Yıllar ne çabuk geçti, neler kaybettik neler…
Hatırlıyorum da yıllar önce “Kırşehir Çiğdem”de kimler yazmadı ki… Saymaya kalksak sütunumda yer kalmaz. Hepsine de şükran borçluyuz. “Kırşehir Çiğdem”i bugünlere taşıdık.
Ankara’da yaşayan ve orada vefat eden, sağlam karakterli, muhabbet ehli, hoş sohbet, şehrimiz Taşlık semtinden Kıvrıkoğlu Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu, Ankara Radyosu eski müdürlerinden Cahit Obruk’un Kırşehir Öğrenim Gençliğine Yardım Derneği’nin Genel Başkanlığı’nı yaptığı yıllar…
Cahit Obruk’un yönetim kurulunda hep yar alan bir Sırrı Davutoğlu, bir İhsan Çakmak, bir Hüsnü Ünsal unutulur mu?
Ne mükemmel insanlardı, ne Kırşehir sever insanlardı… Kaldı mı şimdi? Yok, yok, kaybettik hepsini. 
Kırşehir’de doğmuş, Kırşehir’de büyümüş, Kırşehir kültürü almış o günkü Kırşehirlilerin yaşam biçimini özümsemiş, bütün Kırşehirlilerin komşuluk ilişkilerinin en üst seviyede olduğu o yılları yaşayan, unutmayan, büyük Atatürkçü, Cumhuriyetçi, yaşadıklarını zaman zaman kaleme alan, şehit çocuğu olan, PTT emeklisi Sırrı Davutoğlu bu yazısında da böyle bir anısını kaleme almış.
Kendisi aynı zamanda Ankara’daki Helebişçilerin değnekçisi de olan ve bundan dolayı “Möhmele Mehmet” diye de bilinir. Yazılarını kimi zaman bu isimle yazmıştı.
Kendisiyle uzun yıllar dostluğumuz oldu. İstanbul’da yaşayan rahmetli, değerli hemşehrimiz, büyük saz ve söz ustası, Helebişçilerin genel başkanı Şemsi Yastıman yılda bir defa düzenlediği geleneksel gecede Ankara ve Kırşehir’deki bütün hemşehrilerimizi davet edip, Sırrı Davutoğlu’nun üstüne yıkardı. O da davet ettiklerini yanına alarak İstanbul’a giderler, adeta çıkarma yaparlar, beraber eğlenirlerdi. Bu ekibin Kırşehir’deki değişmez simaları gazeteci Ertuğrul Ersan, Bağbaşı’ndaki ustaların konservatuar müdürü Ethem’in Hacı Süleyman Mutlu, Yenice Mahallesi’nin değişmez muhtarlarından Nadir Seyfelioğlu, Helebişçi Şükrü Afşin, Saim Selçuk, Mustafa Karagüllü, Civeleğin Mehmet, terzi Emin Yenice, Recep Kabadayı, Reşat ve Nejat Sülükçü kardeşlerdi. Bu değerli hemşehrilerimizin çoğu aramızda değil, sadece Emin Yenice hayatta. Bu güzel insanlarla birlikte “Helebişçiler Gecesi” de, bu geleneğimiz de kayboldu, gitti. Hepsi anılarda kaldı. 
Şimdi Kırşehir’de bu yaşanmışlıkları kaç kişi bilir?
Yıllar önce yukarıda anlattığım hemşehrilerimizle benim de az çok dostluklarım oldu. Hepsini de yakından tanıyorum. Ben de Ankara’daki ve İstanbul’daki “Kırşehir Geceleri”nin bazılarına katıldım. Bu değerli hemşehrilerimizle çok güzel unutulmaz dostluklarımız oldu. 
Rahmetli İhsan Çakmak’ın Ankara Çubuk Barajı Caddesi’ndeki müstakil evinin kapısı Kırşehirlilere hep açık olurdu. Bizleri orada çeşitli defalar ağırlar, misafir ederdi. Cahit Obruk, Mustafa Karagüllü, Ertuğrul Ersan, Hacı Süleyman Mutlu, Sırrı Davutoğlu ve bazı dostları da vardı. Hepsi de Kırşehir sevdalısı güzel insanlardı.
Ertuğrul Ersan diz kıra kıra, gözlüğü düşe düşe ne güzel oynardı. Kırşehir’den getirilen bir habenin iki gözü mor pürçüklü, yufka ekmek, çökelek, kilolarca sızgıt, köftür, elma kakı, iğde, ceviz, çemen daha başka memleket mahsulü yiyecekler kapış kapış kapışılırdı. 
İhsan Çakmak’ın “kıh… kıh…” diye gülen gülücükleri hala kulaklarımızda. Yalnız İhsan Çakmak’ın da, Sırrı Davutoğlu’nun da beğenmediğimiz özellikleri vardı. İkisi de müthiş sigara tiryakisiydiler.
