Türkiye’de zaman zaman medyaya yansıyor. 
Hatta geçmiş yıllarda Kırşehir’de bile yaşanmıştı. Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar devletten aldıkları krediyi ödeyemedikleri için zor durumda kaldıklarını, hatta araç ve gereçlerine, hayvanlarına haciz uygulandığını söylüyorlardı. 
Koronavirüsün ülkemizi her alanda vurduğu bir dönemde herkes büyük ekonomik sıkıntı yaşarken, çiftçilerimizin de zor günler yaşadığı ortada. 
Son yıllarda yaşanan kuraklık rekolteyi düşürünce büyük zarar eden çiftçiler ve üreticilerin yaşadıkları sıkıntılara bir de üretim girdi maliyetlerinin yüksek olması eklenince aldıkları kredileri bankAlara, birliklere ve kooperatiflere ödemekte sıkıntıya düştüler. Borçlarını yapılandırdılar, ama yine ödeyemeyince bu kez evlerine traktörlerine, hayvanlarına haciz geldi.
İşte Son günlerde çiftçilerin yaşadıkları sıkıntıları görünce ben de bugünkü yazımda böyle bir konuyu sizlerle paylaşmak ve dile getirmek istiyorum.
Atatürk ve köylüler ile ilgili Kahraman Yusufoğlu’nun kitabından okuduğum bir yazı çok dikkatimi çekti.
Bakın Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı, ötekinin uyguladığı plân sonunda Florya köşkünün tüm nöbetçilerini atlatıp ve köşkten kaçarlar. Altlarında Nuri Conker’in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkararak Çekmeceye doğru gidiyorlardı.
Birden Atatürk’ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takılır. Yaşlı bir adamdı bu!
Sapan’ının sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin yanında öküz, bir yanında da merkep vardı.
Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu. Atatürk şoföre durmasını söyledi. İnip köylüye seslendiler: 
“Kolay gelsin ağa! “
Köylü bu sese başını çevirmeden cevap verdi:
”Kolay gelsin” 
“İşler nasıl ağa, bu yıl mahsulden yüzünüz güldü mü?”
Köylü isteksiz konuştu: 
“Tanrının gücüne gitmesin bey, bizde bu yıl yufkaydı mahsul. Kabahatin acığı bizde acığı yukarıda!”
“Biz geç davrandıkça yukarısı da rahmeti esirgerdi.”
“Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz,bir yanında merkep koşulu öküzün yok mu senin?”
“Var olmasına vardı ya Hıdrellezdeki vergi memurları sattılar.”
“Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey?
“Muhtara şikâyet etseydin. “
Köylü güldü:
“Muhtar başında değil miydi memurun, ağabey?    
Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:
“Kaymakama gitseydin”
Köylü iyice güldü:
“Sen de benle gönül mü eyliyon bey?”
Atatürk konuşmayı sürdürdü
“Ee peki. İstanbul şuracıkta geleydin Valiye anlataydın derdini…Onun işi bu değil mi?”
Köylü Atatürk’ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu.
Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz sonra kestirip attı:
“Bırak sağırı Allahını seversen, biz onun buralarda gelip geçtiğini çok gördük.Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miydik?”
“Adın ne seni ağa?”
“Halil… Köylük yerde sorsan Halil ağa derler”
“Demek varlıksın?”
“Ağa dediklerin göre.”
“Acık çiftimiz çubuğumuz varken adımız ağa ya çıkmış.”
“Peki Halil ağa,bu senin işin beni bayağı meraklandırdı.Benim bildiğime göre,bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun Hadi Kaymakam şöyle, Vali öyle diyelim; eee, peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir misin?”
“Bilmez olur muyum beyim?”
