Her türlü zorluğa rağmen birey olarak yaşamla mücadele ediyoruz. Önce okul, ardından askerlik, para kazanılacak iş, evlilik, çocuk derken hayatın zorluklarını basamak, basamak aşmak için uğraşıyoruz.

Her türlü zorluğa rağmen birey olarak yaşamla mücadele ediyoruz. Önce okul, ardından askerlik, para kazanılacak iş, evlilik, çocuk derken hayatın zorluklarını basamak, basamak aşmak için uğraşıyoruz. Ömür dediğimiz kısa yol birer, birer tükeniyor. iyi, güzel, kötü ve acı günlerimiz, düşenimiz, kalkanımız oluyor. Allah’a inanan Müslüman Türk Milleti olarak yaşadıklarımıza kader diyor, Allah beterinden esirgesin diyerek halimize şükrediyoruz.
Ancak her türlü zorluklara, badirelere, ibretlik olaylara rağmen hiçbir şeyden ders almayan, etkilenmeyen duyarsız, sorumsuz toplum olma yolun da milyarlarca kilometre yol aldığımızda gerçektir.
Ne hal oldu bizlere, nereye gidiyoruz bir türlü anlayamıyorum. Sözde Anadolu örf, adet ve kültürünün yaşandığı illerden olan Kırşehir’ de yaşıyoruz. Kırşehir’de şahit olduğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz olaylara hayret etmekteyiz, inanmamaktayız.
Kırşehir’de yaz mevsiminde yurt dışında yaşayan hemşehrilerimizin de gelmeleriyle ardı ardına düğünler yapılmaktadır. Anneler. babalar çocuklarının düğünlerini yapmanın, yuvalarını kurmanın sevinciyle gözlerini kırpmadan, borçlanarak, büyük zorluklara katlanarak gayret gösteriyorlar.
Dostlar, tanıdıklar, akrabalar davetliler akın, akın geliyorlar düğünlere. Kırşehir’in düğünleri de vur patlasın, çal oynasın, coşkulu, neşeli ve bir başka güzel oluyor. Giyinenler, süslenenler, saç yaptıranlar, modalı elbiseler, yüksek topuklu ayakkabılar, oynayanlar, zıplayanlar, eğlenceden dört köşe olanlar, aman Allah’ım herkes coşkulu, halinden memnun, sazlar çalıyor, kızlar oynuyor, o an için hayatın zorluğu, pahalılığı, geçim sıkıntısı, şehit cenazeleri kimsenin aklında değil, herkes o anı yaşıyor. Çok güzel ve pahalı düğünler yapılıyor, gelin arabası süsleniyor, “evleniyoruz”, “mutluyuz” yazısı yazılıyor, yapılan masraflar düğünle de kalmıyor, alınan lüks markalı mobilyalar, beyaz eşyalar, elektronik aletler, halılar, arabalar. Her şey on onluk.
Oynayanlar oynadı, zıplayanlar zıpladı, düğünler yapıldı, eşyalar alındı, yolcu yoluna, evlenen evine gitti. İşte esas dert buradan sonra başlıyor. Aradan sekiz veya on ay geçiyor, bilemediniz bir sene. Baba veya annesini görünce “gençler nasıllar, evlilikleri nasıl gidiyor?” diyerek sorduğumuz da üzüntülü ve kısık bir sesle çocuklarımız anlaşamadılar ayrıldılar cevabını alıyoruz. Bu cevap karşısında şok oluyoruz, inanamıyoruz “yahu birkaç ay önce coşkulu düğün yapıldı, herkes pür neşeydi, halinden memnundu, evlenen gençlerin gözü kendilerinden başka bir şey görmedi, şimdi ne oldu da ayrıldılar” diyerek kendi kendimize sormadan edemiyoruz.
İşte bu nedenlerle ne hal oldu bize böyle diyorum.
Aslında boşanmaların nedenlerini iyi araştırdığımızda şimdiki gençlerin hayata bakış açıları değişik olup, anne, baba ve büyüklerin sözüne aldırış etmeden, hayatın zorluklarını bilmeden lise çağlarında aşk ve sevgili peşinde koşmaları, işsiz iken evlenmeye karar vermemeleri, olgun ve sakin kafayla düşünemeyerek gönlümün prensesi ile gönlümün prensi ile biricik aşkımla, hayatımın aşkıyla evlenerek dünyanın en mutlu insanı olacağım düşüncesiyle hayatın zorlukları, nasıl geçinileceği hesap edilmeden aceleyle buzun üzerine evlilikler yapıldığından bir sene önce “evleniyoruz”, “mutluyuz” yazılan gelin arabası yerine bir sene sonra bu kez kamyona “ayrılıyoruz, üzgünüz!” yazılarak boşanmalar meydana geliyor.
Bir de bunlara zorluklara katlanmama, sıkıntılara göğüs germeme, herkesin rahat ve lüks yaşama isteği, anne ve babaların çocuklarına geçinmeleri için yardımcı olmaları yerine ayrılmaları yönünde tavsiyelerde bulunmaları “Kızım çık gel! Biz sana bakarız! Oğlum eşinden memnun değilsen boşa, biz gelini veya damadı sevmedik boşanın!” gibi yanlış telkinlerde bulunmaları da etken faktörlerdendir.
Kızın anne ve babasının evine yalnız değil, yanında veya karnında çocukla, bonusla gelmesi de insanın içini sızlatan ayrı bir derttir ne yazık ki!..
Önceden geçimsizliği olan aileler için, küsenler, darılanlar içi, boşanmaya karar verenler için aile büyükleri, mahalle büyükleri bir araya gelir bu insanları birleştirmek, barıştırmak için gayret gösterirlerdi. Şimdi tam tersine en ufak şey başta anne ve babalar “boşanın!” diyorlar.
Yani gençler de, anne ve babalarda, ailelerin büyükleri de tuhaf olmuşlar. Al birine vur ötekine misali.
Zaten gençlerimiz aldı başını gidiyor. Tabiri yerindeyse numunelikler. Ne işten haberleri var, ne güçten. “Anne karnım aç, baba su getirir misin?” gibi her şeyi ayaklarına istedikleri gibi sanat öğrenecek, para kazanacak, iş sahibi olacak gibi değillerdir.
Korkum o dur ki ileri de fabrikalarda çalışacak, sanayiler de motor, elektrik, kaporta, boya, fayans, marangozluk, mobilya, terzilik, kunduracılık ve su tesisatı gibi işlerde çalışacak ustalar bulamayacağız. Gidişat onu göstermektedir.
İşte bunlardan dolayı ne hal oldu bizlere demeden edemiyorum. Sokaklarda insanlar kendi kendilerine konuşarak yürüyorlar, kavga ediyorlar, selam alıp, vermiyorlar, komşu komşuyu tanımıyor, hastadan, cenazeden habersiz, lüks yaşayan, tatil ve eğlence peşinde koşan, banka kredisiyle alınan son model arabalara binerek dünyayı ben yarattım diyen, kasım, kasım kasılan, kendini ne oldum delisi zanneden kibirli, kaprisli, çok bilmiş insanlar, makam, mevki uğruna şerefsizlik yapan yalakalar, iftiralar, insan onuruna yakışmayacak yaşam tarzı.
Onun için diyorum Ne hal oldu bizlere ?