Moğol istilası altında Selçuklu egemenliğinin zayıflayıp, beyliklerin kuruluş halinde olduğu 75 yıllık dönemde, bir yanda Mevlevilik, diğer yanda Bektaşilik yegane hakim tarikatlar olurken Anadolu Selçuklu Devleti, Moğol kuşatması altında, kukla duruma düşünce, Kuran’ı kaynak gösterip Moğol hanlarını destekleyen ve düzenin dinsel fetva ayağını oluşturan Mevlevilere göre, “Allah’ın iradesiyle devlet kime tefhiz edilmiş ise ona bakılır ve iktidarının yanında yer alırız, Allah memleketi Selçuklulardan Cengiz Hanlılara ısmarlamıştır” şeklinde bir yaklaşım hakim olmuştur.

Selçuklu sultanlarının ve sonrasında Moğolların atının üzengisini tutturan Mevlâna, kendisine kesinlikle boyun eğmeyen ve ters düşen iki kırsal kesim önderine Hacı Bektaş‘a ve Ahi Evran’a kızmaktadır. Nitekim Ahi Evran‘ın, Mevlâna‘nın övgüler yağdırdığı yakın dostu Moğol Valisi ve ünlü noyanı Caca Bey tarafından ortadan kaldırılmış olması da akılda tutulmalıdır.

Anadolu’da “Mevlevi Tekkeleri”nin aksine Türk dili kullanılmaya önem verilmiş, kökleri Şamanlığa kadar giden dans ve müzik törenleri korunmuş, "sunni sofu dogmacılığı" yine yerilmiş, bağışlayıcı, insancıl tanrı anlayışı korunarak Anadolu’da kendince “halk İslâmı” yaratılmıştır.

Selçuklu Sarayı resmi dilinin ve edebiyatının Farsça olduğu devirde, Türk halkı arasına girerek kadınlı erkekli toplantılarda Türk dilinin, müziğinin, şiirinin, geleneklerinin korunması ve gelişmesinde Hacı Bektaş-ı Veli’nin, bu Türk bilim ve düşün adamının büyük emeği geçmiştir.

Trakya ve Balkan ülkelerinin Türkleştirilmesinden ve İslamlaştırılmasında dervişlerin önemli katkıları oldu. Savaşlar sonrası, fethedilen yerlerin yeniden inşası ve işletilmesi gerekiyordu. Dervişlerin asıl faaliyetleri o zaman başlıyordu. Onlar düzenleyici ve insancıl davranışlarıyla halkın gönlünü kazanıyorlar, askerlerin gücüne olan ihtiyacı azaltıyorlardı. Hoşgörülü ve uzlaştırıcı bir davranış içinde oldukları için başarılı oluyorlardı.

Kolonizatör dervişler, çoğu zaman Bektaşi tarikatına bağlıydılar. Ya da Bektaşiler’e yakın olan Ahi ve Abdal gruplarından geliyorlardı.

AHİLER VE BEKTAŞİLER AYNI YOLUN YOLDAŞLARIDIR

“Atatürk biyografisi” ile dünya çapında ün kazanan İngiliz yazar Lord Kınross, “Osmanlı Tarihi” adlı yapıtında Yeniçeri ocağıyla Bektaşilik ve Ahilik arasındaki ilişkiler yönüyle şu saptamalarda bulunur:

“Hıristiyanlığın yerine, kendilerine Bektaşi tarikatının daha esnek görüşlerine dayanan bir İslamiyet öğretilirdi. Bu tarikatın kurucularından olan Orhan Bey Bursa’da onlara dergahlar yaptırmıştı. Şeyhleri Hacı Bektaş-ı Veli bütün yeniçerilerini kutsar ve üzerinde kızıl hilal ve Osman Bey’in yatağanının bulunduğu sancağı verirdi. Hırkasının yenini sıradaki ilk askerin başının üstünden geçirir ve birliğin geleceği için şöyle derdi: ‘Yüzü ak, kolu güçlü, kılıcı keskin, oku sivri olacak. Her savaştan galip çıkacak, dönmeyecek’. Bu kutsamadan sonra yeniçerilerin Ahi başlıklarını andıran beyaz keçe külahlarına Hacı Bektaş’ın hırkasının yenini simgeleyen ve ponpon yerine, tahta kepçeyle süslü bir püskül takılırdı. Yeniçeri ocağının öteki birliklerden daha yüksek bir yaşam düzeyine sahip olduklarını simgeliyordu kazan ve kepçe. Kazanı kutsal bilirler ve yalnız yemek için değil, görüşüp tartışmak içinde çevresinde toplanırlardı. Kıdemlilere verilen adlarda, aynı şekilde mutfaktan esinlenmişti: Çorbacıbaşı, Sakabaşı vb.”

