Ülkemiz her alanda ne yazık ki büyük bir erozyona uğradı.
İnanın artık ne akrabalıklar, ne arkadaşlıklar, ne de dostluklar kalıyor, her geçen gün bozulup; darmadağın oluyoruz.
Vatan sevgimiz, bayrak sevgimiz, millet sevgimiz bile tartışılır hale geliyor!
Bunu kim, nasıl kabul edebilir ki?
Bu vatan olmasa, bu bayrak olmasa biz olur muyuz hiç düşünebiliyor musunuz?
Elbette insanlarda inanç olmazsa vatan sevgisi de olmaz, iman olmasa vatan sevgisi de, bayrak sevgisi de, ezan sevgisi de olmaz.
İstiklal Marşımızın yazarı merhum Mehmet Akif Ersoy ne diyor, “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda. Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
Bu nedenle herkes İstiklal Marşı'nı ezbere bilecek, “Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli, Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.”
İşte bunun için bizler şehit oluyoruz, gazi oluyoruz. Karış karış ülkemizin her tarafını korumak için gayret ediyoruz, çalışıyoruz.
Vatan, millet, bayrak, ezan sevgisi bunlar bizim en önemli manevi değerlerimizdir. Gençlerimize de, çocuklarımıza da bu değerlerimizi aktarmamız gerekiyor.
Bizler de dilimiz döndüğü, elimizden geldiği kadar siz okurlarımıza, hatta geleceğimizin teminatı çocuklarımıza bu değerleri anlatmaya çalışıyoruz.
Çalışıyoruz, ama demek ki bu konuda hiç de başarılı olmadığımızı görüyor ve üzülüyoruz.
İşte geçen hafta Suriye’nin İdlib kentinde 34 kahraman askerimizi şehit verdik. Bugün de hala şehit vermeye devam ediyoruz. Onlarca ailenin evine ateş düştü, hepimizin yüreği kanadı, kahrolduk. Aradan bir hafta geçmesine rağmen hala millet olarak kendimize gelemedik.
Ancak ulusal televizyonlara bakınca sanki bu şehitleri biz vermemişiz gibi eğlence programları devam ediyor.
Neden ve nasıl böyle yozlaştık?
Kötülükler, hainlikler, sapıkça davranışlar, saygısızlıklar, hakaretler, küfürler bazı televizyon ekranlarında gırla gidiyor.
Eşinden boşananlar, cinayetler, kadın-kız kaçırmaları gibi programları yayınlayan TV kanallarına bakarsanız Türkiye’de sanki 34 kahramanımız şehit olmamış, her şey güllük gülistanlıkmış gibi bir tutum içindeler.
Yazıklar olsun demekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden.
Müzik eğlence programları hız kesmiyor, vur patlasın, çal oynasın diyenlere de yazıklar olsun.
Gerçekleri görmezden, duymazdan gelip şehit ailelerinin evine düşen acıyı yüreğinde hissetmeden tartışma programlarında şehit ve gazilerimiz üzerinde siyaset yapanlar, hiçbir şey olmamış gibi ona buna yağcılık ve yalakalık yapanlara da yazıklar olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimizden…
İnanın artık insanlar televizyon izleyemez durumdalar.
Vatanını, bayrağını, ülkesini ve milletini seven insanlar ne yazık ki giderek yozlaşanların safına katılıyor.
İnsanlar milli ve manevi değerlerini kaybetmeye, bencilleşmeye başladılar maalesef.
Herkes birbirine ters bakıyor, kimse kimseye selam vermiyor, komşuluk, akrabalık, hatta kardeşlik ilişkileri bile kalmadı, bitti.
Kimse kimseye “Ne yapıyorsun, ya da yaptığın yanlış!” diyemiyor. Dese kavga hazır, kim bilir sonu kanla bitecek!
Kırşehir’imizde yaşarken ülkemizde ve çevresinde, hatta dünyada olup bitenlere kayıtsız kalamıyor, ister istemez etkileniyoruz.
İşte Çin’de Korana virüsü bunun en güzel örneği. Bir virüs dünyada her şeyi alt üst etti.
Acaba niye bu hale geldik hiç düşünen var mı ki?
Yine de bizler bazen şükrediyor ve gelecekteki yavrularımız için endişe ediyoruz.
Milli ve manevi değerlerimizi hala sürdüren, ya da sürdürmeye çalışanlar var, bizler de atalarımızdan gördüğümüzü uygulamaya, örf, adet ve geleneklerimizle yaşamaya çalışıyoruz, tabi becerebilirsek!
Eskiden para kavramı yoktu bu kadar. Şimdi para dediğimiz kâğıt bile bazen her kapıyı açmıyor. Ama her şeyin başı para. Çünkü bu kâğıt paralarla iki kişilik bir aile, yani karı-koca bile geçinemiyor. Dünyadaki savaşların ana kaynağı acaba para değil mi?
Acaba bunu sorgulayan var mı?
Şapkamızı önümüze koyup düşünelim.
Neden böyle bir toplum oluverip çıktık sizce?
Bence milli ve manevi değerlerimizi kaybediyoruz, toplum olarak her geçen gün erozyona uğruyoruz da ondan.
Edebiyat yapma, ya da herkese akıl verme gibi bir düşüncemiz yok tabii. Ama şurası da bir gerçek ki toplumumuz kopmadan, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkıp “bana ne?” demeden herkesin elini taşın altına koymalıdır. Artık bırakın elini taşın altına, bedenimizi koymanın zamanı bence.
Bu vatan bizim. Tarihimizi, kültürümüzü okuyup gelecek nesillerimize anlatmamız lazım ki daha iyi bir gelecek, daha iyi bir Türkiye ve Kırşehir’de hep birlikte huzurlu ve mutlu yaşayalım.
Ahiler diyarı Kırşehir’imizde Ahi Evran’ın torunu olup, onların gösterdiği yolda yürüyüp, onların çizdiği yolda yaşayalım. Yaşarken de Türk Milleti’ne yakışır şekilde yaşayalım.
Peygamber Efendimizin “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltiniz, elinizle düzeltemezseniz dilinizle düzeltiniz. Dilinizle düzeltemezseniz kalbinizle buğz ediniz” buyurduğunu unutuyoruz ne yazık ki!..
Yine de hepimiz elimizle, ayağımızla, kısaca her şeyimizle her türlü kötülüğü engellemeye çalışmalıyız.
En güzel günler hepimizin olsun. Cenab-ı Hak milletimizi, vatanımızı her türlü hainlerin ihanetinden, düşmanların saldırılarından, tuzaklarından korusun.
Haydi el-ele birlikte imece usulü kalkınarak, daha güzel bir ülkede yaşamaya…
Herkesin gönlünce yaşaması dileğiyle, tüm güzellikler hepimizin olsun…
Kavgasız, gürültüsüz, savaşsız bir ülkede huzurlu ve mutlu yaşamaya…

