Özlediğim Kırşehir'i aradım durdum dün yine…

Günler, aylar gelip geçiyor. Yaz mevsimini de uğurluyoruz.


Ağustos’ta sıcak günler yaşadık. Şimdi artık havalar soğuyor.
Dün şöyle bir baktım da, gözlerim Kırşehir’in orta yerinde kavaklıklar, böğürtlenler arasında kıvrıla kıvrıla akan, berrak sularına girip yüzmeyi öğrendiğimiz İkizarası’nı…
Nerede Çuğun’dan çıkıp Kızılcaköy, Özbağ, Silahşör, Çaydeğirmeni, Karabacak, İkizarası’na doğru gürül gürül akıp giden, çevresindeki bağlara, bahçelere hayat veren Kılıçözü Irmağı? Aradım durdum, boşu boşuna…
Ne oldu Şalgösteren’den, Büngüldek’ten çıkıp Avgun Deresiyle Hızırağa’ya doğru akıp giden Kılıçözü?
Ne oldu Ökse’ye, Selgâh’ı sulayıp, Dinekbağı’na doğru akıp giden sularımız?
Ne oldu eski meravlara?
Ne oldu bağlı, bahçeli güzellikler içindeki Kırşehir’e?
Akmıyordu eskisi gibi. Bulanık akıyordu Kılıçözü. Çöplüğe dönmüş Kılıçözü! Bir anlamda kaderine terk edilmiş. Mevsimini yitirmiş denizler gibiydi, sessiz sakin…
Kırşehir Belediyesi’nin milyonlarca lira harcayarak yaptığı ve Kırşehir’in çehresini değiştiren Kent Park’ın içinden geçen Kılıçözü Irmağının suyuna baktıkça ne kadar üzüldüm anlatamam.
Kılıçözü’ne baktıkça eskileri hatırlıyor, hüzünler içinde geçip giden yılları anımsıyor, hayıflanıyorum.
Kim söylemişti, ne zaman yazılmıştı hatırlamıyorum.
“Zaman geçmiyor, biz geçiyoruz…”
Kırşehir’de de mevsimler değişti, insanlar gibi…
Havaya baktım, masmavi gökyüzü altında yürüdüm bir süre…
Gazeteye doğru giderken, zamanın mı, bizim mi geçip gittiğimizi düşündüm.
Bugünkü Cacabey Meydanı ile 50 yıl önceki Saat Kuleli Tekel Binası’nın olduğu meydanı anımsadım. Çocukluğumuzdaki Çemenci Ali Güzey’i hatırladım.
Ankara Caddesi’ndeki Basri’nin kahvesini, Eski Hükümet Caddesi’ndeki bugünkü adıyla Prof. Dr. Mehmet Ali Altın Bulvarı’ndaki Sülükçüler kahvesini ve kahveci Rasim Ağa’yı, buranın müdavimlerinden Bıyıklı Galip’i unutmak mümkün mü?..
Hatıralar mutluluk veriyor kimi zaman…
Bazı yaşanmışlıkları sık sık kendime soruyorum.
Onun için derler ya “mutluluğun temelini paylaşım kavramı oluştururmuş”. Bu paylaşım yalnız güzellikleri paylaşma boyutuna indirgenemez tabi.
Eş zamanlı anlardır bunlar.
Kimi zaman acı…
Bazen hüzün…
Hep ama hep umut…
Bazen de sevinç…
Tüm dünyada bunlar yaşanırmış, bizde de öyle değil mi?
Etrafınıza bir bakın, neler görecek, nelere tanık olacaksınız.
Öyleyse yazımı uzatmadan Melih Cevdet Anday’ın şu dizeleriyle noktalayalım:
O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör
Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör
Seyreyle gülü bülbülü
Çifter çifter aylar gökyüzünde
Her gece ayın on dördü

Kuşlar geçecek damların üstünden
Kuşlar konacak dallara
Kanat seslerini duyup uyanırlarsa
Gene kuşlarla uyusun çocuklar
Olanı biteni anlatma.

Hiç görmediğim şey bu
Kurdun gözü yılmış sürüden
Elmanın yarısı soğuk yarısı sıcak
Ağulu bitkilere dolanmış salkım
Güneşten yağmur boşanacak

Yetsin demir çağının beyliği
Yeni bir gün başlıyor demek
Yeryüzünde korkusuz yasamak
İki milyar kişiye bir dünya
İki milyar kişiye iki milyar ekmek

Yazık olur bu düş yarim kalırsa
Barış günü insan hakki yenirse
Köroğlu’nun sözü dinlenmelidir
Sivas ilinin Banaz köyünden
Pir Sultan Abdal dirilmelidir.

Ah günüm yetse görmeye seni
Seni övmeye gücüm yetse
Barış çağ altın çağ
Son ozanı ben olayım bu özlemin
Bu özlem bitse

O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör
Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör
Seyreyle deli ozanı
Bastan basa sevda batan basa tutku
Dili baldan tatlı.