Kuşkusuz her kayıp üzücüdür.
2020 yılı da bizim için, hepimiz için kayıp bir yıl olarak geçti, gitti.
“Gidenin yeri dolmaz” derler!
Ama düşünün bir kere, geçip giden yılda kimleri kaybettik, neleri kaybettik?
Dolar mı onların yeri? 
Geri gelir mi o değerler?
Bu sözcükler bana neler kaybettiklerimizi hatırlattı!
Bugün iyi dilek ve düşüncelerle sabah erken saatlerde yazmaya başladım yazımı…
Yaşadıklarım, hayallerim, sevinçlerim, üzüntülerim geldi gözlerimin önüne…
Bize bu vatanı vatan yapan Büyük Atatürk’ün Türkiye’si nereden nereye geldi?
Her gün medyaya yansıyanlar, Atatürk ve silah arkadaşlarının kemiklerini sızlatıyorlar.
Peki, biz birey olarak görevimizi tam olarak yapıyor muyuz?
Lütfen geçmişi bir hatırlayınız!
Dile kolay bir asırdan fazla yıl geçmiş!
Biz Kırşehirliler Atatürk ve silah arkadaşlarını her yıl 24 Aralık’ta karşıladığımızda O Büyük Deha ulusa bir 30 Ağustos günü haykırmıştı. 
30 Ağustos dediğimiz zaman, şu ele avuca sığmayan, nereden gelip, nereye aktığını bilmeksizin soyut kavramın bir parçasından bir asır önce koparılmış, dondurulmuş, biçimlendirilmiş, somut bir “Zafer” anıtıdır.
Kurtuluş ve Kuruluş…
Türkiye’nin iki önemli tarihsel belgesidir.
Şair Nazım Hikmet “Kuvayı Milliye’den” şiirinde anlatır tarihin temel taşlarını:

“Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde 
kalan bütün nehirleri
Kim bilir onlar ne kadar büyük
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu
yalnız, Yunan'dan önce ve seferberlikten evvel
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki 
mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "ÜÇ" dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.”

O zaman aklınıza şu gelebilir:
“Nasıl başardılar bu işi?”
Ulusal Kurtuluş, bağımsızlık savaşını bir düşünün…
Karşımızda kimler vardı?
İtalyanlar, Fransızlar, Yunanlılar, İngilizler, Ermeniler, Osmanlı Babıali’si, Mütareke Basını, Anadolu’da Mustafa Kemal’e karşı ayaklanan satılmış vatan hainleri…
Dahası var elbet!
İşbirlikçiler, düzenbazlar…
Meclis’te Mustafa Kemal’e karşı yürütülen kampanya!..
Ordumuz neden taarruz etmiyormuş…
Demek ki saldırı gücü yokmuş.
Bütün bunlara karşı direnen Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1922’de ordusuyla birlikte kükredi.
Şimdi sözüm bu ülkede yaşayan, bu vatanı bize vatan yapan O Büyük Atatürk’e zaman zaman dil uzatanlara ne denir bilemiyorum.
O olmasaydı bugün bizler neredeydik, neydik?
Çanakkale’de Kurtuluş Savaşı’nda örnek ve kahraman mücadelelerini, Sarıkamış’ta donarak şehit olan ve bir daha geri dönmeyi düşünmeyen askerlerin içinde benim de adım olan, yatağının başucunda Kur’an-ı Kerim ve mavzeri asılı kalan büyük dedemi ve silah arkadaşlarını nasıl unutalım?
Bu vatanı binlerce şehit vererek bugünlere taşıyan tüm şehitlerine rahmetler olsun.
Geçmişimizi inkâr ederek, görmezden gelerek, anamızı, babamızı inkâr etmekle aynı eşdeğerdir.
Büyük Atatürk’ün değerlerine, ilkelerine sahip çıkmak her Türk insanının görevi olsa gerek!..
Evet ve ben dün gece gökyüzüne baktım, yıldızlar nedense parlamıyordu.
Atatürk’le ilgili bilgiler dökülüyor gözlerimin önünde.
Bugün Türkiye Doğu ile Batı arasında. Her iki dünyaya ders verebilecek bir uygarlık düzeyine geldiğini de inkâr etmemeliyiz. 
83 milyonluk koca bir ülke olan Atatürk’ün Türkiye’si her alanda güçlendi. Güçlendikçe Atatürk’ün ruhu şad olacaktır. 
Mustafa Kemal Atatürk, o zor ve meşakkatli günlerden evrensel gerçekleri, insanlığın ortak değerlerini dikkate alarak hayalindeki Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve ideallerinde başarılı olduğunu görüyoruz. 
Büyük Atatürk’ü böylesine bir duyguyla bir kere daha rahmetle, şükranla, minnetle anıyorum.