Türk milletini ayakta tutan sağlam temelleri, direkleri milli ve manevi değerleri vardır. Bu sağlam temeller yüzyıllar geçse de değişmeden günümüze kadar gelmiş, Türk milletine kurtuluş savaşlarını, Çanakkale zaferini kazandırmış, T.

Türk milletini ayakta tutan sağlam temelleri, direkleri milli ve manevi değerleri vardır. Bu sağlam temeller yüzyıllar geçse de değişmeden günümüze kadar gelmiş, Türk milletine kurtuluş savaşlarını, Çanakkale zaferini kazandırmış, T.C. Devletini küllerinden yeniden kurdurmuştur. Şimdiye kadar iç darbelerden, dış güçlerin Türkiye’yi bölmek, parçalamak üzere oynadığı oyunlarından etkilenmemiştir.
Son yıllarda Türk insanında, Türk kültüründe, milli ve manevi değerlerimizde göze batacak şekilde yozlaşma ve kayboluşa şahit oluyoruz.
Ne dini bayramlarımızı, ne milli bayramlarımızı biliyoruz. Herkes kendi başına ferman yazıyor, herkes bir şeylere sığınıyor, birileri kendi kendilerine örf, adet, töre icat ediyor, var olan milli ve manevi değerlerimizi, geleneklerimizi yok sayıyor, yıkmaya çalışıyor.
Dini ve milli bayramlar birlik ve beraberliğimiz sağlayan, Türk ve Müslüman olduğumuzu, T.C. Devletine kolayca sahip olmadığımızı belgeleyen anlamlı günlerdir. Bu günler özel günlerdir, güzel günlerdir, birlik ve beraberliğimizi sağlayan, insanları kaynaştıran sağlam temellerdir. Bu sağlam temellerden vazgeçtiğimiz an yanan var oluş ateşimizin yeniden sönmesi demektir.
Haziran ayı içerisinde mübarek Ramazan ayını ve Ramazan bayramını idrak ettik. Ama üzülecek bir gerçek var ki son yıllarda bayramları bayram gibi yaşamadığımızdır. Son yıllarda Türk İnsanında milli ve manevi değerlerimize sahip çıkma konusunda yozlaşma başladı. Devir değişti mantığıyla menfaat, bencillik, ilericilik, çağdaşlık, sosyetelik maskesi altında, lüks yaşam uğruna bizi ayakta tutan en temel değerlerden vazgeçtik. Annemizi, babamızı, diğer büyüklerimizi unuttuk. Bayramlarda büyüklerimizin yanına gitmek, onları sevindirmek yerine baba parasıyla aldığımız arabalarla, banka kredisiyle cümbül cemaat denize, plaja tatile gidiyoruz ama bize araba alınmasına vesile olan annemiz, babamız hatta varsa ninemiz, dedemiz ellerini yüzlerine atarak kapı önlerinde, pencere kenarlarında, gözleri yollarda çocuklarını, torunlarını bekliyorlar, her gelen arabadan büyük bir heyecanla çocuklarını; torunlarını takip ediyorlar, görmedikleri takdirde de heveslerini bir sonraki arabaya atıyorlar. Anne ve babalarımız bekleye dursunlar hiç önemli değil, çünkü devir değişti, kim uğraşacak o yaşlılarla, biz tatilimize gider, günümüzü gün eder çıkar yaşadığımız şehre gideriz mantık bu.
Ne oluyor bizlere, devir mi değişiyor, insanlar mı değişiyor?
İlk önce bu sorulara doğru cevap aramalıyız diyorum. Bana sorarsanız devir değil, insanlar değişiyor. Teknoloji olarak bir şey demem ama insan halen etten kemikten yaratılan varlıktır. Önceden teknoloji bu kadar ileri düzey de olmasa da insanların gelir düzeyi düşük olsa da, Kırşehirimizde bu kadar lüks arabalar, evler olmasa da insanlarda samimiyet vardı, içtenlik vardı, anne baba hakkı vardı, komşu hakkı vardı, sorumluluk vardı. Bırakın bir ailenin öz çocuklarını uzaklardan gelen komşunun çocukları dahi mahallede ki büyüklerini ziyaret eder ellerini öperdi.
