Sevgili okurlarım, bugün ciddi konuları bırakıp, sizleri gülümseten bir yazı kaleme almak istedim. Şimdi Kırşehir’de sağlık sorunlarıyla uğraşan, yaşı 100’e merdiven dayamış ve halen yaşam mücadelesi veren Hacı Mehmet Gülten ağabeyimiz, bizlere yaşadığı ya da tanık olduğu olayları anlatırdı.

Sevgili okurlarım, bugün ciddi konuları bırakıp, sizleri gülümseten bir yazı kaleme almak istedim.
Şimdi Kırşehir’de sağlık sorunlarıyla uğraşan, yaşı 100’e merdiven dayamış ve halen yaşam mücadelesi veren Hacı Mehmet Gülten ağabeyimiz, bizlere yaşadığı ya da tanık olduğu olayları anlatırdı.
Hacı ağabeyimiz Vehbi Koç’la, oğlu Rahmi Koç’la ilgili yaşadıklarını özellikle baba Vehbi Koç ile olan dostluğunu, çalışanlardan Yahudi Bernar Nahum’un adamlığından, dürüstlüğünden anlatırken iç çekerdi.
Hacı Mehmet Gülten ağabeyimizin Hatta Bernar Nahum ve Vehbi Koç’un cenaze törenlerine katıldığında yakasına takılan fotoğraflarını küçük kimlik cüzdanında taşıdığını biliyorum.
Daha başka neler anlatırdı, neler… Şahsen ben Hacı Ağbiden Kırşehir’in yaşanmışlıklarıyla ve insanların geçmişleriyle ilgili bir bire her şeyi onan öğrendim. O Kırşehir’in yaşayan bir tarihiydi.
Aksaray, Ortaköy’de kamyonun içinde, teliz torbaların altında yattığını, yetim kaldığında çamaşırlarını İkizarası’nda yıkayıp, o şekilde giydiğini, neler yaşadığını, İskenderun’a mercimek götürdüğünü, oradaki Yahudi tüccarın kendisine yaptığı iyilikleri hiç unutmadığını, Kırşehirspor’un başkanlığını yaptığı o güzel yılları heyecanla anlatırdı Hacı Mehmet Gülten ağabeyimiz…
Hatta bir keresinde ben de gazeteci genç muhabir olarak 35 yıl önce Hacı Abiyle Van’a gittiğimizi, Koç’un Elazığ bayisinin Kırşehirspor kafilesine ziyafet çektiğini, Van bayisinin de dönüşte akşam yemeği verdiğini daha dün gibi hatırlıyorum.
Hacı Mehmet Gülten ağabeyimizin bazı değişik huyları ve söylemleri de vardı. Ben bugün son günlerini yaşayan Hacı Mehmet Gülten ağabeyimize sağlıklar diliyorum.
Hacı Mehmet Gülten ağabeyimizin hepsi ibretlik, hepsi tarihi sözlerini ve bana aktardığı bir hikayeyi bugün burada siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.…
Yıllar önce İstanbul’a giden, “Hiçbir şey yapamazsam, hamallık yaparım, onu da yapamazsam dilencilik yapar yine para kazanırım” diyen Malatya’nın Darendereli Murtaza Kerpiçkesen diye birisi gitmiş.
Bu dilenci Murtaza Kerpiçkesen, bilhassa Ramazan aylarında dilendiği paralarla yüklü bir servete sahip olmuş, malının mülkünün hesabını bilmiyormuş.
Dilenci Murtaza Kerpiçkesen o kadar servet sahibi olmuş ki, onu tanıyanlar, ona yardım edenler, biliyorlarmış dilenci Murtaza Kerpiçkesen’ın bu işi yoksulluktan değil, para kazanmak, servet sahibi olmak için yaptığını. Artık herkes ona “Murtaza Ağa” diyormuş.
Malatyalı dilenci Murtaza Kerpiçkesen İstanbul’da “ağa”lığa yükselmişti artık!..
Dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa bir Ramazan gecesinde hamama gitmek ister. Dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa zaten Sirkeci, Galata köprüsü, Mahmutpaşa gibi yerlerde dileniyormuş genellikle. O nedenle hamama da Cağaloğlu yokuşundaki tarihi Cağaloğlu hamamına gitmiş. Ama muzipler durur mu? Malatya’nın Darendereli Murtaza Kerpiçkesen Ağa’yı takibe almışlar. Hemen o arada arkası süre birisi de girmiş hamama. İkisi burun buruna gelmiş içerde.
Apar topar içeri giren genç dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa’nın yanına yaklaşarak:
“ Efendim! Bendeniz dilenciliğe başlamaya karar verdim. Umarım ki bu asil sanatın inceliğini bu kulundan esirgemezsiniz… Ne türlü usul ve kaidesi varsa bilcümle öğrenmek isterim. Şu mübarek geceler hürmetine lütfediniz!..”
Dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa bu münasebetsiz zamanda gelen ricayı kırmaz:
“Peki, evlat öğreteyim. Dilenciliğin başlıca üç kuralı vardır, kulağına küpe olsun…
BİR; “Her nerede ne olursa olsun, istemelisin. Yalvarıp yakarmalısın.”
İKİ; “Her kim olursa olsun, ne olursa olsun istemelisin.”
ÜÇ; “Mal ayırmadan ne olursa olsun her şeyi istemelisin…”
Yeni yetme dilenci, hemen usta dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa’nın elini öperek; “Ustam, ben fakirim, Allah rızası için bir şeyler ver bana!”
Dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa şaşırır;
“Bire gafil, bire şaşkın burası hamam! Burada dilencilik yapılır mı?”
“Neden ağam?” der, dilenciliğe yeni başlamış genç dilenci.
Dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa: “Ulan pezevenk, görmüyor musun çırılçıplağım, var mı bir şeyim? Bakın burada herkes aynı. Hiç kimsenin hiçbir şeyi yok, herkes çıplak. Nesini alacaksın şu insanların?”
Genç dilenci “Her nerede ne olursa olsun istemelisin dedin ya usta!”
Dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa; “İyi ama ben zaten senin kadar fakir bir dilenciyim!”
Genç dilenci; “Yapma be usta, sen bu işin duayenisin. Herkes seni tanıyor, çokça malın mülkün olduğunu herkes biliyor.”
Dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa sinirlenerek; “Fesuphanallah! Bu kurna başında ben şimdi ne verebilirim be adam? Elbisem, üstüm başım dışarda. Paralarımın büyük çoğunluğu bankalarda, bir kısmı da evde. İşte burada ortada duran bir tasım, bir tarağım var…”
Genç dilenci pişkince; “Ustam senin kurallarının üçüncüsü derki; ‘Her nerede ne olursa olsun istemelisin.’ Ben tasa tarağa razıyım…” diyerek yaşlı dilenci Murtaza Ağayı bir köşeye yatırır.
Yaşlı dilenci Murtaza Kerpiçkesen man Ağa şaşkın…
Etraftan onları seyredenler hayretler içinde…
Genç dilenci tası, tarağı kaptığı gibi çıkar gider…
O günden sonra Malatya’nın Darandereli dilenci Murtaza Kerpiçkesen Ağa tövbe eder ve dilenciliği bırakır. Zaten yükünü tutmuş, mal mülk, gayrimenkul sahibi olmuştur.
Soranlara da “Tası tarağı toplattık. Gayri bizden geçmiş. Daha fazla da hırsla zorlamanın bir anlamı da kalmadı!” diye yakınır.
“Tası tarağı toplamak” tabiri buradan kalır dilimize…
Gelelim Kırşehir’e, biz Kırşehirliler dik durur, onurlu durur, açlığımızdan ölür, kimseye bir şey hissettirmez, başkaları gibi dilenmeyiz. Namusluca çalışır, kazanırız.
Sözü şimdi yine Kırşehir’e getirelim:
Kırşehir, Ankara’da tarihinin en kötü performansını sergiliyor. Gırşârlilerin tabiriyle: “Ne takanı var, ne bakanı…”
Misal, bir zamanlar iyi kötü bakanımız vardı. Telefonun ucundaki bakanlar, müsteşarlar ayağa kalkar, her olmaz iş olur hale gelirdi.
Ya bugün?
Bakanımız yok. Kırşehir’in sorunlarını bilen, plan ve projeleriyle bakanlık kapılarını aşındıran bir Mikail Arslan’ın kişisel gayret ve çabalarıyla Kırşehir’in o kadar katmerlenmiş sorunlarını, meselelerini kim çözebilir, nasıl çözer anlayamıyoruz.
Ah keşkem de keşkem, bir bakanımız olsaydı dediğinizi duyar gibiyim.
Ne yaparsın ki burası Türkiye…
Adamı olanın her işi tıkır tıkır yapılıyor, sorunlarını anında çözümleniyor.
Şimdi Kırşehir’den giden kalabalık, cümbür cemaat sivil toplum kuruluşların başkan ve yöneticileri gittikleri bakanlık koridorlarında bekliyorlar, bekletiliyorlar. Gittikleri yerin bakanları, bürokratları eviriyorlar, çeviriyorlar, “yapacağız, edeceğiz” diye avutuyorlar!
Kırşehir ve Kırşehirliler olarak karın altında kalmış, yıkılıp gitmiş saçak gibiyiz Ankara’da şimdilerde.
Ne yapayım, ne yazayım Kırşehir ben senin için bilemiyorum ki…