Yine bir memleket ziyareti, yine tatlı bir huzur, yine bir güzel heyecanla gaza basıyorum ama radar sıkıntısı her an aklımda. “Devletin parası kalmadı, ceza yazmalarla açık kapatıyor” deniliyor. İnanılır tarafı yok ama bu kadar radarlarla ceza kesmenin de bir anlamı yok.
Araba ile ülkemin birçok yerlerini gezip dolaştım ama bana en uzun gelen yolculuk Ankara-Kırşehir yoludur. Nerdeyse her metresini bildiğim bu iki saatlik yol nedense bana çok uzun gelir. Herhalde bir an önce ulaşmak isteğinden kaynaklanıyor. Bu sefer Bala-Kaman yolunu tercih ettim. Sabahın dinginliği ve dilime doladığım bir türkü ile metreler eriyip gidiyordu. Yer yer yol yapım çalışmaları vardı. Ama trafik çok tenha ve alabildiğine uzanan Anadolu bozkırı sonbaharla kucaklaşıyordu.
Bu yolculuğu hep ilkbaharda yapmak isterim. Çünkü bu Anadolu bozkırı o zaman yeşeren ekin tarlaları ile yeşille kucaklaşır. İnsanoğlunun da doğada ilk istediği renk yeşildir. Yol boyunca çoğu kez sıklıkla görülen ağaçların bile yapraklarını sararmış, çoğu da dökülmüştü. Bala da görülen şehir gelişmişliği Kaman’ın yanında çok silik kalmış olduğu net şekilde görülüyordu. Kaman hayli büyümüş, devlet binaları ile apartmanlar yarışırcasına yükseliyordu. Ayrıca iki gün önce yapılan ceviz festivalinin ilçeye bir hayli canlılık getirmiş olduğu da halen asılı olan afişlerden belli oluyordu.
Özbağı’na girerken heyecanım artar, kendimi anavatanım, baba ocağımda hissederim. İnsanın doyup büyüdüğü, gezdiği-tozduğu, ağladığı-güldüğü yerleri uzun süren ayrılıklardan sonra görmesi bir ayrı heyecan veriyor. Özbağı, benzinlik derken taşını toprağını sevdiğim caddelerde sokaklarda dolanıp baba ocağı mahallemde, kız kardeşimin yağlı-ballı kahvaltısındayım.
Güzel Kırşehir’im havanla, suyunla, toprağınla beslediğin büyüttüğün bizlerde, o kadar güzel anıların var ki hangisini nasıl anlatayım. Anılar bir dile gelse de konuşsa, sabahlara kadar dinlerim. Birçok oyunlarımız vardı. Birdirbir, uzuneşek, âşık, çelik çomak çizgili ceviz ve daha birçok oyunlardan aldığımız zevkle mutluluktan uçardık. Bahar ucunu gösterince, küsküçlerimizi (çiğdem çıkarılan ucu sivri sopa)sivriltir, o temiz havalı kırlarda çiğdemler çıkarır, demet demet satardık. Harmanlarda düven sürer, sapların içinde bağlardan çaldığımız üzümleri saklardık. O güzel günleri yaşamak en büyük zenginliklerim diye içimde hep saklarım. Anlatmak zor, o günleri nasıl özlüyorum
Sana da aklım ermiyor Kırşehir. Bayramdır, düğündür, ölümdür, işte böyle ara sıra sana uğrarım. Ne zaman sana gelsem her geldiğimde değişiyorsun. Ahtapotun kolları gibi büyüyor dağılıp gidiyorsun. Özbağından Dinekbağına, Şalgösterenden Kındama her yer yeşilden griye dönmüş. Bıraktığım evler sokaklar nerede? Yemyeşil, içi meyveler dolusu bağlar bahçeler nerede? Beton yığınlarını dikmişsin dört bir tarafa, insanın içi kararıyor. Ben çatal kapılı konakları ve kenarı iğde ağaçlı yollarımı istiyorum. Sen değişiyorsun da, insanların değişmiyor mu? Filinta gibi delikanlı olarak bıraktığım arkadaşlar, dostlar, tanıdıklara ne olmuş öyle? Kimisinin saçları ağarmış, kiminin dökülmüş, kimisinin elinde baston, kimisi hacca gitmiş, birçoğu da göç edip gitmiş. Sanki ben çok farklıyım da! Düşünüyorum da ne çok yıl geçmiş.
Başsağlığı ve hasta ziyaretleri, özlem duyduklarında hasret giderme derken saatler hızla akıp gidiyor. Tanıdıklarla karşılaşıp hoş-beş, öğrencilerimle sohbet, hele hele Ahi Müzesini gezmek bu son ziyaretin güzel yanlarıydı. İlimizde açılan huzurevi ve yaşlı bakımevlerini, bir hasta ziyaretimiz nedeniyle gördük, çok gururlandım. Ayrıca şehir içi yolların ve kaldırımların düzeni, şehir içi ulaşımın sistemli işleyişini gördüm. Bu güzelliklere emeği geçenlere teşekkür etmeyi bir görev sayıyorum.
Aklımdan geçen birçok şeyi yapamadan, bir dosta söz verdiğim halde, şalgösteren üzümünü yemeden dönmek zorunda kaldığım için çok üzgünüm. İşte yaşamın içinde olan zorunluluklar bazı şeyleri yapmana izin vermiyor. Sağlık olursa fazla uzatmadan yine geleceğim. Asıl mesele yaşamaktır. Tüm dostlara sağlık diliyorum. Sevgiyle kal güzel Kırşehir.