GALİP ARISAN TANIK OLDUĞU TARİHÎ ZİYARETİ ANLATIYOR
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN KIRŞEHİR’E İKİNCİ GELİŞİ

Atatürk’ün inkılâplarını tamamlamaya gayret edilen yıllardı.
Bugünkü Kırşehir kerpiç evleri, çelenleri, çörtleğenleri sokağa sarkıtılmış üzeri topraklı damları, mahalle yolları kenarlarındaki söğütlü-kavaklı arklardan yuval yuval akan Ökse, Hırla, Kılıçözü, Alırmak’tan geverlenmiş meravlı (su kolculu) suları ile bağlı ve bahçeli küçük bir yeşil şehirdi.
Elif-be okuduğum günlerdi. Babam saraciyeli halı heybemizi yırtmacından boynumuza geçirir, Yenice Mahalle’nin şosesinden çarşıya inerdik. Uğradığımız ilk dükkân Kapıcı’da Ağzıbüyüğün ekmek fırını idi. Kehribar sarısı kızartılmış, burcu burcu kokulu, el gibi beş bitişik parmaklı bir simidi yüz paraya alırdım. Buradan Kasap Süphan’a giderdik. Şekerci Ahmet Ağa’dan (Yastıman) yanık leblebi, beyaz halka şekeri için hingirdediğim günler olurdu. 
Hâtıralar selâmsız sabahsız yaşayan zihin mülkleridir. Onun yeri yurdu hikâyeler iken fıkralara, makalelere karışıverirler. Dedelerimizin, ebelerimizin hâtıralarında menkıbeler bile tarihten süzülüp gelir.
Atatürk’ün Kırşehri’ne ikinci gelişleri 1934 yılının sulu kar yağışlı soğuk bir şubat günüydü.  
Karşılayıcılar arasında Kaman ilçesine kadar Şoför Halit Efendi’nin (Altınok) tahta karoserili Austin otobüsüyle gitmiştik. 
Büyük dâhinin arabası Karanlıkyazı Yokuşu’nda yarı eriyip donmuş kar kürtüğüne saplanmıştı. Köylülerin yardımı ile kar-buzundan temizlendi, yokuştan düzlüğe otomobilleri çıkarıldı. Bu sırada Yozgat Valisi Bekir Bey de karşılamaya gelmişti. Atatürk spor elbiseli, golf pantolonunun altında gonçlu potin giymişlerdi. Ellerinde eldiven yoktu. Soğukta bizim de açıkta duran ellerimiz üşüyordu.


Atatürk köylüden etraftaki dağların isimlerini sordu. “Baranlı” adını duyunca sustu, Vali Bekir Bey’e dönerek sordu: 
“- Baranlı ne demektir?” 
Bereketli, faydalı yağmur anlamında kullanıldığını öğrenince “Bekir Bey, soyadınız “Baran olsun” dediler.
Sonra bir köylüden “Kürtük” adının anlamını sordu. Köylü:
“- Paşam, kuzey rüzgârının savruntusu ile çukurlarda, yol inişlerinde biriken sulu sepken karın soğukta buzullaşmasına ‘Kürtük’ deriz” dedi. 
Atatürk yine sessizleşti. Belli ki düşünüyordu. Biraz sonra neler düşündüğünü kendi kendine söylenişinden şunları öğrendik: 
“Kür+tük Altay Türk dilinde ‘Kur’ kökünden gelme, ‘dayanışma’, ‘kurdaşlık’, ‘ortaklığa dayanan güçlülük’, ‘eş tutuş’ gibi anlamları olan Türkçe bir isim… Bu ismin bir de ‘Kürgüt’ şekli vardır.”
Atatürk’ün etrafın karlarla örtülü olduğu soğuk bir günde Karanlıkyazı Yokuşu’nda yaptığı bu “etimolojik” sohbetinde sorduğu “Kürgüt” isminin anlamını içimizde bilen olmadı.