***

USTALARIN İLGİNÇ ANILARI
Ustalar maddi sıkıntılar nedeniyle uzun süreli eğitim göremezler. Geçim telaşı ve küçük yaşta müzikle haşır-neşir nedeniyle okula gitmeye pek sıcakta bakmazlar. Günlerden bir gün çocuğun birisi mesleğine biraz soğuk bakar. Saza bağlamaya fazla hevesi yoktur. Çağırır babası bak oğlum der. "şu kemaneyi öğreneceksen öğren, yoksa seni öğretmen yapar köy köy süründürürüm."
Yine benzer bir durumda da başka bir usta oğluna "saz çalmayı bellemezsen, seni kale mektebine veririm iner inerçıkarsın" der.
Ama bazen de ustaların içinden okumak, büyük adam olmak isteyenler çıkar. Babasına okumak, hakim olmak istediğini söyleyen bir çocuğa babasının cevabı ilginçtir:
"Hakim olup ta onun bunun ağzına bakacağına, sırtı boz davullu bir yiğit olda herkes senin ağzına baksın der."
İki usta bir köyde düğün çaldıktan sonra paralarını alıp evlerine dönmek üzere yola çıkarlar. Geceleyin köyün çıkışında bir mezarlığın yanından geçerken ustanın biri arkadaşına "gel şu mezarlığa birer Fatiha ihsan eyleyelim" der. İkisi de durup Fatiha okurlar tam yola devam edecekleri sırada karşılarına iki kişi dikilir ve ustaların üzerindeki tüm paraları alırlar. Ustalar neye uğradıklarını şaşırıp sessizce mezarlıktan uzaklaşırken birisi söylenir "nereden aklına esti de elin mezarında yatanına Fatiha okuttun senin Fatihan yüzünden cıscıbıl soyulduk" diye. Arkadaşı mahcup "ben ne bileyim ağam eşkiyanın mezarlıkta yatıp kalktığını" diye cevap verir.
Bir düğünde oldukça sarhoş olan misafirler, geç saatlerden sonra ustalara eziyet etmeye başlarlar. Hatta bir tanesi sürekli küfür etmektedir. Ustalardan bir tanesi küfür edene yaklaşır. "ağam sen niye bize küfür ediyon, alacağın mı kaldıydı da onu ödeştiriyon" der.
Bir düğün sonrası 5-6 kişilik usta ekibi ırmağın kenarına oturup parayı paylaşmaya başlarlar. Parayı bir türlü denk dağıtamamışlar. Ya artıyor ya eksik kalıyormuş. uzun uğraşlardan sonra birisi "ne uğraşıp duruyorsunuz şu artan parayı ırmağa atalım olsun bitsin" der ve sorunu kökten çözer.
Ustalardan ikisi yurt dışına çalışmaya gider ve sonra emekli olup dönerler. Daha sonra birlikte hacca gidip hacı olurlar ancak uzun yıllar içki alemlerinde ve eğlencelerinde yoğrulmuş bu iki arkadaştan birisi bir gün diğerine "hacı sen bir gün rakı alsan bende bir hindi alsam şöyle Akbayır’a doğru bir açılsak der." Arkadaşının cevabı sert olur. "kudurdun mu sen, birde hacısın."
İçkiyi teklif eden gayet sakin:
-Hacı olunca ne olmuş kim görecek sanki?
-Hiç kimse görmezse Allah görür.
İçki içmekte kararlı olan usta cevap verir.
-Allah görünce gelip te Uzun Çarşıda anlatacak değil ya!...
Ustaların en büyük zevklerinden birisi rakıyı kavunla içmektir. Ustalardan birisi bir gün rahatsızlanır. Doktor ustaya rakıyı kesin kes yasaklar. Hemşiremiz mahsunlaşır doktordan son bir kez medet umar "doktor ne olur kavun zamanı bari serbest bırak..."
Ve ustalarımız içkinin günah olmaması gerektiğini de yine kavunu bahane göstererek dile getirirler. "Allah'ım yaratmasaydın da kavunu, içmeseydim rakıyı…”

***



Cicero teorisi
1- Fakir, Çalışır.
2- Zengin, Sömürür,
3- Asker, her ikisini de korur,
4- Mükellef, üçü için öder,
5- Serseri, dördünün adına istirahat eder,
6- Ayyaş, beşi için içer,
7- Bankacı ilk altıyı dolandırır,
8- Avukat, ilk yediyi kandırarak savunur,
9- Hekim, sekizini de öldürür,
10- Mezarcı, dokuzun uda gömer,
11- Politikacı, 10’lar sayesinde yaşar.