“Tamam öyleyse hemen her hafta İstanbul’a geliyor. Florya köşküne iniyor. Köşkte şuracıkta. Bir gün kapıda beklesen derdini dökseydin herhalde çare bulurdu”
“Sen benim konuşmamdan hoşlaştın. Gönül eğliyosun. Bak şimdi, tutalım gittim vardım. Beni o kapıya koymazlar ya tutalım ki kodular, koskoca İsmet paşamızı göstermezler ya… Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl anlatacağım o sağırın sağırı...! Hiç işitmez beni…”
Nuri Conker lafa karışmak istedi. Atatürk bir hareketiyle durdurmak istedi.
“Eee peki, bakalım bu dediğimize ne bulacaksın dedi!”
“Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyor. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini! O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya”
Köylü iyice keyiflenmiş iyice gülüyordu.
“Sen ne diyorsun bey? Mustafa Kemal paşa Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek… Hem tut ki gördük. Yiyip içmekten, başını kaldırıp, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seğirecek?”
Halil ağa sigarasını son dumanını ciğerine doldururken Atatürk’ten yeni aldığı sigarayı kulağının arkasına yerleştiriyor.
Çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu.
Konuşulacak bir şey kalmamıştı. Atatürk köylünü omuzuna elini koyarak şöyle dedi.
“Senden hoşlandım. Halil Ağa, bir gün köyüne gelir bir ayranını içerim. Açık yürekli vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum Hakkını kimsede bırakma ara!”
Atatürk ve Conker, arabaya bindiler, Halil ağa onları uğurladı.
“Meraklanma beyim evvel Allah hiç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu devlet babaya borçtur. Ödenmesi gerek.”
Otomobil hareket etti. Atatürk’ün canı sıkılmıştı.
“Bir uygun yerden dönelim tadı kaçtı bu işin dedi.”
Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor. Sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.
“Yahu çocuk şu Halil Ağanın vergi borcundan öküzünü satmışız. Merkeple çift sürüyor. Hala da ‘Devlet Baba’ diyor ne mübarek bu millet!”
Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:
“Şimdi İstanbul’da ne kadar bakan milletvekili varsa telefonla hepsini bulacaksın. Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa’yı da bulun, ona da haber ver.”
Yaver odadan çıktı. Atatürk Nuri Conker’e döndü:
“Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil ağaya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme tüccar, zengin bir adam dersin seni sevdi. Sana öküz alıp, verecek diye bir şeyler söyle kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya” 
O akşam Atatürk’ün sofrasında Başvekil İsmet İnönü bakanlar, milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’dan oluşan 25 konuk vardı.
Atatürk şöyle dedi:
“Bu akşam soframıza efendimiz gelecek kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum”
Bir süre sonra içeri başyaver girdi. Atatürk’ün kulağına bir şeyler söyledi. 
Atatürk ”buyursun dedi.”
Baş yaver kapıyı açıp ta Halil ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa’nın oturduğunu görünce şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü.
Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konuklar da ayağa kalktılar.
Atatürk konuğuna “hoş geldin Halil ağa” diye karşıladı. Ve sofralardakilere tanıttı:
“İşte beklediğimiz efendimiz”
Nuri Conker, Halil Ağayı sağ başına oturttu.
Kendisi de yanındaki sandalyeye geçti.
Atatürk sofradakilerde o gün köşkten Conker’le nasıl kaçtığını, Halil ağayı bir yanda öküz bir yanda merkeple çift sürerken gördüğü sigara yakma bahanesiyle konuştuğunu anlatırken şöyle dedi:
“Şimdi gerisini Halil Ağaya tekrarlatacağız. Benim sorduklarımı baştan soracağım.
Halil ağa da orda bana söylediklerini tekrarlayacak”
“Şimdi Halil ağaya döndü”:
“Bak beri, Halil ağa. Sen bu akşam benim başmisafirimsin. Senin açık sözlülüğün pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan yeniden soracağım. Sen de orada söylediklerini baştan yeniden söyleyeceksin.”
Yazımın devamını gelecek yazımda sizlerle paylaşacağım…