Sonsuzluğun sonsuzluğuna ulaşma çabası içerisindeyim. Orada yitip gitmek, kaybolmak değildir amacım. Yeniden var olmak, çoğalmak, çoğaldıkça akmak istiyorum. Gökyüzünün mavisiyle denizin mavisinin buluştuğu sonsuzluk maviliğine karışmak diyebilirsiniz. O maviliğin ruhuma verdiği aydınlığın mutluluğuyla yaşamak istiyorum. Zaman beni sürükledikçe, tükenen zamanıma ve azalan ömrüme inat orada bulunmak, çoğalmak… Bu ruh halinin berraklığıyla sana ulaşmanın heyecanı…

Uzaklardaki gözlerde saklı olan sevgini yüreğime taşımak. Yıllardır hapis ettiğim ve zincirlediğim duygularımın senin yüreğinin aydınlığında buluşması ve maviliğinde sonsuzluğa karışması gibi… Zamanın sürüklediği ve gerilerde kalmış geçmişin acılarının yerine geleceğin maviliği… Beni, en çok cezbeden ve sürekli dingin tutan o mavilik.

Sana olan güvenim ve sevgim matematiğin diliyle değil, şiirin, nesrin diliyle SONSUZ. Bu sonsuzluk dehlizinin karanlığında sen bir ışık, bir umut, bir aydınlıksın. Seninle ilgili söylenecek her olumsuz sözcük benim için anlamsız, boş lakırdıdan ibarettir. Veya boşboğaz dedikoducuların vızıltıları gibidir. Bilir misin insanların çoğunun vasıfları, makamları, mevkileri, eğitimleri ne olursa olsun dedikodu yapmaya pek heveslidirler. Bu nedenle çoğundan kaçarım, yalnızlığıma, yalnızlığına, yokluğuna sığınırım.

Hamalların ve bilginlerin dedikodudan uzak durduklarını bir yerlerde okumuştum. Hem uğraşlarından, hem de zamanlarının yokluğundan dedikodulardan uzak dururlarmış. Şehrin sokaklarında, caddelerinde arkadaş olacak hamal, bilgin arıyorum. Yer yarılmış içine girmişler, yoklar… Ben de kendimle ve seninle kalıyorum. Sakın seninle kalmaktan şikâyetçi olduğum sonucuna ulaşma… Yalnızlığımı seninle çoğaltmak en güzeli… Böylelikle sevgimizi daha sıcak, samimi, yalın yaşıyoruz.

Azaplardayım. Benim iki derin, yaralı azabım var. Biri sensizlik, biri de sensizliğin yarattığı umutsuzluk. Bu iki yarayı derinleştirmeden ve sana olan tutkumu kendime saklayarak nasıl atlatırım bilemiyorum. Çaresizliğin içerisindeki benliğim senin sunacağın çareye o kadar muhtaç ki!.. Zamanın akışına bırakmak istedikçe çaresizliğimin de derinleştiğinin farkındayım.

Bazen karmaşıklaşan ve içinden çıkılmaz hale geldiğini düşündüğüm umutsuzluk, karanlığa sürüklendiğim karamsar zamanlarıma düşen mavinin ışığı kendimle buluşmamı ve öz güvenimi kazanmamı sağlıyor. O sonsuzluk maviliğindeki yolculuğumda yalnız olmadığımın, senin sevginle gücümün arttığı inancıyla sensiz, sessiz bekleyişlere giriyorum.

“Beyninizdeki gözleri unutmayın

Birbirinizi hep birbirinizle değil,

Birbirinizden uzak kalsanız da o uzağı sevin

Sevgi bazen uzaktaki o gözlerde gizlidir.”

