Tarihte destanlar yazan Türk ulusu, binlerce yıllık tarihi içerisinde kazandığı büyük başarılarla yoğrularak olgunlaşmış bir kişiliğe sahip bireylerden oluşur. En güç durumlarda, kimsenin ummadığı kadar büyük başarılar elde eden, devlet üzerine devlet kuran bizler, gücümüzü olgunlaşmış kişilik yapımızdan ve yüksek düzeyde milli şuura sahip olmamızdan ve Türk kimliğimizden almışızdır. Fakat küreselleşen dünyanın etkileriyle, biyolojik savaşların, teknolojinin, internetin etkileriyle sarsılan ülkemizde, özellikle genç kuşakların milli şuurdan uzaklaşmalarına tanık olmak geleceğimiz için kaygılanmamıza neden olmaktadır.
Milli şuur kişilerin mensubu oldukları ulusun kültür, toplum, tarih, ahlâk gibi değerlerini hakkıyla benimsemeleri; birey ve devlet ilişkisini kavrayarak kendilerini devletlerine daha yararlı hâle getirebilmek için çaba göstermeleri; tarihsel süreçlerin birikimiyle günümüze aktarılan değerlerin bilincinde olup, bunları gelecek kuşaklara aktarmaları ve bu çabaların sonucu olarak hem kendi refahlarını sağlamaları hem de devletlerini çağdaş ve uygar devletler seviyesine ulaştırmalarıdır. Milli şuura sahip olmak, kendinde olmak, özünü tanımaktır. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı, bu günlere nasıl geldiğimizi ve gelecek kuşaklar için neler yapmamız gerektiğinin bilincinde olmaktır.
Günümüzde insanlarımızın özellikle gençlerimizin tarihinden, kültüründen ve milliyetinden koptuğunu görülmektedir. Bakın ülkemize ve Kırşehir’e. Kırşehir’in cadde ve sokaklarında milli şuurdan habersiz gençleri çok görmekteyiz. Ankara Caddesi, Terme Caddesi ve diğer caddelerde faaliyet gösteren Alışveriş merkezlerinde ve diğer dükkanlarda Türk Müziği yerine yabancı müziklerin çalındığına şahit olmaktayız.
İstiklal Marşımız okullarda öğrenciler tarafından gür sesle okunmak yerine kasetten okunur oldu. Şehitlerimize saygı duruşunda saygının adından eser yok. Kahkaha atan, konuşan alkışlayan her türden insan var. Milliyetinden biraz daha kopan gençlerin varlığına tanık oldukça, artık onları titreyip kendilerine döndürecek bir şeylerin yapılması gerektiğine inandığım için yıllar önce bir dergide okuduğum daha önce bu köşede yazdığım bir örneği tekrarlamak istiyorum.
Artısıyla, eksisiyle bir döneme damgasını vuran merhum Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız Turgut Özal Japonların batıya meydan okuyan ilerleyişi karşısında Başbakan olduğu 1980 yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon pedagog heyetini Türkiye’ye davet eder. Alanında uzman olan bu Japon heyeti ülkemizin çok değişik yerlerinde inceleme ve araştırmalar yapar, görüşme ve temaslarda bulunur sonra bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere, dönemin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’le birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkar. Eğitim alanında uzman olan Japon heyetinin kararı kısa ve kesindir.
“Sizin gençlerinizde milli şuur yok“ derler ki, bu karar Başbakanlıkta bulunan Türk yetkililer üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır. Biraz şaşkınlık, biraz hayretler içinde “Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yapıyorsunuz? Hangi programları uyguluyorsunuz?” diye sorarlar.
Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı ve bir o kadar da düşündürücü şu cevabı verirler.
“Biz sizin atalarınızdan, Osmanlıdan aldığımız “AMİN ALAYI” ( Amin Alayı Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı. Japonlar bunu alarak kendilerine uyarlamışlar) ile eğitime giriş yaparız. Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir, çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle robotlarla çalışan dev fabrikaları gezdiririz. Baş döndürücü teknoloji karşısında şok olan çocuklarımıza deriz ki: Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, milli şuurunuzdan ve kültürünüzden ayrılmazsanız daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız. Daha sonra bu çocukları alır Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz. 2. Dünya Savaşında atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye sit alanına çevirerek aynen koruyoruz. Buraları hakkında çeşitli bilgiler vererek 4 yaşındaki çocuklarımızı gezdirir ve gösteririz. Atom bombasının etkisiyle hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkat ve hayretle seyrederler. Bu gördükleri şeyler onların taze hafızalarında hiç bir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine deriz ki, eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumazsanız, milletinizi sevmezseniz, milli şuurdan uzaklaşıp, şuurunuzu kaybederseniz, dilinizden, dininizden koparsanız birlik ve beraberlik içinde olmazsanız; işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz hale getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız düşmanlar size saldırmaya cesaret edemezler. Vatanınız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin deriz.
Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de milli şuur kazanırlar…”
Tam bu sırada Türk heyetinden biri “İyi de bizim atom bombası atılmış Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki” der.
Bunun üzerine Japonlar derler ki:
“Sizin Hiroşima ve Nagazaki gibi binlerce değerleriniz var. Bizimkilerinden çok daha etkili ve tesirli bölgeleriniz var. Bir metre kareye 6 bin merminin düştüğü, mermilerin havada birbirleriyle kaynak olup, yapıştığı Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı bölge; çocuklarınızın ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ordularına karşı ve üstün teknolojiye rağmen Türkler olmazları olduruyor, bütün dünyayı hayretler içerisinde bırakan zafer kazanıyorlar. İmanın ve azmin teknolojiyi yendiğini ispatlıyorlar. Bütün dünyaya meydan okuyorlar. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek mahiyettedir. Bu sebeple gençlerinizi gruplar haline Çanakkale’ye götürüp, gezdirmelisiniz. Her Türk genci Çanakkale savaşlarının olduğu bölgeyi mutlaka gezerek görmeli ve öğrenmelidir. Daha sonra demelisiniz ki;
Sizler birlik ve beraberlik içerisinde çalışmazsanız, güçlü ve kuvvetli olmazsanız, düşmanlar yine Çanakkale’ye gelirler ülkemizi işgal eder ve öz yurdumuzda hür yaşamayı size çok görürler. Ama çalışırsanız, birlik ve beraberlik içerisinde olursanız teknolojiyi yakalarsanız. ülkenizi kalkındırır ve müreffeh bir hale getirirsiniz. Gençlerinize bunları telkin ettikten sonra bu zaferin destanını en iyi şekilde ifade eden Mehmet Akif’i ve Safahatı’nı ve Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutuk Kitabını okutmalısınız…”
Japonları verdikleri bu ibretli acı ders, bizim için çok manidardır. Bu tablo bize maalesef yen içinde kolumuzu kaybetmişiz de haberimiz yok dedirtmektedir ve kafalara dank eden düşündürücü manzara sergilemektedir.