Çocukluğumun geçtiği, bağlı bahçeli yeşillikler içindeki Kırşehir’i ne kadar özlediğimizi anlatamam.
Dostluklar, akrabalıklar, arkadaşlıklar, komşuluklar samimi ve içtendi.
İnsanlar mütevazı yaşar, elindeki ve avucundakilerle yetinmesini bilir, kıskançlık, hasetlik nedir bilmezlerdi. Herkes herkese samimi ve içten davranırdı.
Bir komşusunun bağı mı bellenecek, yufka ekmeği mi yapılacak gider yardım ederdi.
Dara düşene destek verir, adeta koşardı.
Önce mahallemizdeki arkadaşlarımızla ceviz oynar, sonra Eski Saray Sineması’nın yanında misket oynar, Teksas Tomiks kitapları alır-satardık.
Şimdi dünya değişti, mevsimler bozuldu, insanlar da maalesef bu bozulmalardan en çok nasibini alan canlı oldu.
Geçtiğimiz günlerde bir yazı okudum. Gerçekten bu yazı beni çocukluğumun geçtiği Kırşehir’in o eski ve güzel günlerini hatırlattı.
Kim yazdıysa eline, kalemine sağlık. Ben de bu güzel yazıyı siz değerli okurlarıma aktararak, o eski güzel günleri, anılarda kalan yılları hatırlatayım istedim:
Eskiden…
Çocuklar doğduğunda telefon başvurusu yapılırdı. (Telefon sırası 8-10 yılda gelirdi.)
Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu.
Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda kılcal tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
Banyomuz kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
Naylon terlikler çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur ve herkesin ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska takarlardı!!
Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim modeller için de bayramı beklemem söylenirdi.
Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda dururdu. Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırılır, bize verilemezdi! Biz ona o bize bakardık.
İlkokulda sepet kadar kurdele takardık. Ne kadar kabarık ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik!
Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar akşamları kolalanırdı.
Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı! Banyo kazanı merasimle yanar, banyolar yapılır çamaşırlar yıkanırdı.
Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur, reklamı yapılırdı.
Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici, bileyci , sülükçü (!!) geçerdi.
25 kuruşa bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5 kuruuş'' diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır, kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat geçirilirdi.
Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı. Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandık.
İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi.
Aşı olunacağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi. AIDS henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
Okulda, Kürt,Türk, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi.
Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak, geleneklerimize aykırıydı, ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak olurdu.
Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri bitirmek de ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler hepsini yerdi.
Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
Erkek çocuklar misket, kuka, bezden yapılmış topla futbol oynarlar; kızlar daha çok ip atlarlardı.
Kız ve erkek çocukların en sevdiği oyun Saklambaç ve 7 adet kırık testi parçasının üst üste konularak önce topla yıkılıp sonra tekrar dizilmesi suretiyle oynanan Dalya diğer adıyla dombik oyunu idi.
Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine sana yağı ve toz şekerdi.
Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar, baldırlarına lastik takardı.
Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red ederdik.
Defter-kitap kaplama kâğıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu.
Gazete kâğıtlarından kese kâğıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına dönerdi...
Şimdi bütün bunlar, bu gelenek ve göreneklerimizi yok olup gitti.
Ah ah nerede o eski günler diyoruz her gün değil mi?
Hep bir çocukluğumuzun özlemindeyiz. En saf en temiz kaldığımız o anlara geri dönmek istiyoruz. Keşke zamanı geriye alıp dönebilsek.
Bırakın 60-70 yıl önceki yıllara değil de şöyle yakın diyebileceğimiz 90’lı yıllara dönsek.
O yıllarda da paramız yoktu ama çok mutluyduk. Şimdilerde ise yeni nesil çocukların geneli hep teknolojik aletlere bağlı. Ellerinden tabletler, telefonlar, bilgisayarlar düşmüyor maalesef. Ancak eski zamanlarda bunlar yoktu ama hep gülerdik ve daha eğlenceli zamanlar geçirirdik. Evden sabah çıkar akşama kadar mahallede oyunlar oynardı çocuklar.
Çocuklar geç kaldığı zamanlarda annelerinin terlik zorluyla eve sokulurdu. Keşke geriye dönebilsek. Yine eve geç kalsak annelerimiz bize kızsalar, acıksak da anne ekmeğin içine domates peynir koy diyebilsek.
Kısacası en güzel zamanlar çocukluk yıllarımızda kaldı ve bitti. Şimdilerde sokakta sek sek oynayan, ip atlayan kız çocuklarını, misketleriyle, tasolarıyla oynayan erkek çocuklarını göremezsiniz. Çünkü hepsinin ellerinde artık teknolojik aletleri var.
Tasolar, misketler, tüp kamyonu, mantar tabanca, sinek ilacı arabasının arkasından koşmak, sek sek oynamak, ip atlamak, körebe ve yerden yüksek oynamak, topaç çevirmek, mahalle arası maçlar, seyyar salıncak, hece fişleri, atari, ansiklopediler, disketler, kasetler, cumartesi tatillerinde sabahın köründe kalkıp çizgi film izlemek bunları unutmak mümkün mü?
O yıllar, o günler geride kaldı. Unuttuk, unutturdular.
Görüyor musun biz de yaşlandık.
Şimdi benim torunlarımın elinde tablet bilgisayarlar!
Özledik o güzel yıllarımızı…