Kırşehir’de günler öncesinden başlardı bayram heyecanı ve sevinci. Dini bayramlarda baklavalar, tatlılar, börekler, sarmalar hazırlanırdı. Ayrıca doğup, büyüdüğümüz Aşıkpaşa Mahallesi’nde, Maşa Deresi’nin bir arka sokağında evinde kadayıf yaparak satan ünü tüm Kırşehir’de duyulmuş merhum Ali amcamız yetiştiremezdi kadayıfları, Kırşehir’de yaşayanların büyük çoğunluğu günler öncesinden kadayıf siparişlerini verirlerdi Ali amcaya.
Kırşehir’de tek katlı veya en fazla iki katlı konaklardan oluşan bahçeli evler sil baştan temizlenir, sokaklar sulanıp süpürülerek bayrama hazır hale getirilirdi. Sulanarak, süpürülen sokaklar büyüklerimizin tabiriyle burcu, burcu kokardı.
Çocuklar başka bir heyecanla beklerlerdi bayramları. Bayramlık elbiseler, ayakkabılar alınırdı çocuklara. Bayram namazından sonra başlayan bayramlaşmalarda sokaklar hareketli ve cıvıl, cıvıl olurdu.
Çocuklar şeker toplamak, bayram harçlığı almak için ev, ev, sokak, sokak dolaşırlardı. Büyüklerimiz çocukların bayram harçlıklarını günler öncesinden hazırlayarak evine gelen hiçbir çocuğu boş göndermez, şekerle birlikte bayram harçlığını verirdi.
Şimdi ise bırakın içtenliği, samimiyeti, anne, baba, komşu hakkını, günler öncesinden çocukların bayram harçlıklarının hazırlanmasını, ramazan ayının geleneği, kültürü olan bizleri sahura kaldırmak için davul çalan davulcunun hakkını vermemek için kapıları açmıyoruz, kapıyı açtığımız taktirde de ben sana davul mu çal dedim, cep telefonumu ayarlıyor ona göre kalkıyorum, sana kim davul çal dediyse git hakkını onlar versin diyerek davulcunun hakkını vermediğimiz gibi yaşı belli bir yere gelmiş insanları rencide ediyoruz. Zilin üzerlerine “ çocuk uyuyor zile basmayınız “ veya “ zile basarak rahatsız etmeyiniz “ gibi yazılarda artı katma değeri.
Ne oldu bize ?
Ne oldu da bu kadar erozyona uğradık, ne oldu da annemizi, babamızı diğer büyüklerimizi yakınlarımızı unutur olduk. Tanıdıklarımıza, komşumuza selam vermez olduk, içtenliğimizi, samimiyetimizi kaybettik, Müslüman Türk Milleti olarak bizler de ne değişti de bu kadar bencil ve sorumsuz olduk, neden bu kadar yozlaştık ? Bu soruların cevabını bir türlü bulamadım.
Sözde Anadolu Türk kültürünün, örf, adet ve geleneğinin ender yaşandığı illerden gösterilen Kırşehir’de yozlaşma aldı başını gidiyor, diğer metropol şehirleri düşünmek dahi istemiyorum.
Oysa yozlaşmanın, dejenerasyonun temellerimizi yıkan, direklerimizi deviren, ışığımızı söndüren geleceğimize atılmış bomba gibi olduğunu fırsat buldukça gündeme getirmeye değinmeye çalıştığım zamanlarda sürekli eleştirildim, yazılarımdan rahatsızlık duyanlar gericilikle, çağdaş ve modern olmamakla suçladılar beni.
Halbuki dünya da yaşanan ekonomik çöküntülere, bunca işsizliğe rağmen Türkiye ayakta duruyorsa milli ve manevi değerlerinin sayesinde birlik beraberlik ve dayanışma içerisinde olduğumuzdan yıkılmadığımızı bilecek kadar bilgili ve duyarlı, medeniyetlerin oluşumunda, maddi unsurlar kadar milli ve manevi değerlerden de kopmadan yaşamak zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız.
Hiçbir milli, ahlaki ve manevi değer küçümsenemez, bireysel ve toplumsal hayattan kovulamaz. Çağdaşlığın getirdiği tüm olumsuzluklara, yozlaşmalara rağmen, geleneksel izler taşıyan Müslüman Türk toplumu ve onun bireylerinin; özünde bulunan ve kendisiyle özdeşleşen milli ve manevi değerlerine sahip çıkmaktan başka çaresinin olmadığı bir gerçektir.