Yaz günleri uzun… Güneş tepede ağır ağır ilerlerken, zaman da sanki eriyip yavaşlıyor. Şehir biraz sessiz, rüzgâr az, sıcak teninize yapışıyor. Günlük telaşlar bitmiş, yapılacak işler bir kenara bırakılmış. Bir köşeye çekilmişim; ne kitap var elimde, ne telefon… Sadece ben, gölgede uzanan sessizlik ve arada bir esen hafif rüzgâr.
İnsanın böyle anlarda aklına garip ama bir o kadar da anlamlı sorular geliyor. Bugün, işte tam o boşlukta, kendi kendime sordum:
“Biz insanlar, ne kadar da donanımlı birer makineyiz, değil mi?”
Kusursuz Sistem
Vücudumuzda her şey yerli yerinde. Kalbimiz dakikalarca durmadan çalışıyor, ciğerlerimiz nefes alıyor, beynimiz komutlar veriyor. Kaslarımız, kemiklerimiz, iç organlarımız… Hepsi kusursuz bir uyum içinde. Üstelik doğa bize öyle cömert davranmış ki bazı organlarımızın yedeği bile var. Tek böbrekle yaşayabiliyoruz, karaciğer kendini yenileyebiliyor, bazı damarlarımız tıkanınca başka yollar açılabiliyor. Yani vücudumuz, sanki olası arızalara karşı önceden hazırlanmış bir sistem gibi.
Elimizde dünyanın en güçlü makinesi var: İnsan bedeni ve zihni. Ama onu yanlış kullanmakta üstümüze yok.
Peki Neden Kendimize Kötü Davranıyoruz?
Ama sonra düşündüm… Bu kadar donanımlı bir makineysek, neden kendimize bu kadar kötü davranıyoruz?
Yememiz gerekeni yemiyor, uyumamız gereken kadar uyumuyoruz. Bizi zehirleyen düşünceleri kafamızdan atamıyor, duygularımıza söz geçiremiyoruz. Stresle, kaygıyla, öfkeyle bedenimizi kemiriyoruz.
Belki de sorun şu: Biz bu kusursuz sistemin kullanım kılavuzunu okumadan hayata başlıyoruz. Bizi yaşatacak, büyütecek, taşıyacak bu bedene ne gerektiğini geç fark ediyoruz. Ya da hiç fark etmiyoruz.
Koşullar “Bakımı” Zorlaştırıyor
Üstelik günümüz şartlarında bu bakım işi daha da zor. Ekonomik kriz, yüksek yaşam maliyeti, geçim derdi… İnsan, sağlıklı beslenmenin, düzenli uykunun, sporun ne kadar gerekli olduğunu bilse bile, önceliği bunlara değil, hayatta kalmaya veriyor.
Siyasi istikrarsızlık ve kutuplaşma, zihinleri sürekli gergin tutuyor. Her gün karşı karşıya kaldığımız haberler, tartışmalar, gerilimler, beynimizin “yazılımını” sessizce aşındırıyor. Coğrafi koşullar, iklim krizi, göç dalgaları ve kaynak yetersizlikleri, insanın kendi iç dengesini korumasını daha da güçleştiriyor.
Sadece Bireysel Değil, Toplumsal Sorumluluk
Yani mesele sadece bireysel irade değil; içinde yaşadığımız sistemin de bu kusursuz makineye uygun bir bakım ortamı sunması gerekiyor. Biz ne kadar özen göstersek de, toplumsal şartlar desteklemiyorsa bu bakım yarım kalıyor.
Oysa elimizde mucizevi bir donanım var: İnsan bedeni. Ve onu yöneten en güçlü yazılım: İnsan beyni. Ama bu beyin bazen kendini bile yönetemiyor. Bizi mutlu edecek şeyleri değil, anlık doyumları seçiyor. Sağlığı değil, konforu tercih ediyor. Geleceği değil, anı düşünüyor.
Makine Değil, Mucize
Belki de asıl mesele, bu makinenin sadece “nasıl çalıştığını” değil, “niye var olduğunu” da anlamakta gizli. Kendimizi tanımak, anlamak, geliştirmek… Ve bunu yapabilmemiz için, hem birey olarak bilinçlenmeye hem de toplum olarak bu bilinci besleyen bir düzen kurmaya ihtiyacımız var.
Kendimize biraz daha dikkat etsek, bu eşsiz makineye biraz daha şefkatle yaklaşsak ne olur? Belki de içimizdeki o yedek gücü, dayanıklılığı, potansiyeli daha çok hissederiz. Belki de makine değil, mucize olduğumuzu hatırlarız.