Kırşehir Öğrenim Gençliğine Yardım Derneği’nin Sakarya Caddesi’ndeki lokalinde Sırrı Davutoğlu ile çok beraberliğimiz oldu. Beni bırakmaz, akşam da Ankara Basın Evleri’ndeki Mürettip Sokak’ta bulunan Aşıkpaşa Apartmanı’na götürür, sabaha kadar eskileri konuşur, sohbet ederdik. Ondan çok şeyler öğrendim. 
Bugün size rahmetli olmuş, ebedi aleme göçmüş Sırrı Davutoğlu’nun gazetemizi yayınlamaya başladığımız 1977 yılında, yani 30 Kasım 1977 tarihinde yayınlanmış bir yazısını siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Şimdi hiçbirisi aramızda olmayan başta Cahit Obruk’a, İhsan Çakmak’a, Sırrı Davutoğlu’na, Hüsnü Ünsal’a, Mustafa Karagüllü’ye ve isimlerini hatırlayamadığım diğer Kırşehirlilere Allah’tan rahmet diliyorum. Hepsinin ruhları şad olsun.
İşte “Möhmele Mehmet”, yani Sırrı Davutoğlu’nun yazdığı ve gazetemizde 44 yıl önce yayınlanan bir yazısı şöyle:
“Otomobile ilk binişim şoför Konyalı Mehmed’in zamanı iktidarına rastlar. Seçimle mi iş başına geldi, tayin suretiyle mi başımıza musallat ettiler, yoksa darbeyi hükümet mi yaptı bilemiyeceğim ama müstebit bir adam olduğu muhakkak.
Yolcuları eşyalar arasına istif eden Kirli Hacı’nın tekmil vermesinden iki saat sonra tenteli kamyonunu teftiş edip, canlı cansız karışı hamulesini ikinci bir istife daha tabi tutardı Konyalı Mehmet…
Şoför mahallinin hatırlı yolcuları tur atlamak suretiyle eleme dışında kalırlardı. Tur atlamayan yolcular da işine ve parasına göre istif protokolünde yer alırlardı.
-Oradan kalk ulan,
…………………………………
-Sen şuraya otur koca karı,
………………………………..
-Elindeki çıkı için sen 50 kuruş daha ver sakallı,
…………………………………
-Kuyruğunu altına al moruk,
…………………………………
-Yüzüme ne dik dik bakıyorsun hırbo,
…………………………………
diye içindeki fosseptik çukurunu ağzından boşaltırdı ekmek kapısı yolcuların üstüne.
Cenab-ı Allah o zaman fakir fukara ile köylü vatandaşların dilini mi yaratmamıştı, medeni cesaret mi icad edilmemişti her ne ise. “Ooo haaa beyim ooo haaa” diyecek bir kahraman çıkmazdı aramızdan.
Sağ ise kulakları çınlasın, gitmişse nur içinde yatsın Kirli Hacı efendi adamdı. Otomobilin hareketinden sonra aramıza karışır. Konyalının ağzı ile açtığı derin yaraları tatlı dili pansumana çalışırdı.
O günden beri hem otomobil yolculuğundan korkar, hem de şoför mahallinde kırışanlara imrenim. Milli Piyango’dan büyük ikramiye kazanmadım. Toto’da 13’ü bulamadım. Bir de Kırşehir otobüslerinin şoför mahallinde yolculuk yapamadım. Bunların üçü de matluphanesinde kayıtlı. İlgililerin haberi olsa, bu yazdığım şeylere müruru zaman işlemez.
Uzun yıllar sonra yakınlarımdan birine son görevimi yapmak için Kırşehir’e gitmem icab etti. Otobüste yer kalmadığını öğrenince firma temsilcilerine vaziyeti anlatıp, bir imkân yaratmasını rica ettim. Anlayışlı kâtip, şoförü çağırttı. Hareket etmek üzere olan otobüsün şoförü mahalle ve mektep arkadaşım Hebi imiş. Candan bir davranışla karşıladı beni. “Gölbaşı’na kadar muavinin yanında idare edersin, oradan ileride de börümdeki portatif oturağa alırım, seni lâflaya laflaya gideriz” diye yüreğime su serpmişti.
İktidarın nimetlerinden faydalanmadıysak da çok şükür bizim nesil yavaş yavaş direksiyon başına geçiyor kıvancı ile bir süre dalmış olmalıyım ki Gölbaşı’na vardığımızda Hebi’nin böğrüne nereden geldiğini anlayamadığım birinin oturduğunu hayretle gördüm. Ha buradan, ha şurdan adam iner de şoför mahalline kurulurum umuduyla Kırşehir’e geldik. Uzatmıyalım arkadaşım Hebi de havasımı kursağımda kodu dostlar… Yalanım varsa iki gözüm ama olsun.
Şimdi sen söyle, küsmekte haksız mıyım Nebi?...”