“Her kim bizi Şeyh edinse, onun şeyhi Hacı Bektaş Hünkar’dır. Her kim bizi görmek ister, Hacı Bektaş Hünkâr-ı görsün” diyen Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli’ye olan sevgisini anlatır.

Yine mensur Vilayetname’de dönemin Kırşehir’i şu özlü sözlerle anlatılır:

“Meğer ol vakit Kırşehri’nin adı Gülşehri idi. Dopdolu mescitler, camiler ve medreseler çok idi. Ma’mur şehir idi. Müderrisler ve müftüler ve alimler ve kadılar ve kamiller ile şehrin içi dopdolu idi.”

Hacı Bektaş’a ve Ahi Evran’a ve hatta Yunus’a şaşı bakanların. Yunus'un bir çok şiirlerini milli eğitim kitaplarından tırnaklamaya çalışanların hali; aslında sadece Cumhuriyet ve “Kurucu Önderler”imizle ve de Anadolu kültürüyle Arap- Acem cephesinde hesaplaşmalarının halidir ama nafile…

HACIBEKTAŞLILARDA CUMHURİYET VE MUSTAFA KEMAL SEVDASI…

Bu gelenek; ulusal kurtuluş savaşımızda ve sonrasında da Mustafa Kemal ve Cumhuriyet ülküsünden asla ayrılmamıştır.

Hacıbektaş’taki Çelebi Efendi ve Salih Niyazi Baba’nın Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşı'na verdikleri destek, cumhuriyetin ilanı ve onu takip eden devrimler boyunca sürmüştür.

Çelebi Hazretlerinin 1922 de ölümünün ardından yerine geçen Veliyettin Efendi de "Cumhuriyet taraftarlığı" içinde olmuştur. TBMM’nin kurulmasının ardından başlayan siyasi gruplaşmalar ve nihayet Temmuz 1922 de iyiden iyiye olgunlaşan Muhalif guruba karşı Veliyettin Efendi Mustafa Kemal’e son derece sadık kalmıştır.

Nitekim 25.04.1923 tarihinde “Mustafa Kemal’in gösterdiği adaylardan başkasına oy verilmemesini” isteyen yayınladığı bildiri aynen şöyledir:

“Anadolu’da bulunan Sayın Hacıbektaş dergahı Veli Hazretlerine işten saygısı olan tüm sevenlere ve temiz yürekli hanedan yanlılarına… Bu ulusu yaşatan, bağımsızlığımızı sağlayan, yüce varlığı İslam’a şeref olan TBMM başkanı Gazi adıyla Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin yayınladıkları bildiriler tümüyle bilinmektedirler. Gazi Paşa’nın Vatanın ilerlemesi ve yükselmesi hakkındaki her türlü isteğini yerine getirmek bizlerce zorunluluktur.(Farz’ı ayın) Ulusumuzu kurtaracak, mutluluğumuzu sağlayacak o’nun amaca uygun görüşleridir. Bunu yadsıyanların bizimle kesinlikle ilgisi yoktur. Yüce tarikatımızdan olanlara Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği adaylardan başkalarına oy vermemelerini vatanımızın kurtuluşumuzun bu yolla olacağını sizlere güvenle söyleyebilirim… Bu öğüdüme uymayanlar bizden değildir. Hak erenler onlara destek olmaz. Yeniden bildiririm ki bu halka kurtaracak Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Onunla birlikte kutsal vatanımızın öz evlatlarıdır. Hiç kimsenin sözünü dinlemeyiniz. Sözümden dışa çıkmayınız. Sizin mutluluğunuzu düşünenler sizi kölelikten kurtaracak Büyük Millet Meclisi Başkanı ve tümümüzün büyüğü Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir.”

Anadolu’yu nice acılı yüzyılların içinde devletiyle barıştırmayan devşirmelerin elinden kurtulamayan Anadolu Türkmenlerinin devletle uzlaşması ve de devletini benimsemesi, sevmesi, dahası kendinden sayması, ancak ve ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulup halifeliğin ve saltanatın kaldırılmasından, çok daha önemlisi laiklik ilkesinin benimsenmesinden sonra olmuştur.

Nitekim bu Alevi, Bektaşi, Türkmen zümreleri Kurtuluş Savaşı boyunca İngiliz mandası altında sözde egemenliklerini sürdürmeye razı olan Osmanoğulları’nın kışkırttığı iç isyanların hiçbirine katılmamış. Bunlardan birçok aydın “halifelik kaldırıldıktan, kadın erkekle aynı nispette eşitlik sağladıktan, sofu doğmacılığının ezilmiş olmasından, kısaca Cumhuriyet devrimlerinden sonra Tekkelerin varlık sebepleri ortadan kalktı.” diyebilmiştir.

