Kırşehir'de Ramazan aylarının ve bayramların sesli duyuru aracı olarak güzel bir geleneği 40 yıl öncesine kadar sürdüren Kale'deki tarihî topun 87 yıl önce bir görevi daha yerine getirdiği sırada kendisini patlatmakla görevli Topçu Mehmet Çavuş'un ölümüne sebep olduğunu bilip duyanımız pek kalmamıştır hayatta... Özellikle Ramazan günleri iftar ve sahur vakitlerinde tüm Kırşehirliler'in ilgi odağı haline gelen tarihî topun Kırşehir'e nereden ve nasıl geldiği konusunda kimsenin bir bildiği yok. Kendimi bildim bileli Kale'de Ramazan aylarında ve millî bayramlarda olmak üzere yılda yaklaşık yetmiş kere patlatıldıktan sonra emekliye ayrılarak günümüze gelen top Kale Ortaokulu'nda okumuş olan bizlerin de belleklerinden silinmemiştir. Üzerinde görüp incelediğim, sonradan kırılası tahripkâr eller tarafından sökülerek alınmış olan sarı madenden yapılmış orijinal künyesinde Alman silâh ve otomotiv sanayiinin dünyaca ünlü ismi, birinci ve ikinci dünya savaşlarında da tüm Almanya'nın silâh ve araçlarını üreten Alfried Krupp'un fabrikalarında 1876 yılında üretildiği yazılıydı. Buna göre top 150 yıldan fazla bir tarihe sahipti. İşte bu top bundan 87 yıl önce bu kez Mustafa Kemal Atatürk'ün yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini kutlamak için patlatılırken topçumuzun da hayatına malolmuştu.

Ramazan ayının bu son yazısında sizlere herkesin tarihini merak ettiği topun hikâyesini anlatmak istiyorum. Yazımızda ayrıca birisi yine topla ilgili, diğeri de anılarımızda yaşayan bir hocamızla ilgili iki anekdotu da okuyacaksınız.

TOPÇULUK MEHMET ÇAVUŞ'UN KADERİYDİ

1994 yılında 69 yaşında olan Halk Bankası Müdürlüğü'nden emekli Ramazan Topçuoğlu babası Mehmet Çavuş'un topu patlattığı sırada nasıl parçalandığını anlatırken 9 yaşında yetim kalmanın acısını da yaşıyordu. Balkan, dünya ve kurtuluş savaşlarına katılan ve 10 yıldan fazla çeşitli cephelerde savaşan topçu Mehmet Çavuş terhis olup memleketine döndükten sonra da topçuluk yakasını bırakmamıştı. Kale'deki topu atmak için topçu aranırken akla hemen o gelmiş ve kendisi de bu işi seve seve kabul etmişti. Bir süre çiftçilikle uğraştıktan sonra at arabasıyla çöp toplayarak geçimini sağlamaya çalışan Mehmet Çavuş Ramazan ve bayram günlerinde attığı toplarla daha da ünlenmişti. Ölümünün top yüzünden olacağını kim bilebilirdi dersiniz, lâkin Mehmet Çavuş bilmişti.

BU İŞ BENİM SONUM OLACAK!”

Mehmet Çavuş'un oğlu Ramazan Topçuoğlu'nun 1990'lı yıllarda bana anlattıklarına göre 1935 yılında Atatürk'ün yeniden cumhurbaşkanı seçilmesi bütün yurtta 33 pâre top atışı yapılarak kutlanacaktı. Kırşehir'e yeni atanan Vali Mithat Saylam da Ankara'dan gelen emrin yerine getirilmesini Belediye Başkanı Turgut Çopuroğlu'ndan istedi. Tabiî ki bu işi de Mehmet Çavuş'tan başka yapacak kimse yoktu. Ama Mehmet Çavuş buna bir türlü yanaşmıyordu. Çünkü öleceği sanki içine doğmuştu. Hattâ rüyasını bile görmüştü. Topu atmamak için çok direndi. “Ne olur, bu işi bana yaptırmayın. Bu benim sonum olacak” diye yalvarıp yakardı. Sonunda topu atmayı kabullenmek zorunda kaldı.

O gün sabah erkenden kalktı. Karıları Emine ve Keziban kadınlar ile 7-10 yaşlarındaki oğulları Mustafa, Ramazan ve Arif'i karşısına oturttu. “Ben gidiyorum, bir daha da dönemem. Hakkınızı helâl edin” dedi. Hazırlattığı “anam-babam çorbası”nı hep birlikte içtiler. Sonra vedalaşıp kendisini almaya gelen Çarşı Kâhyası Mehmet Çavuş (Alkan)'la evinden ayrıldı.

12'NCİ PÂREYİ ATTIĞINDA HER ŞEY BİTMİŞTİ

Başına gelecekleri önceden hissetmiş olan Mehmet Çavuş Kale'ye çıktı ve istemeye istemeye topun başına geçti. Hazırlanan barut ve paçavraları namlunun ağzından sırıkla tepip gerisindeki delikten ateşleyerek topu birbiri ardına patlatmaya başladı. Bir, iki, üç... dokuz, on, onbir... derken sıra 12'nci pâreyi atmaya gelmişti. Mehmet Çavuş bir kez daha doldurduğu topu ve namlunun ağzına yerleştirdiği barut ve paçavraları sırıkla sıkıştırmaya başladı. Namlunun içinde sırığı ileri-geri hareket ettirdiği sırada korktuğu başına geldi. Soğumamış namlunun sıcaklığından etkilenen barutun ateş almasıyla beklenen oldu ve top birden patladı. Topu doldurmakta kullanılan sırık ikiye bölündü, yarısı Mehmet Çavuş'un kolunu parçalayıp boynuna saplanırken diğer yarısı da Kale'nin aşağısındaki Hükûmet Konağı'na kadar bir mızrak gibi uçarak valinin oturduğu odanın üstündeki çatıya saplanıp kaldı. Bu sırık parçasının çatıya saplanmış halde iki yıl kaldığı halk arasında tevatüren söylenegelmişti.

