Bir okuyucu mesaj atmış, “abiciğim bu nemküm hamhum surulup, ne demek ve hangi dilden bir deyim” demiş.
Bu kelimeyi ben dedemden öğrendim. Şimdiki deyimle görmedim, duymadım, bilmiyorum demek gibi bir şey.
Kendisi çok küçük yasta askere alınmış. Balkan Harbi, Galiçya bozgunu, Yemen müdafaası ve İstiklal Savaşı derken ömrünün nerelerde ve nasıl geçtiğini artık siz hesap edin.
Hele bir esaret yıllarında bahsederdi ki her seferinde ağlar, yetiştiği Osmanlı askeri birliklerine komut eden subayların bazıları çok cahil ve kibirli olduğunu söylerdi. (o zamanlar alaylı ve okullular varmış, alaylılar savaşta yararlılıklar gösteren kimselermiş) Hele Galiçya bozgunundan sonra üç arkadaşıyla, gece yürüyerek gündüz saklanarak üç ayda Çanakkale’ye gelişlerini anlatırdı.
Yiyecek olarak taze otlarla ve bazı meyvelerle hayatta kaldıklarını anlatırken göz yaşlarını tutamazdı. Askeri birliklerde her şeyi bilmemek hele bazı şeyleri biliyor görünmek pek de tekinlik sayılmazmış.
Rahmetli dedeciğim etrafındaki dostlarına (hapını yut, dilini tut ve deveyi gör, izini görme” der, ham humla sözü bağlardı
Birde şu lafı çok söylerdi, Arabın işine, fakirin şeyine karışmayacaksın” derdi.
Şimdi bu deyimin ne kadar yararlı doğru ve geçerli olduğuna son 15 yılda gördük ve öğrendikten yetkili ve sorumlu yetkili bile suya sabuna karışmamayı yeğliyor.
Şuna işaret ediyor, en yetkili bile yetkilerini kullanmaktan tereddüt ediyor demektir. O zaman yasalar ve kanunlar tam olarak islemiyor ve herkes kendi güvenliği ve özel çıkarlarının korunmasını sağlamak yönünde silahlanmaya başlıyor demektir.
Çok tehlikeli bir gelişmedir. Hele cahil bir toplumun cinayet işleme sebebi namus koruma anlayışına bağlanıyorsa daha çok tehlikeleşiyor. Toplum disiplini zaafa uğramış, işsizlik artmış, fakirlik artık adeta millilik sembolü haline gelmiş, nana muhtaç olmuş halkın durumu hiç kimsenin umurunda değil. Varsa yoksa “ağam çok yaşa, senden başka kimse gelmesin başa.”
Kim öne geçerse veya geçmeye aday görürlerse, hemen ıstakoz gibi sıraya dizilip ana beyin arkasına takılıyor ve kendilerince yaşamlarını aile boyu garantilemiş oluyorlar.
Dahil olduğu partinin tüzüğü nedir, memleket için ne hedefliyor, tasarruf olarak neyi ve hangi zamanı gösteriyor hiç konusu ve düşüncesi değil.
Hele son zamanlarda, seçim kaybedilen büyük şehirlerde bazı kirli çamaşırların ortaya dökülmesinden sonra soygun düzeninin hangi boyutlarda olduğu henüz tam olarak anlaşılmasa da, yine de vahim durumlar olduğu ayan beyan ortada.
Çıkarcı kimselerin siyasi ortamlarda bukalemun gibi hemen renk değiştirip, çıkarlarının zincirlerinin her hangi bir şekilde devamını sağlama gayretine girenlerin çıkışı pek de yadırganacak durum değil. İktidar partisinin uzun yıllar emredici bir konumda iken yapmadığını veya yapamadığını, seçim meydanlarında aynı teranayla “yapacağım engeller var” diye oy toplamaya çalışması, siyasetin ne kadar çirkin ve yalancılık sanatı olduğunu göstermiyor mu?
Halkın gündem değiştirme olarak gördüğü Kanal İstanbul’a harcanan paraların ve getirdiği rantla, üretime yönelik yatırıma harcanması yönünde her hangi bir fikir beyan eden yok. Yani herkes hipnoz olmuş durumunda, dur bakalım ne olacak beklentisiyle kendi şaşkınlığının skeciyle adeta dalga geçip kafayı buluyor.
Sadet zinciri taktiği ile günlük politika bizi nereye iteleyecek, Allah yardımcımız olsun.