…Ve artık eğitici özellik taşımayan Tekke ve zaviyeler tıpkı bugünkü “Cemaatler” gibi dinsel sömürünün, yenilik karşıtlığının simgesi olmuştur.

Bu cemaatler siyasi çalışmalar içerisine girmeye hatta çatışmalarda bulunmaya ve halkın dinî duygularını kullanarak çıkar elde etmeye başladığında. Cumhuriyet Devrimleri ile Çağdaşlaşmayı amaçlayan yeni tipte Türk Devleti için tekke, zaviye, türbe ve tarikat gibi engelleri kaldırmaya yöneldiğinde bu durum “Bektaşi Tekkeleri”ni de içine almıştır.

TBMM, 30 Kasım 1925’te kabul ettiği bir kanunla tekke, zaviye ve türbeleri kapatmıştır. Aynı kanunla bütün tarikatlarla birlikte "şeyh, derviş, dede, mürit" gibi bir takım unvanların kullanımı kaldırılmış, "falcılık, büyücülük, muskacılık" gibi din dışı uygulamalar yasaklanmıştır.

Halkın inançlarını kötüye kullanan dini kurumların kaldırılması ve din dışı uygulamaların yasaklanmasıyla. Türk toplumunun çağdaşlaşması yolunda önemli bir adım atılmıştır.

Şeyhlik, dervişlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, muskacılık, falcılık ve türbedarlık” gibi ayrıcalık bildiren unvanlarda kaldırılmış toplumsal hayatta dinsel sınıflaşmanın önüne böylelikle set konulmuştur.

Esasen Bu gün Türk devrimlerinden geriye yönelimin ve düşmanlığın siyaset kurumuyla işbirliği içinde “kandırıldık, aldandık, büyülendik” denilerek kök salan fetocu pislik “din simsarı cemaat Yapılanması”nın ve benzer Cemaat Yapılanmaların; Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasıyla Türk toplumunun çağdaşlaşması ve laikleşmesi yolunda önemli adımlara verdikleri tek karşılık yine dini hayâsızca kullanarak; Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’e karşı “Deccal”,”din düşmanı” ve “ayyaş” ithamları olmuş ve halada olmaya devam etmektedir.

 Mızraklarının ucuna demokrasi bayrağı takarak kopardılar ama;

KIRŞEHİR-HACIBEKTAŞ; “KARDEŞ BELEDİYE” bugünlerimize ışık tutan, tarihimizde bir cepheleştirme ve hasımlaştırma hareketi olarak; “Vatan Cephesi” ve de, “Kırşehir Faciası”nın İç Yüzü”ne baktığımızda, Bir yandan ‘bana oy vermedi’ keyfiyetiyle ilçe yapılan bir büyük ve köklü vilayetten Hacıbektaş’ın koparılmasının dramını, diğer yanda “yeter söz milletin“ diyerek halka karşı “mızraklarının ucuna demokrasi bayrağı takan” ama kendilerine oy verilmediği için ceza sözde “demokrasi havarileri”nin, “milletin adamlığı”nı görürsünüz.

Bu iş sadece siyasal cezalandırmadan öte; Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran, Âşık Paşa, Tapduk Emre, Yunus Emre, Şeyh Edebali gibi, büyük bir coğrafyaya nüfuz edebilmiş Anadolu Türk mutasavvıflarının yetiştiği eski ve köklü bir vilayeti ve bölgeyi ayrıştırma düşmanlığı olarak ta tarihsel kayıtlarda yerini almıştır.

Kırşehir’in bu eski ilçesi Kırşehir’den kopartılmış da olsa Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu Belediye meclisi kararıyla Hacıbektaş’ı “kardeş belediye” ilân edilmesini sağlayarak etkinliklere katkı ve destek yönünde adımlar atması tarihsel kültürel et-tırnak olmanın bilinci adına gerçekten taktire şayan ve alkışlanacak bir adımdır.

Aynı şekilde bu gönüldaşlık ve tarihsel yoldaşlık Hacıbektaş Belediye Başkanı Arif Yoldaş Altıok tarafından da karşılık bulmuş, gönül ve kültür köprüsünün geleceği adına iyi bir zemin atılmıştır.

Tarihsel olarak bizleri buğun çağdaş bir topluma ve ulus devlete Türkiye Cumhuriyeti’ne taşıyan Anadolu’nun bu genetik kodları bizleri etrafımızdaki karanlıklardan koruyacak ve aydınlatacak önemli bir damardır.