O en büyük zaferlerden sonra bile mütevazı bir dahiydi. Önüne serilen Yunan bayrağına basmayacak kadar ince düşünceli ve ileriyi gören bir Gazi idi.
Çünkü o “Mareşal, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü” Türklerin atasıydı.
Bu köşemde çok değişik konularda yüzlerce yazım yayınlandı.
AKP hükümetinin yaptığı olumlu icraatları takdir ettiğim yazılarım oldu. Eleştirilerim oldu.
Beni döneklikle suçlayanlar oldu, beni objektif bularak kutlayanlar da oldu.
Keserimi hiçbir zaman tek taraflı kullanmadım.
Konu şu:
Önce sayın cumhurbaşkanımız hakkında bir iki söz söylemek istiyorum.
Ona, ana muhalefet tarafından hitap edilen cümlelere hiçbir zaman katılmadım; katılmıyorum.
Halkın oyuyla seçilen bir cumhurbaşkanına her kim olursa olsun saygı göstermelidir. Böyle de olmalıdır. Demokrasi anlayışı bunu gerektirir. Yaptığı olumlu işler, başarılı icraatlar vardır, takdire şayandır. Eleştiriler ise bu yazının konusu olmayacaktır.
FETÖ belasından ülkenin büyük ölçüde sıyrılması onun kararlı tutumuyla mümkün olmuş, Türkiye bir karanlıktan kurtulmuştur.
Ancak, geçenlerde sayın cumhurbaşkanımızın “cumhuriyet döneminde hiçbir kalıcı eser yapıldı mı?” mealinde bir demeci oldu. İşte bu sözlere takıldım.
Yazımın başlığı bir dahiye Türk Milleti’nin verdiği unvanlardır.
Balkan Savaşı sonrası kolu kanadı kırılan bir imparatorluk, Çanakkale’de binlerce şehit vermiş, en elit kadrolarını yitirmiş bir imparatorluk, emperyallerce parçalanmış bir vaziyette.
İşte bu umutsuz tabloda bir dahi çıkıyor, o eşsiz sezgisiyle, dehasıyla, uyguladığı strateji ve taktiklerle bu emperyalleri alt ediyor ve “ümmet” bir toplumdan “millet” bir toplum oluşturuyor. Bir de cumhuriyet kuruyor. “Türk Ulusu” yeniden doğuyor.
Bu kalıcı eser değil de nedir?
Bin bir yoklukla bir ölüm kalım savaşı verilmiş. Birinci harpte Sarıkamış’ta soğuktan ve tifüs hastalığından binlerce şehit verilen doğu cephesi, güney cephesi düşmandan arındırılmış,
İngiliz desteğindeki Yunan ordusu hezimete uğratılmış.
Bu bir kalıcı eser değil midir?
Yoksulluk üst düzeyde, halkın neredeyse yüzde doksanı köylü, yol yok, ziraat geri, tek bir tarımsal araç dahi yok, elektrik alt yapısı yok, sanayi hiç yok. Düşünün cumhuriyetin ilk yıllarında somya yayı yapacak bir tek atölye dahi yok.
Sıtma, frengi, trahom, şark çıbanı, tifus, verem gibi şimdi ancak yeni doktorların kitaplarda okuduğu hastalıklar tüm ülkeyi kasıp kavurmakta; bunlara karşı yeni bir ulusal kurtuluş savaşı açılmış.
Şimdiki nesil ismini dahi belki duymamıştır. Bit, pire, tahtakurusu gibi haşaratlar hastalık taşıyorlar. Ortalık sivrisinek, karasinek kaynıyor. Bağırsak kurtları çocukların kanlarını emmekte, böyle bir sağlık tablosu var ülkede.
Ve bu kurtuluş savaşı başarılıyor. Türk ulusunun sağlık verileri hızla düzeliyor. Bunlar kalıcı eserler değil midir?
Emperyaller yenilmiş, pılısını pırtısını toplayıp defolup gitmişlerdir. Ama bugün olduğu gibi, dün de, tamamen yakamızdan düşmemişlerdir.
Bu gün Suriye’de, Irak’ta, Membiç’te oynadıkları oyunları, FETÖ belasını, PKK belasını ülkeye musallat edenler, oyunlarını dün de oynamaya devam ede gelmişlerdir.
Musul meselesini halletmek için yol alan genç cumhuriyetin önüne engeller çıkarılacak, ülke iç isyanlarla sarsılacak, cumhuriyet hükümeti bunlarla uğraşmak zorunda kalacaktır.
Tüm bu olumsuzluklar ve zorluklar içinde Osmanlıdan kalan duyun-u umumiye borçları ödeniyor, demiryolları geliştiriliyor: Kayseri-Sivas, Erzurum’a kadar uzanan, Samsun-Ereğli güneyde Malatya-Tatvan demiryolları bir ağ. O zamanın imkan ve teknolojisi ile müthiş bir iş.
II. Mahmut zamanından beri üstesinden gelinemeyen loncalar, tarikatlar, tekkeler, zaviyeler her yanı sarmış. Eğitim çok kötü durumda. Ülkenin bir milli burjuvazisi yok, işçi sınıfı yok.
Bu zorluklar içinde Ereğli Demir Çelik tesisleri, Sümerbank bez fabrikaları, şeker fabrikaları inşa ediliyor.
Ümmet millete dönüşüyor. Milli bilinç gelişiyor.
Bu imkansızlıklar içinde Aşar vergisi kaldırılıyor,1924’de mübadeleden gelen binlerce mübadil ülkeye yerleştiriliyor.
Üstüne üstlük 1929’da tüm dünyayı etkileyen “iktisadi buhran” genç cumhuriyeti de etkileyecektir. Kesilmeyen hesabın kesilmesi planlanan 2. Cihan harbinin soğuk ayak sesleri gelmektedir.
Bazı uygulamalar da, özellikle tek parti döneminde olumsuzlukları taşımıştır. Refik Saydam’ın köylüye koyduğu ek vergi, yol yapımı, varlık vergisi gibi olumsuzluklar da vardır.
Cumhuriyet dönemi burada sayılamayacak kadar kalıcı eser bırakmıştır. Bir soyadı kanunu bile kalıcı eserlerden daha kalıcı bir eserdir bence.
Yazımı İlber Ortaylı’nın son eseri “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” adlı kitabının Atatürk hakkındaki bitiş cümleleri ile bitirmek istiyorum:
“Büyük adamların pek azı böyledirler, ama pek azı vefatlarından sonra dahi özlenirler. Bizim özlediğimiz gibi...”