“- Kürgüt de Türk dilinin eski sözlerinden, yırtıcı, tavşancıl, tutucu bir kuşun adıdır. Kürtük bizim otomobili tavşan sandı galiba...” dedi ve köylülerle el sıkışıp yâverine Kırşehri’ne hareket işaretini verdi. Bizler de otobüsümüze bindik, şimdiki saat kulesinin (Emekli öğretmen Hıfzı Sözüer’in bugün Belediye kavşağındaki Atatürk heykeline bakan Cacabey Yeraltı Çarşısı giriş kapısının bulunduğu yerde yaptırdığı bu saat kulesi 1992 yılında Belediye Başkanı Cahit Gürses tarafından yıktırıldı) biraz ilerisinde arabalarımız durdu. Cumhuriyet Halk Fırkası binasının (sonradan Ziraat Bankası'nın görev yaptığı binanın) salonunda halkla bir süre görüşen Atatürk akşam üzeri İmaret Mahallesi’ndeki vali konağına otomobilleriyle hareket ettiler. Yarı yolda bu sefer otomobilin tekerleklerinin çamura saplandığını gördük. Atatürk Vali’ye dönerek öfkeli bir sesle:
“- Beyefendi, kaç yıldır bu yollardan gelip geçersiniz?” diye sordu ve ardından ekledi: “Evinize her gelip gidişinizde bu yola bir taş koysaydınız böyle olmazdı. Yarın sizi Ankara’da görmeliyim.”
Yâverine de şu emri verdi:
“- Buraya yeni bir vali gönderilmesini telgrafla bildiriniz.” 
Bir hafta geçmeden gelen gözleri pırıl pırıl ışıklı, hareketli, genç Mithat Saylam’ı şehrin ilk mimarı olarak Bedesten denilen eski çarşının yıkım şantiyesinde gördük. 
Kırşehir halkı alaçık yapılı dükkânlarının imar amacıyla yıktırılışını ilk görüyordu. Keselerinin ağzını bağlı tutmaya alışık olan bu insanlar içinde kerpiç duvarlarının güldür güldür uçuruluşa dayanamayarak üzülenler, itiraz edenler oluyordu. 
Mithat Saylam bu canı dar, bol para sarfetmeye alışmamış mülk sahiplerini sözle, yazıyla, broşürlerle uyarıyor, sonucundan meydana gelecek mutluluktan kuşkulanılmamasını istiyordu. Kısa sürede şehrin yenilenme kararı herkesçe benimsendi. Yörede, ilçelerde, köylerde Atatürkçü Vali Mithat Saylam’ı “Benim Köy Kanunum” adlı kitapçığındaki inkılâpçı fikirleriyle de tanıyan köylüler çoğaldı. Mithat Saylam adı yeni doğan çocukların adı olmaya, baş tacı edilmeye başlanıldı. Ölümünde bütün Kırşehir ağladı.     
ANISINI OKUDUĞUNUZ GALİP ARISAN KİMDİ?
Kırşehir'in yakın tarihi, özellikle de Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili olması bakımından önemli bir belge niteliğinde olan ve yazarının daktilosundan çıkmış olmasıyla da ayrı bir özellik taşıyan bu anının sahibini ne yazık ki çok az tanıtabileceğim. Aynı mahallenin çocukları olduğumuz için çocukluk ve gençlik yıllarımızda onu kapımızın önünden geçerken görürdüm. Eski Hürriyet gazetesinin ressam “Sururi” (Gümen) eliyle yarattığı ünlü tiplerden “Canbaba”ya benzetirdim onu... Orta boylu, şişmanca, hafif göbekli, kalın kaşlı, güleryüzlü, cana yakın bir tipti. O zaman şehir içi otobüsleri diye bir ulaşım aracı yoktu, otomobil ise sayılı birkaç kişinin elindeydi. Bu nedenle uzakta oturanlar sabahleyin çarşıdaki işlerine yaya olarak gelmek ve akşamları yine yaya olarak evlerine dönmek zorundaydılar. Yaya yürüyüşünde Kındamlılar başı çekerdi. Sabah-akşam belli saatlerde Yenice Mahalle yolundan en çok Kındam'da oturan iş sahipleri geçerdi. Şehre uzak olan Kındam'dan gelip gitmek onlara göre bayağı sorundu. Kındam'da oturanlar bu kadar uzun yolu en kısa sürede katedebilmek için spor yapar gibi hızlı ve ritmik şekilde yürümek zorundaydılar. Yenice Mahalle yolu üzerinde oturanlar böyle seri adımlarla yürürken gördükleri Kındamlılar'ı âdeta gıpta ile izlerlerdi. Bunun için de halk arasında uzak yerlerde oturan ve yolunu kısa zamanda tamamlamak zorunda olanlara “Kındamlı gibi yürü” tavsiyesi yapılırdı. Böylece “Kındamlı yürüyüşü” sözü de giderek halk arasında yaygınlaşmıştı. 