Seni öptükçe, öpesim geliyor. Seni öpmeye doymak ahmaklıktır. Sana uzanan her öpücük beni sonsuz mutlu ederken, dokunamamak derin ıstıraplara sürüklüyor. Sakın kahırlandığımı, sana kırıldığımı, kızdığımı düşünme…

Sana gönderdiğim her öpücük bedenine dokunmasa da, dokunuyor hissi uyandırıyor bende. Belki de ondandır bu kadar sabırla gelişini beklemem veya gelişimi ertelemenin acısını taşımam. Öpücüklerimi, sevgimi soydum, çırılçıplak ve sana gönderiyorum. Her çıplaklık yalınlığımı, yalnızlığımı, sana olan bağlılığımı beraberinde getirecek. Unutma ki senin sevgin benim için bir çocuk masumluğuyla giyinmeye ihtiyaç duymayacak kadar yalın, temiz… Kimseler kirletemez, kirletilemez. Hep senindir, seninledir. Aklım ve hülyalarım seninle doluyken nasıl kirletile bilir ki!...Unutmanı düşünmen yüreğimi acıtmaktan başka bir şeye yaramaz. Unutmak, unutulmak kaybolmaktır. Ben seni asla kaybetmek istemiyorum.

Birlikte yaratılan aşk ve sevgi tomurcuklanır, filizlenir, büyür ve meyvesini verir. Fedakarlıktan çok vefakarlık gerekir. Tek taraflı fedakarlıklar; eksilmelere, tükenişlere, bitişlere yol açar. İki tarafın emeği ve eseri olan sevgi, aşk bir tarafın vaz geçişiyle ömrü tükenir. Tükeniş , bir kırık ayna misali görüntüleri bulanıklaştırır. Giderek düşmanca bakışlara, katlanılmaz varlıklara dönüşür. Hep diri, canlı kalmak içinse emek gerekir. Emeğin tükendiği yerde taraflardan biri asalaklaşır ve ağır bir yüke dönüşür. O sonsuzluk maviliği önce grileşir, sonra inen sürekli bir sisle birlikte bulanıklaşır ve ardından siyah perdeye dönüşür.

Aşk denen o yüce duygu, geçmiş ve anılarla beslendikçe canlıdır. Aksi durumda insanın yüreğinde ve ruhunda kocaman bir yüktür. Ondan kurtulmak için sığındığın her yeni liman veya geleceğe ilişkin düşler boşluğa sürüklenmekten başka bir şeye yaramıyor. Aşkı yaşadığını sandığımız anlarda anılarımızla ve geçmişimizle yaşamanın özlemi içerisindeyiz. Bu nedenle aşkın ağır yükü altına girmeden önce düşüneceksin. O yükün altında ezilmeyi, ezilip bükülmeyi, hayal kırıklığıyla umutsuzluğa sürüklenmeyi de göze alacaksın. “Gücün yoksa kavga ya girmeyeceksin. Kavgaya girdin mi gücün kadar yük kaldıracaksın.” Yüklerin en ağırıdır aşk. Her yüreğin, her bedenin, her ruhun taşıması mümkün değildir. Ayrıca katlanılması zor olan beklentileri de hesaba katacaksın. Aksi durumda çok yıpranmanın ötesinde takatsiz, mecalsiz kalır, çölde yolunu şaşıran bir mecnuna dönersin.

Gözlerindeki parıltı buz gibiydi. yanı başımdayken çok uzaklara uzanan o bakışlarda özlemi görüyordum. Geride kalanlara veya bıraktıklarına duyulan özlem… O özlemin içindeki bakışlarda ben derin boşluktum. Geçmişte kalan, gelecekte olmayan kısa soluklu bir hayatın boşluğu…Hiçlik duygusu içimi sardı. Omuzlarımdaki yükün ağırlığı altında eziliyorum. Sürekli hayal ettiğim, özlem çektiğim bakışlardaki derin boşluğun ağırlığından kurtulamıyorum. Hafiflemem gerekirken, bilinmezlikle buğulanan gözlerimdeki bakışlar sönükleşiyor. Sessiz ve kimsesizdim.

Yalnızlığın boşluğunda mavinin berraklığına özlem duyuyorum.