-ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE- NEŞET ERTAŞ (1938-2012)

Neşet Ertaş, Kırşehir-Çiçekdağı Kırtıllar Köyü’nde doğmuştur. Saz ve söz ustası babası Muharrem Ertaş’tır. Çok küçük yaşta babasının etkisiyle bağlama ve keman çalmıştır. Bu iki çalgı, Orta Anadolu’nun düğün geleneğine renk katan, canlılık veren enstrümanlardır. Keman ve saz olmadan düğün yapılmaz. Çocukluğu ve gençliği ,Çiçekdağı-Yozgat-Yerköy-Kırşehir-Ankara’da geçmiştir. Sazı ve kemanıyla Orta Anadolu’nun birçok yöresini, kasabasını, kazasını, köyünü gezip sanatını icra etmiştir. Uzun süre kaldığı yurtdışında sanatını yükseltmiş ve yüceltmiştir. Bektaşi-Türkmen- Abdal geleneğinin ozanıdır. Bu konuda şunları söyler:
‘’…Madem şu, şu dendi ben de Abdal’ım, soyum da Abdal! Yani şu Laz ,şu Kürt, şu Çerkez, Tatar ise ben de Abdal’ım. Bunu ben söylemeden karşımdaki benden önce söylüyor. ‘’Abdallar!’’ diyor. Ben de ‘’evet Abdal’ım’’ diyorum. Benim adımı sen koydun. Ben de diyorum ki, insan ve insanoğlu var. Bunlara ayrı ayrı isim takmak suçtur. Bu bir nev-i ayrımcılıktır. Doğru değildir. Doğru değildir. Bir aşağılık, bir yukarılık bu ayrımcılığın sonu kavgadır. Kavganın kârı var mı? Birbirine düşman olan Fransa, Almanya, öteki, beriki gelmişler bir araya, sınırlarını açmışlar. Anlaşmışlar. Bütün Dünya, eninde sonunda birleşecek!’’
Bunları okurken Âşık Veysel’in dörtlükleri geldi aklıma:
İtimat edersen benim sözüme/gel birlik kavline girelim kardaş
Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme
İçip şerbetini duralım kardaş, Çalışalım kurtulalım buhrandan/Nedir şenlik benlik usandık candan/ ırkımız neslimiz aynı bir kandan /Yurdan yaraların saralım kardaş.
…..Şu alemi yaratan bir/ Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir/menfaattir varvarası
Yezit nedir, ne kızılbaş/Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş/Söndürmektir tek çaresi
(Dostlar Beni Hatırlasın’dan)
Neşet Ertaş, farklı kültürlerin, inançların odak noktasıydı. Söz ve saz onun en büyük birlik-beraberlik vasıtasıydı. Sanatını Türk Milleti’nin birliği için kullandı. Asla ayrımcılık yapmadı. Pir Sultan Abdal’ın,Karacaoğlan’ın,Köroğlu’nun,Dadaloğlu’nun,Ercişli Emrah’ın, Aşık Veysel’in, Anadolu’nun gürleyen sesi Aşık Mahzunî Şerif’in… Kültür haritasından devam etmiştir. Bunun içinde sevilmiştir. Sayılmıştır.Her kesim ve her kısım halk tarafından takdir edilmiştir. Ölümünde cenaze töreninde Türk siyasi hayatının tüm yelpazelerinin buluşması Neşet Ertaş’taki milli ruhu ifade eder. O, sanatının hiçbir dalını, meyvesini, tomurcuğunu, çiçeğini politikaya alet etmedi. İnsan odaklı kaldı.Y unus Emre gibi. Aşık Veysel gibi, Karacoğlan… gibi
Bunun için olmalı ki, UNESCO,Neşet Ertaş’ı ‘’Yaşayan İnsan Hazinesi’’ olarak ilan etmiştir. Bu sıfat dünya çapında ilk kez ustamıza nasip olmuştur. ‘’İnsan Hazinesi’’ muazzam bir paye. Nobel Edebiyat Ödülü’nden de üstün. Ustamızın genç yaşta aşık olduğu adı Gülbahar olan kıza yazdığı bu dörtlük onun coşkusunu ‘’İnsan Hazinesi’’ kişiliğini vurgular:
Bahar geldi, türlü çiçek açıldı/Baharda gül, gül baharda ne güzel
Açıldı goncalar, güller saçıldı/Baharda gül, gül baharda ne güzel

