kervansaray oteli karşısındaki yolun kenarına düşen dereye arazi olmuşlardı. Mehmet Ali tam otobüs geçerken elindeki şemsiyeyi (ateş edin anlamında) yere doğru indirdiğinde saklananlar taşları otobüse yağdırmışlardı. Gerek olay yerine gelen polisler, gerek otobüsten inenler beraberce bunlara bir araba sopa çekmişler, bu da fanatiklere pahalıya mal olmuştu.
Göbülün Mehmet Ali çadırcı Gürselin haddinden fazla toto oynayıp para harcamasına bir arkadaş olarak çok kızar, iyi niyetinden dolayı da ondan çok azar işittiği olurdu. Bunlardan birisinde Gürsel ona bir tokat attığı gibi saat kulesi karşısında bulunan dükkanının önüne çizgiyle bir hat çizmiş “eğer burayı bir santim geçersen seni çiğ yerim” demesine bile aldırış etmemiş, yapısı gereği ona küsmemişti.
Hiçbir kötü alışkanlığı kendisine huy etmemiş sadece nalet sigaradan vazgeçmemişti. Onu aslında kahreden tek şey diğer iki ağabeyi gibi onunda bir çocuğunun olmamasıydı.
“Ocağım kör kalacak, mezarıma kim su dökecek” diye hiçbir kimseye şikayeti duyulmamış, derdi içinde kalmıştı.
Eviyle işi arasında mekik dokurken eli hiç paketsiz olmazdı. Muhakkak eve boş gitmeyecek, bir çöp dahi olsa yanında götürecekti. Sanki bu ona bir yasaydı.
Eline aldığı poşeti köylüsü ve tanıdığı kişilere gözünün ucuyla (konuşurken) arada sırada gösterirken onlardan da “pakettekiler neyin nesi” diye ısrarla sormalarını beklerdi. Zamanla bu huyuna alışan tanıdıkları paketi işaretleyen gözlere bakmazlar konuyu başka başka şeylere çekerler onu gocundururlardı.
Günün birinde akşama doğru Kaya bir köylüsüyle sağdan soldan laflarken Mehmet Ali’nin gelmesiyle lafı yarım bıraktılar. Mehmet Ali selam verdikten sonra gözüyle poşet ve içindeki paketleri işaretlerken bir yandan da hal-hatır sormayı ihmal etmiyordu. Kaya lafı Mehmet Ali’nin ağzından aldığı anda arkasını hiç getirmiyor, uzattıkça uzatıyordu. Mehmet Ali’nin çabaladığını gören diğer köylüsü daha fazla dayanamayıp “o ne hemşerim, yine ne aldın sattın, poşetteki paketlerde nelerin var?” demesiyle yarım saattir bu soruyu bekleyen Memmetali’nin “şu büyük paket pöönür, (peynir), öbürü zeytun (zeytin), şu da havle (helva)” dediğinde gözlerinden evine bir şeyler almanın sevinç mutluluğu okunuyordu. 17 Mart 2014 de kanser onu da elliyedi yaşında genç ölenler kervanına kattı. Allah rahmet eylesin Göbülün Mehmet Ali’ye…
Ölümüne olan duygularımı aşağıdaki dizeler de dile getirdim.

Dünyamız dönmeye devam ediyor
Sen ölünce duracak mı sandın
Sırası gelenler hemen gidiyor
Acın dünyayı yakacak mı sandın
Ahrette evlat olacak mı sandın

 

Acelen niye ki yer kalmaz mıydı
Kara toprak insana doymaz mıydı
Varmayınca mahşer kurulmaz mıydı
Yaşarsam dünya dolacak mı sandın
Yasın bizleri boğacak mı sandın