Meydanlarda büyümüş çocuk   Kırşehir benim için, aşkın, kavganın ve yaşamı kazanmanın devrimci kalelerini ifade eder. Surları vatan mücadeleleriyle kuşatılmış yurtseverlerin, 80’li yıllarda verdiği kan ter içindeki siyasal mücadeleleri anlamına gelir.

 

Meydanlarda büyümüş çocuk

 

Kırşehir benim için, aşkın, kavganın ve yaşamı kazanmanın devrimci kalelerini ifade eder. Surları vatan mücadeleleriyle kuşatılmış yurtseverlerin, 80’li yıllarda verdiği kan ter içindeki siyasal mücadeleleri anlamına gelir. Kentin gövdesini ikiye ayıran bir siyasal hikâye, bir yanı devrimci cephe, öteki yüzü sağın neferlerince tutulmuş bir başka hudut. Her bir sınıra girmek, gezinmek tehlikeli ve güç. Şehrim adına heyecan içinde dinlediğim ve okuduğum bir siyasal süreç. Bu duyguyla yola düşmek ne güzel.

Kuşağımın bir çoğu kavaklıklar içinde kuş lastikle kuş avlarken 1996 yıllarında ve kiminin kalbi aşka çarparken, 14 yaşında devrimci tutum ve geleneğe döndü yüzünü ruhum. Şimdi ise, böyle bir geleneğin sahibi ve vatanseveri olmaktan müthiş onur duymaktayım.

O yıllarda yoksuldum ve yorgun. Ömrüm şiirlerle, kitaplarla, sloganlarla ve vatan arzusuyla koşuyordu devrimci mücadeleye. Yolun, yoldaşlığın, kavganın ve aşkın tutkusu büyüyordu giderek içimde. Yeni değil, o yıllarda sökülüyordu kalbinden bir ülke, bir kent, bir halk ve bir toplum. Bunları görebiliyordum. Bugünün Türkiye’sini gören Uğur Mumcu’nun katledilmesi çocuk gözlerime düşen ve hafızamdan silinmeyen, beni katillerine karşı savaşçı kılan derin bir korku, MUGA yayınlarını bütün kapsamlarıyla okumamı tetiklemiş ve giderek daha çok sürüklemişti, beni bu ülkenin neferliğine. “Unutmayalım ki cesur bir kez, korkak bin kez ölür. Önemli olan, insanın böyle bir toplumda, mezar taşı gibi susmamasıdır” diyen Uğur Abi’nin bu kalemine nasıl sessiz kalırdı insan?

Bilinci, kuşanıp, kuşanıp ruhu, bilgiyi, erdemi ve insan insana bir yaşamı, “yaşayabileceğim bir başka ülke yok” irkilişi ile Deniz’lerin, Yusuf’ların, Hüseyin’lerin, Mahir’lerin mücadelelerine kadar götürmüştü beni. Uçurtmam tellere takılmadı, ışıklar içinde uyu Ahmet Abi, uçurtmam vatan uğruna ömürlerinden gidenlerin ardından uçtu hep.

Halk Evlerini, Köy Enstitülerini, Devrimci İşçi Sendikalarının geride kalan görkemli mücadelelerini, işçi proleteryasını, kadının emeğini, öğrenci kollektiflerini, Kışlalı’ları, Üçok’ları, bir beşik gibi duygularımda gıcırdayan Can Abi’nin şiirlerini ve kapılmadan Latin Amerika’nın sosyalist devrimciliğine, 80’lerde söndürülen Kemalizm gerçeğinin bugün dahi yaşatılması iddiasına büyük bir dirençle katıldığım bu onurlu yolda koşmak giderek başkalaştırıyordu beni.

O yıllarda, aşsız, ekmeksiz, meteliksiz ve bir hiçlik içinde bir ömrü sürüyor da olsam, çiftçi bir babanın oğlu olmaktan onur duyduğum gibi, buğdayın, başağın ve emeğin çilesini bilmek ve yaşamakta çok niceydi. Ve bu yüzden Kemalizm’e olan tutkumun bir başka güzel olması gerçeği gibi. Açlık ve yoksunluk ne kadar getirse de karabulutları üstüme, rant, sermaye, para ve iktidarlar ilgimi çekmedi hiç. Asıl olan halkın iktidarıdır, bu ikna edebilirdi beni ancak.

Adaleti ve vicdanı o yıllarda tanıdım. Çürüyen bir toplumun yine bir başka toplumla yok edilişini o yıllarda. O kadar çok iyi bilen büyüklerin öğüdünü aldım ki, yolumun zor ve faydasız bir yol olduğunu iddia eden, bu gün kendilerini zan altında bırakan iktidarların kullanılmış piyonları olduklarını rezilliğini görebiliyorum. Ve o kadar iyi devrimci tutum sergileyen ağabeyler tanıdım ki; bu gün barları, meyhaneleri mesken etmiş, 80 ihtilalinin bıraktığı sermaye ile göbek kaşıyan, bulduğu makama yapışmış kazısan çıkmaz ve hiçbir yaşam biçiminin devrimcilik ve insanlık ile alakası olmayan ve gördüm ki bu yüzden yitirdi devrim gerçeğini ülke, teslim edilerek karanlığına zalimlerin. Oysa bu serüven insan insana bir yaşamı, yücelmeyi, sevmeyi, saygı duymayı, hiçbir çıkar gözetmeden insanına ve vatanına bağlı kalmayı, doğruluğu, mücadeleyi, başarıyı ödüllendirdi bana. Biliyordum ve hala biliyor, inanıyorum ki, insan onuru demekti devrimci olmak.

Ben meydanlarda büyümüş çocuk,

Ben hayata bir ömrü nehir kıyısında pazarlamaya değil, halk ve vatan için savaşmaya geldim. Bu ideolojimin kimliğime edindiği ahlaki tutumudur ve bu satmadan, satılmadan, yalakası olmadan görgüsüzlerin, el sıvazlamadan, kula kulluk etmeden, çalmadan, öldürmeden, teslim etmeden vatanı Amerikan dipçiklerine karşı, alnı açık, başı dik yürüyenlerin iddiası olabilir ancak.

İnsan kalmayı umursayanlara selam olsun.