Anlatmak istediğim Galip Arısan'ın ailesi Yenice Mahalle'de Hamidiye Camii karşısında oturan Müfit Hoca'nın evine varmadan sağda Yenice Selgâh'a inen daracık sokağın sol başındaki evde otururlardı. Sokağa da aile lâkapları olan “Şerifağa Sokağı” adı verilmişti. Galip Arısan ile kardeşi Cemal Arısan şimdi Polis Evi olan Hususî Muhasebe Müdürlüğü'nde görev yaparlardı. Hususî Muhasebe, yani Özel İdare  binasının giriş katında “Kırşehir” gazetesinin de basıldığı Vilâyet Matbaası vardı. Galip Bey aynı zamanda matbaaya bakardı. Galip Arısan'la ilgili tesbit edebildiğim en eski bilgi Vilâyet Matbaası'nda basılan Ali Baytok'tan önceki “Filiz” gazetesinin sahibi olmasıdır. Edebiyat-folklor-tarih-tenkid-aktüalite türünde bir gazete olarak pazartesi günleri çıkan gazetenin yazı işleri müdürü olarak da Rahmi Arısan gösterilmişti. Gazetenin 1934 yılında yayınlanmış bir nüshasının internet sitesinde satış ilânını gördüm. “Filiz”in 34. sayısı ise 16 Mayıs 1949 tarihini taşıyordu.
Kitaplığımda Galip Arısan'ın 3.11.1949 tarihinde “Galip Şerifağaoğlu” adıyla üç sayfa ön söz yazdığı “Toklumenli Âşık Seyfullah” adlı, kapağı hariç 108 sayfalı bir şiir kitabı bulunuyor. 1949 yılında Kırşehir İl Basımevi'nde basılmış olan kitabın kapağına da Âşık Seyfullah'ın sağ elini şakağına dayamış bir gençlik resmi konulmuş. Âşık Seyfullah Değirmenci bilindiği gibi ünlü şairlerimizden Âşık Sait'in oğluydu.
Eski Yenice Mahalle'nin güzide insanlarından Galip Arısan'la en son 35 yıl önce 8 Şubat 1986 tarihinde Mustafa Karagüllü'nün daveti üzerine ikamet yeri Ankara'dan gelerek katıldığı Kırşehir Esnaf ve Sanatkârlar Kefalet Kooperatifi'nin 33'üncü genel kurul toplantısında görüşmüştüm. Vali Fikret Güven'in de izlediği genel kurulda Galip Arısan Ahilik açısından büyük önem taşıyan ve “Kırşehir Esnaf Kültürü Yapısının Tarihî Vasıfları ve Önemi” başlığı altında Kırşehir'in tarihsel süreç içinde ticarî ve ekonomik yönlerden gelişimini anlatan yedi teksir kâğıdına sığdırabildiği uzun bir konuşma yapmıştı. 
Galip Arısan Kırşehir'e gelişinde bana da birkaç yazı vermişti ve bu yazılardan biri Atatürk'ün 1919 yılında ilk gelişinden onbeş yıl sonra Kırşehir'e yaptığı ikinci ziyarete ait anılarıydı. Galip Arısan o tarihî ziyarete yakından tanık olmuş, gördüklerini ayrıntılı olarak kaleme almıştı.
Yıllar önce aramızdan ayrılan ve Ankara'daki ailesine bir türlü ulaşamadığım Galip Arısan'ı sevgi ve özlemle anmayı borç biliyorum.