Bizleri yaratan yüce Allah’a şükürler olsun ki altmış beş mübarek Ramazan ayını geride bırakmaya şunun şurasında sayılı günler kaldı… Yanlış anlaşılmasın… Ben kendi adıma altmış beş yıl… Başkaları adına değil… Mesela anam 57 yıl mübarek Ramazanları yaşadı. Ya babam… O da 85 yıl Ramazanlar yaşadı, gördü.

Bizleri yaratan yüce Allah’a şükürler olsun ki altmış beş mübarek Ramazan ayını geride bırakmaya şunun şurasında sayılı günler kaldı…
Yanlış anlaşılmasın…
Ben kendi adıma altmış beş yıl…
Başkaları adına değil…
Mesela anam 57 yıl mübarek Ramazanları yaşadı.
Ya babam… O da 85 yıl Ramazanlar yaşadı, gördü.
Geçip giden 65 mübarek Ramazan aylarını hatırlıyorum.
Evet, çocukluğumuzdaki Ramazanlar bir başkaydı.
Kaç yıl Ramazanlar kışa denk gelmişti.
Kaç Ramazanlar yazın sıcağında tutulmuştu oruçlar.
Gençliğimizdeki Ramazanlar da öyleydi.
Ne zaman evlendik, çoluğa, çocuğa karıştık, çocuklarımızı evlendirdik, torunlarımızı gördük Ramazanlar değişmedi, ama bizler değiştik.
Çocukluğumuzdaki Ramazanların tadını alamaz olduk.
Nedeni belli…
Keşke büyümeseydik diyecem!
Çünkü ezan okunmaya az kala fırından aldığımız sıcak pideleri koşarak eve getirirdik. Rahmetli anam, sofrayı Allah ne verdiyse hazırlardı. Bugünkü gibi her şeyin bol olduğu zamanlar değildi.
Ya babam?..
Ezan konur okunmaz hemen sigarasını yakar, bir bardak çayla orucunu açardı. Şimdi anlıyorum ki babam bir tas çorbaya dişi takma olduğu için içine ekmek doğrayarak zor yerdi.
Demek ki sigara yemesini, içmesini engellermiş.
Akşam iftardan sonra teravih namazına giderdik. Ne güzel yıllardı o yıllar…
Çocukluğumuzun Ramazanları mı bir başkaydı, yoksa bizler ya da insanlar mı başkaydı?
Bugünlerde her Ramazan ayının gelişiyle birlikte televizyon programlarında, gazete sütunlarında, özel sohbetlerde aynı soruların sorulduğunu görüyoruz.
Nerde o eski Ramazanlar?..
Sahi nerede o eski Ramazanlar mı, yoksa nerede o eski insanlar mı?
Peki, eski Ramazan diye bir şey var mı?
Tabi ki yok…
Ramazanın eskisi ya da yenisi olmaz.
Eskiden ya da bir önceki Ramazan neyse bugün içinde bulunduğumuz Ramazan da o.
Ramazanlar değişmiyor… Değişen insanlar, yani bizleriz…
Eskiyen, eskiten, yıpranan, yıpratan, yapan, bozan bizleriz.
Ne yazık ki, bu güzelim ayı televizyonların reyting ayı, rant ayı haline getiren bizleriz.
Biz Kırşehir’de babamdan, anamdan öyle gördük.
Ramazanlarda babam sofraya mutlaka fakir-fukara bir komşumuzu davet eder, getirirdi.
Yani Ramazan ayı hep aynı…
İlk geldiği günkü gibi…
İbadet ayı…
Dua ayı…
Teravih ayı…
Yardım etme, fakiri-fukarayı kollama, gözetme ayı…
Dahası rahmet ayı…
Ve en önemlisi de sabır ayıdır mübarek Ramazan…
Sabırlı değiliz, sabırlı olamıyoruz.
Konuyu şuraya getirmek istiyorum. Özellikle Ramazanlarda ve iftara yakın saatlerde kimse kusura bakmasın trafik magandasıyız…
Kırşehir’in cadde ve sokaklarının hali pürmelal…
Maalesef Kırşehir’de trafik tam bir rezalet…
Kanunlarla, kurallarla çözülebilecek bir durum değil.
Mesela, biraz insanlıkla, biraz hoşgörüyle ve biraz sabırla çözülür…
Kanunlar, kurallar, şunlar-bunlar hikaye…
Neyse yazımızı küçük bir tebessümle bağlayalım.
Ramazanla ve oruçla uzaktan ve yakından ilgisi olmayan bir Bektaşi babası, hiç sahura kalkmıyormuş, ama iftar sofralarına herkesten önce oturuyormuş. Etraftan birinin dikkatini çekmiş ve “Baba erenler, sahura kalkmıyorsun, oruç zaten tutmuyorsun, ama iftar sofralarına herkesten önce sen oturuyorsun. Bu nasıl iş?” diye sormuş.
Bektaşi’nin cevabı çok manidar:
“Sahura kalkmayabilirim, oruç tutmayabilirim, bunları yapmıyorum diye Ramazanı terk mi edelim yani?”