Neşet Ertaş, okula gidemediğinden yakınır
Okula gidemedim, bu dert benimdir/
Hemi benim derdim, hem babamındır,
Hemi babam, hem de öğretmenimdir,
Yüreği yaralı o Kerem nerde?
Çiçekdağı-Kırtıllar-Yozgat-Keskin-Kaman’ın sofular köyü Kırşehir Bağbaşı mahallesi, Ankara-İstanbul-yurtdışı odaklı bu hayat, Anadolu Oğuz geleneğinin şairidir, sazıdır, sözüdür.
Yazıyorlar ve söylüyorlar: ‘’Neşet Ertaş yokluklar içinde büyüdü, yoksullukla mücadele etti, çok çekti vs. ‘’Güzel de Anadolu’nun hangi halk şairi varlıklar, zenginlikler içinde büyüdü. Çekmeseydi Ozan olamazdı. Belki de asude bir hayatı yaşar giderdi. Orta Anadolulu yazar Mahmut Makal’ın bir sözü vardır. Hoşuma gider: ‘’İnsan olmak çekmekledir’’ Varlıklı zengin bir aileye dayanan kişi zaten kolay kolay şair ozan olamaz. Anadolu ozanlarından bir tane varlıklı olanı, varlık içerisinde büyüyeni yok gibidir. Türkülerinin hemen hepsinde bu yoksulluk, bu sıkıntılı günlerin izi vardır:
Gönül dağı yağmur-boran olunca
Akar can özümden sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli.
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez.
Gönülden gönüle yol gizli gizli
Seher vakti garip bülbül öterken
Kirpiklerin oku cana batarken
Cümle alem uykusunda yatarken
Kimseler görmeden gel gizli gizli