İKİ KADINLA ÜÇ ÇOCUĞUN ÇEKTİKLERİ ÇİLE

Ağır yaralanan Mehmet Çavuş hemen hastaneye kaldırıldı. Sırığın parçaladığı kolu kesildi, fakat akan kan durdurulamayınca birkaç saat sonra kan kaybından öldü. Zoraki topçuluk Mehmet Çavuş'un 45 yaşında hayatına malolmuştu. Kitabına uydurularak düzenlenen ölüm raporuyla olay kapatıldı ve bir süre sonra da unutulup gitti.

Mehmet Çavuş'un ölümünden sonra üç çocukla genç yaşta dul kalan Emine ve Keziban kadınlar bir daha da evlenmediler ve çeşitli sıkıntılara göğüs gererek çocuklarını büyüttüler. Mehmet Çavuş'un büyük oğlu Arif babasının diyeti olarak Belediye'ye alındıysa da birkaç yıl çalıştıktan sonra gelen müfettişin raporu üzerine 18 yaşından küçük olduğu gerekçesiyle işten çıkarıldı. Mehmet Çavuş'un geride bıraktığı iki karısı ve üç çocuğuna yardım elini uzatan olmadı. Kimseden hesap soran da çıkmadı. Devir tek parti devriydi. Topçu Mehmet Çavuş'un arkasında kalanlarına bıraktığı tek miras “Topçuoğlu” soyadı olmuştu.

Şöyle, ya da böyle Mehmet Çavuş zorla yaptırıldığı bir görev sonucu hayatını kaybetmiş, daha doğrusu görev şehidi olmuştur. O günden bu güne aradan 87 yıl geçti. Ailesinden hayatta kalan var mıdır, varsa kimlerdir, nerededirler, bilmiyorum. Emekli banka müdürü olan oğlu Ramazan Topçuoğlu'ndan uzun yıllar önce dinlediğim olayı okurlarımıza aktarmakla Kırşehirli olarak tarihî bir görev yaptığımıza inanıyorum. Tarihin karanlığına gömülmüş olayların gerçek yüzünü ortaya koyarken esas aldığım değer ölçüsü Kırşehir'le ilgili acı-tatlı hiçbir şeyin kaybolup gitmemesi, her şeyin yazıya dökülerek kalıcılığının sağlanması ve tarihe emanet edilmesidir. Zaten yazılarımızın giderek artan ilgi ve heyecan içinde okunması da izlediğimiz yolun ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır.

"JET HOCA" KÂMİL SAYDAM

Ramazan aylarında değişmez konularımızdan biriydi Kâmil Hoca... Orta boyu, çopur yüzü, kendine özgü sakalı ile elinde 99'luk tesbih, sevimli, cana yakın bir tipti. Herkes severdi onu. Hele Ramazan ayı geldi mi gençlerin sevgilisi olur, Kale Camii onun arkasında teravih kılmaya koşan gençlerle dolup taşardı. Çünkü teravih namazını en çabuk kıldırıp en kısa zamana sığdıran tek hocaydı. Bu yüzdendir ki ona başta biz gazeteciler "Jet Hoca" lâkabını takmıştık. Her Ramazanda mutlaka onunla ilgili bir haberi muhabiri olduğumuz İstanbul ve Ankara gazetelerine uçurur, "Kırşehir'in jet hocası yine teravih rekoru kırdı" diye verirdik cayırtıyı...

Şimdi böyle hocaları arıyor da bulamıyor muyuz, yoksa camiye mi seyrek gidiyoruz, bilemiyorum. Ama onun gibi halkın sevgilisi olmuş din adamlarını gün geçtikçe daha çok arıyoruz gibime geliyor.

Nur içinde yat Kâmil Hoca, kabrinden nur eksik olmasın!

"ALİ AĞA" İFTAR TOPUNU ÖĞLEYİN ATTI!

Yine böyle bir Ramazan ayındaydık. Öğle vaktiydi. “Top ne zaman patlayacak?” diye gözümüzün saatlere kaydığı anlara daha çok zaman vardı. İşe güce dalmış, belki de çoğumuz orucu bile unutmuştuk.

Derken Kale'deki emektar Ramazan topu patlayıvermez mi? Allah Allah, sahur değildi, iftar değildi. Öyleyse bu ne demek oluyordu? Herkes birbirinden merakla soruştururken az sonra mesele anlaşıldı.

O zamanlar Belediye'de odacılık yapan “Topçu Ali Ağa” iftardan sonra sahur için doldurduğu topu ateşlemiş, fakat top patlamayınca dolu kalmış. O gün de iftarda top atmak gerek, ama dolu kalan topu tekrar deneyip ya yine patlatamazsa ne olacak?

Ali Ağa tek çareyi topu boşaltıp yeniden doldurarak iftarda yapacağı patlamayı sağlama almakta bulmuş, öğleyin ateşlemiş fitili... Ve şehirde bir heyecan, bir merak...

Tabiî gazeteci durur mu? Ertesi gün ulusal gazetelerde bir haber: “Şaşkın topçu iftar topunu öğleyin attı!” Bunu öğrenen Ali Ağa bana gücenir gibi olmuştu, ama sonradan dost olmuştuk.

Çoktan sonsuzluğa kavuşan Ali Ağa, rahmetin bol olsun!