14 Mayıs yok Çiftçiler Günü, yok Eczacılar Günü daha bilmem ne günler…
Çiftçi bitmiş, esnaf bitmiş, hali kalmamış bunların günü olsa ne olur, kutlansa ne olur?
14 Mayıs’ı isterseniz bir de benden dinleyin asıl 14 Mayıs neyi ifade ediyor?
68 yıl önce 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerle Türkiye’de iktidar el değiştiriyor ve Cumhuriyetimizin kurucusu Cumhuriyet Halk Partisi devriliyor, yerine Demokrat Parti geliyor.
Siyasi tarihimizi şöyle bir inceliyorum ki, dünya tarihinde pek sık görülmeyen bir olayla karşı karşıya gelinmiş. Bir Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanmasının, Cumhuriyetin ilanının üzerinden 27 yıl geçtikten sonra, bu hamlelerin başını çeken kadroların oluşturduğu tek partinin, herhangi bir toplumsal, kargaşa, darbe veya darbe teşebbüsü yaşanmadan, dürüst ve serbest seçimlerle iktidardan çekilmesi gerçekten eşine as rastlanan bir olaydır.
Tek parti rejimiyle ülkeyi uzun yıllar idare eden İsmet İnönü tek partinin egemeni olarak bakmış olacak gibi değil, çok partili siyasi hayatın önünün açılmasına rıza göstermekle yetinmemiş, aynı zamanda ona öncülük ettiğini de görüyoruz.
Bu durum çok anlamlı ve manidardır. İnönü isteseydi çok partili siyasi hayatının önünü açmayabilirdi. Ama açmış ve çok büyüklük etmiştir.
Tek parti rejiminden çok partililiğe geçişin gerçekleştiği 14 Mayıs 1950 Türkiye’nin demokrasiye geçiş bayramı olabilirdi, eğer değişimin sunduğu fırsatlar değerlendirilmiş olsaydı diyorum.
Ne yazık ki tek partililikten çok partililiğe geçişi, darbesiz, sorunsuz gerçekleştirmiş olan Türkiye çok partililikten, insan hak ve özgürlüklerini temel alan çoğulcu rejimi sarsıntısız geçişi beceremediğimizden olsa gerek 14 Mayıs’ı da demokrasi bayramına çeviremediğini görüyoruz.
İşte 14 Mayıs 1950’de yaşanan bu olaylardan sonra, bu yaşananları iyi değerlendiren Demokrat Parti iktidarı ve onun karizmatik lideri Adnan Menderes’in, demokrasiyi çoğunluk diktasına dönüştürmesi kaçınılmaz bir sürecin dönülmez yolculuğu olmuştur.
Demokrasi ve uzlaşma kültürü zayıf, despotik hafızası henüz taze bir toplumda, denge ve kontrol mekanizmaları tam oturtulamamış, rejim kısa süre içinde “en çok oyu ben aldım, istediğimi yaparım!” anlayışının iktidarın bütün her alanında yer etmesiyle birlikte, ilk seçimle gelen dediğim dedik diyen iktidar anlayışını başlatan olduğunu görüyoruz.
Demokrat Parti 1950’de elde ettiği çoğunluk desteğini, 1954’te daha da arttırmış başlangıçta Kore’ye asker göndermeye ABD’nin desteğiyle hızlı kalkınma imajı sergilediğini görüyoruz. Demek ki her şeyin bir bedeli varmış! ABD’nin yardımlarıyla çarık çıkarılmış, kara lastik giyilmiş, kara saban pulluk kenara çekilmiş, yeni traktörler Türk çiftçisi ile tanıştırılmıştı.
İşte bu tarihlerde Adnan Menderes’in Meclis’teki muhalefet partilerinden ve çok kızdığı, eleştirilerini kabul etmediği Kırşehirli Osman Bölükbaşı’nın Millet Partisi’ne oy verdikleri için Kırşehir’in statüsünün ilden ilçeliğe indirildiği, milletin vatan cephesi garabetiyle karşı cephelere bölündüğü ülke haline geldiğini Bölükbaşı’dan dinlemiştim.
1954 yılında yani ben 2 yaşındayken Kırşehir’in ilçe yapılıp Nevşehir’e bağlandığı yıllarda Kırşehir’le birlikte Kozaklı, Hacıbektaş, Avanos Nevşehir’e, Kaman Ankara’ya, Çiçekdağı Yozgat’a bağlanmıştı.
Yine aynı yıl yine 1954 yılında CHP’nin liderinin memleketi Malatya’nın İsmet İnönü’ye ve CHP’ye oy verdikleri gerekçesiyle Malatya ilinin yarısı haritadan bölerek Adıyaman vilayetini kurduklarını biliyoruz.
Bu yanlış politikalar demokrasimiz adına çok yanlış ve tehlikeli çalışmalar olmuştur.
Keşke bunlar hiç olmasaydı, ülkemiz bunları yaşamasaydı, keşke demokrasi kesintiye uğramasaydı.
Keşke o yaşananlardan ders çıkarabilseydik hepimiz için herkes için iyi olurdu kanaatindeyim. Acıların en büyüğünü yaşayan Kırşehir Türk Demokrasi tarihine “Demokrasi Gazisi” olarak adını yazdırmıştır. Kırşehir o günden bugüne hala belini doğrultamadı, kanadı kolu budanan Kırşehir bugün Anadolu’nun en küçük ili konumundadır.
1957 yılında yeniden il olmuştu Kırşehir ama, Hacıbektaş’ı, Kozaklıyı, Avanos’u kaybetmişti.
İlerleyen yıllarda yaşananlara tanık oluyoruz. 27 Mayıs 1960 darbesi Demokrat Parti iktidarına son verdiğinde, Türkiye sıkıyönetimle yönetilen, sansürün, gazetelerin boş basılmasından bırakılmış beyaz sütunlarına yansıdığı, üniversite öğrencilerinin polisle çatıştığı, Menderes’in “Kara Cübbeliler” diye isimlendirdiği üniversite profesörlerinin polisler tarafından yerlerde sürüklendiği bir ülke konumunda olduğunu çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz.
İşin en acı tarafı ise iktidar partisinin kendi milletvekillerinden oluşturduğu ve İnönü dahil herkesi yargılayıp ağır cezalar verme yetkisiyle donattığı Tahkikat Encümeni, yani Soruşturma Komisyonu aracılığıyla kuvvetler ayrılığı ilkesini ayaklar altına alarak demokrasinin kırıntısını bile bırakılmadığını anlıyoruz.
24 Mayıs bir darbeydi tabi ama demokrasiye karşı bir darbe olmadığını söylüyorlardı. Karşı bir darbe değil. Çünkü o gelmeden önce gitmişti zaten demokrasi. Öyle anlatırdı Kırşehirli Osman Bölükbaşı.
Yine de 14 Mayıs 1950 kaçırılmış bir fırsattı diyebiliriz.
Tabi ki darbelere karşıyız tabi ki karşı olacağız.
Demokrasiye bağlı, demokrasiden yanayız.