Neşet Ertaş’ın bu dizelerinde müthiş bir gizemcilik vardır. Yani TASAVVUF! Şiirde tasavvufu yakalamak her ozanın kârı değildir. Tasavvuf Anadolu’ya Ahmet Yesevi’den, Yunus Emre’den, Mevlana’dan, Hacı Bektaş’tan, Karacaoğlandan, Pir Sultan’dan yayılmıştır. Tasavvuf, şiirde yaratıcı zekâdır. İnsan ruhunun derinliklerinden Allah’a varıştır. Unesco’nun dediği ‘’İnsan Hazinesi’ne’’ ulaşmadır…. Neşet Ertaş Anadolu’nun tam çocuğudur. Anadolu’nun o bin yıllık mahcupluğu, ezilmişliği, garipliği, vakurluğu, feraseti, yiğitliği onun sesinden, mızrabından sıyrılıp hepimizin boğazında ve yüreğinde çöreklenir. Kalır. Onun sözünde ve sesinde Anadolu’nun bin yıllık feryadını buluruz. Adam alçak gönüllü olmaya çalıştıkça, altında gizli bir kibir olduğunu görürsünüz. Bu kavram Neşet Ertaş’ın kimliğinde gerçek hüviyetine kavuşur. Yüzüne bakın gözlerine bakın, kudretten miras bir alçak gönüllülüğün bu çekimsiz bedende nasıl da memnun ve müstehzi bir ifadeyle gezindiğine şahit olacaksınız. Eserinde ‘’Garip’’ mahlasını kullanmış olmasını başka türlü ifade edemezsiniz. ‘’(Aydınlık, Eşref Ural. 28.09.2012)
Devlet sanatçısı unvanını ‘’hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor’’. Diyerek geri çevirmesi de bu tasavvufçu ruh yapısından gelmektedir. 2006 yılında TBMM tarafından verilen ‘’Üstün Hizmet Ödülü’nü kabullenmesinin anlamı elbette ki ayrı bir boyuttur.
Ertaş’ın asıl ödülü ‘’Bozkır’ın Tezenesi’ ’olmasıdır. UNESCO‘nun Üstün Hizmet Ödülü’nde kıymetli olarak takdir ettiği ‘’Yaşayan İnsan Hazinesi’’dir.
Neşet Ertaş’ın değerini şuradan da anlayabilirsiniz: UNESCO, Evliya Çelebi, Itri, Piri Reis, Tevfik Sağlam, Yunus Emre, Atatürk yılları ilan etti. Bunlardan biri de ‘’Yaşayan İnsan Hazinesi’’ değerlendirmesiyle Neşet Ertaş’tır. Mevlana, Nazım Hikmet yılları gibi.
Neşet Ertaş’ın şanslarından biri de Kırşehirli oluşudur. Kırşehir şairler yatağıdır. Âşık Sait(1835-1910),oğlu Aşık Seyffullah (1896-1968) Neşet’in babası Muharrem Ertaş, tarihin derinliklerinden Yunus Emre, Ahmedi Gülşehri… gibi şairler harmanında bulunmasıdır. Tabii ki Aşık Paşa… gibi. Müteffekkir şair Celal Tekiner, Şemsi Yastıman, Vahit Bulut… Bunların tümünde tasavvuf geleneği vardır. Yunus gibi Âşık Paşa da, en büyük mutasavvıflarımızdandır.
Neşet Ertaş bu açıdan oldukça şanslıdır. Ama, özgün müziğini, özgün sesini, özgün dilini yaratmasını bilmiştir. Bozlaklarıyla Anadolu’nun yaşayan feryadı olmuştur.
Ona ‘’Bozkır’ın Tezenesi’’,Teber Uşağı’’, Feryad eden Bozlak’’ denmesinin sebebi de budur. Yani özgünlük!
Ertaş’ın yaşamını özetlersek: 1938’de Kırşehir-Çiçekdağı-Tırtıllar köyünde başlayan hayat.7 kardeşten biri.5-6 yaşlarında bağlama çalmaya başlar. Babasıyla birlikte gittiği Orta-Anadolu düğünleri onun için bir okul olur. Sanatını yaşayıp öğrenir. Uzun yıllar,Kırşehir-Nevşehir-Niğde-Kırıkkale-Keskin-Yerköy-Kayseri-Yozgat illerini, ilçelerini, köylerini gezip sanatını icra eder.14 yaşında İstanbul’a düşer. Şencalar plak şirketi onun elinden tutar .’’Niye Garip Garip ötersin Bülbül’’ adlı ilk eseri 1957 yılında Şencallar şirketi tarafından piyasaya sürülür. Beyoğlu’nda bir gazinoda çalışır. Leyla adında bir bayanla tanışıp evlendi. İki kız bir erkek çocukları oldu. Ankara-İstanbul arasında gidip gelir. 1962’de İzmir Narlıdere’de askerliğini yapar. Parmakları felç olur. Tedavi olacak parayı bulamaz. 1979’da Almanya’da bulunan kardeşinin yanına gider. Tedavisini orda yaptırır. Üç çocuğunu da oraya aldırır. Türklerin bulunduğu yerlerde düğün ve gazinolarda çalıp söylemeye başlar. Almanya’da uzun yıllar kalır. 2000’de İzmir’e yerleşir. Orada ölür. Mezarı Kırşehir-Bağbaşı mezarlığında babası Muharrem Ertaş’ın ayaklarının ucundadır. Şemsi Yastıman’ın mezarı da inşallah bir gün Lapseki’den Kırşehir’e nakledilir!..
Neşet Ertaş,bir gönül adamıydı. ‘’Gönül Dağı’’ kişiliğini yansıtıyordu. Bunun için insan odaklıydı. Türkçe’nin ustasıydı. Türkçe’yi çok ama pek çok güzel kullanıyordu. İçerik bakımından meshepçilik, tarikatçılık… yapmadı. Kutsal değerleri sömürmedi. Türkçe düşündü, Türkçe yazdı, Türk gibi öldü! Şu dörtlükleri Türkiye’mizde bayrak gibi dalgalanmaktadır:
Tattlı dile güler yüze/ doyulur mu, doylulur mu/aşk ile bakışan göze/ doyulur mu doylulur mu
Hem bahara hem yaza/yârin ettikleri naza yar aşkına calan saza /doyulur mu doylur mu
Doyulur mu doyulur mu/ canana kıyanlar hakkın kulu sayılır mı…..
Anadolu’nun ses ve saz ulusu Neşet Ertaş,sen bir gönü dağı ve ses dağısın!
Murat Meriç, Neşet Ertaş hakkında şunları kaydetti:
‘’Halkın sanatçısı: Neşet Ertaş
Zeki Müren üzerine kalem oynatmak ne kadar zorsa Neşet Ertaş üzerine bir şeyler söylemek o kadar kolay. Tek bir tanım duruşunu açıklıyor: Halkın sanatçısı! O’nu siyasete alet edenlere sağa sola çekiştirenlere, ardından timsah gözyaşı dökenlere aldırmayın: O, kendini halka adamıştı. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı zamanında bol keseden dağıttığı ‘’Devlet Sanatçısı’’ unvanını reddetmiş, ‘’ben halkın sanatçısıyım’’ demişti. Ölümünün ardından doktoru ‘’devlet sanatçısı büyük ozanı kaybettik’’ dediğinde oğlu araya girmek durumunda kaldı: ‘’Devletin değil, halkın sanatçısıdır babam.’’
Zeki Müren’le akran. Yolları ‘’Mühür Gözlüm’’le kesişmiş. Neşet Ertaş, Aşık Ali İzzet Özkan’ın bu türküsünü kendine has bir yorumla söylerken Zeki Müren ‘in dikkatini çekmiş ve bu türkü, bu yorumla ünlenmiş. Küçük yaşta, babasının yanında düğün düğün dolaşarak başladığı saz çalma mesaisi ölene dek sürmüş, Abdallığını önce gazinolara, sonra plaklara taşımış. Arada TRT’de türkü söylemiş ama yönetim ‘’bağırmadan’’ söylemesi konusunda kendini uyarınca kırgın ayrılmış. 60’larda türküleri konuşulmuş, 70’lerde kendisi. 80’ler Almanya yılları: Çocukluğundaki gibi düğünlerde çalarak para kazanmış. 90’ların sonunda yeniden Türkiye’ye döndüğünde, Açıkhava’yı tıklım tıklım dolduran bir dev ozan…
1996’da Metin Solmaz, birlikte çıkarttığımız Müzik Dergisi adına bir söyleşi yapmış ve ‘’kaç türkünüz var’’ diye sormuştu. Verdiği cevap büyüklüğünün delili: ‘’Kaç tane olursa olsun önemli değil. Babam olsun ben olayım insanların gönlüne hizmet için türkülerimizi söyledik. Halkımız kaç tanesini biz o kadar diyoruz.’’
Neşet Ertaş’ı Zeki Müren’le aynı dönemlerde, üniversitede tanıdım. Ankara’da rakı içerken can yoldaşımızdı. O’nun türküleriyle ağladık, O’nun türküleriyle oynadık. ‘’Göynüm hep seni arıyor, neredesin sen’’ dizesi canımızı yaktı, Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez’’ ile bizi bizden aldı. Yeni çıkan albümleri heyecanlandırdı, sazının teline her vuruşunda aklımız gitti. Çıraklık dönemine değil belki ama ustalık dönemine şahit olduğum için kendimi hep çok şanslı hissederim.’’
Neşet Ertaş’ın şu dizelerinde derin bir gizemcilik-mistik anlam vardır.
‘’Ana vatanımsın, baba yurdumsun
Ozanlar diyarı şirin KIRŞEHİR
Garip kaldım gurbet elde derdimsin
Hasretin bağrımda derin Kırşehir derin KIRŞEHİR
Neşet Ertaş’ın ‘’Yalan Dünya’’ şiiri başlı başına bir destandır.
Neyin destanı:
-İnsan, -dünya,-fani alem, ahiret-din ve tasavvuf destanıdır. Duygu, Lirizm, sözcük, dize örgüsü itibariyle insan ruhunun portresi gibidir. Bu tip şiirlere Aşık Paşa’da (XIII-XIV), Yunus Emre’de (XIII) Ahmed-i Gülşehri (XIII-XIV) de rastlamak mümkündür. Vezin-kalıp değişik olsa da!..
Bu mükemmel şiiri okuyalım. Bir ruh destanıdır:
Yalan Dünya
Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın
Ben de gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlu mu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gülen dünyada

Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
Rengi gönlümde solan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gülen dünyada

Bilirim sevdiğin kusurun yoğdu
Sana karşı benim hayalim çoğdu
Felek bulut oldu üstüme yağdı
Yaşları gözüme dolan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gülen dünyada

Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada

Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüne gelen dünyada
Bu konuda görebildiğim yazılar:
-Gönülden Gönüle Yol Neşet Ertaş, Yusuf Çıldır, 15.10.2012
-Gönüllerin Yolu Artık Rehbersiz, 28.09.2012, Çağdaş Kırşehir
-Neşet Ertaş’a Mersiye, Eşref Ural, 28.09.2012, Aydınlık
-Halk Sanatçısı Neşet Ertaş’ın Ardından Gökhan Ay, 04.10.2012
-Yalan Dünyaya Veda, 28.09.2012, Yeni Çağ Gazetesi
-Gökyüzüne Söyledi Acı Türkücü, Cazim Gürbüz, 02.10.2012, Yeniçağ
-Evvelimizin Ahirimizin Sesi Neşet Ertaş, Rasim Yılmaz, Kırşehir Çiğdem, 3.10.2012
-Gönül Dağı, Arslan Bulut, 26.9.2012, Yeniçağ
-Neşet Ertaş: Dilimizin Rengi, Arslan Tekin, Yeniçağ, 26.09.2012
-Neşet Ertaş kimdir? Sözcü, 02.10.2012
-Büyük Ozan Neşet Ertaş, Kırşehir Haber, 19.10.2012
-Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş, Erol Parlak,201