Fatih Sultan Mehmet en büyük vebalin layık olmayan insanlara makam vermek olduğunu söylemiş. 
Sözüyle özüyle ne kadar doğru bir söz. 
Maalesef Türkiye’de makam sahibi olanların çoğunluğu hak ederek değil siyasetin cilvesiyle makamlara gelmektedir. Çalışkanlığın, dürüstlüğün, tahsilin hiç önemi yoktur. Her dönemin adamı olmak, fazlaca yalaka olmak yeterlidir, hiç kimse sizin o makama hak ederek, çalışarak gelip gelmediğinizi bilemez, sadece sizi o makamda görür o kadar.
Ne hikmetse ülkemizde ve Kırşehir’de ağzını açtığında  insanlıktan, güzel ahlaktan, doğruluktan, dürüstlükten dem vuranlar ileride  makam sahibi olduğu zaman kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zannedip, insanlığını unutuyor, kendisini  dev aynasında,  karşısındakini küçük görüyor ve kibrinden ölüyor.
Bilinmelidir ki o makamlar kimseye baki değil! 
Gücünü makamdan alanlar makam gitti mi, bir hiç olurlar. O yüzden makamdan gitmemek için her tür ahlaksızlığı, onursuzluğu ve yalakalığı sergilerler.  
Oysa bilmemiz gereken üç günlük ölümlü dünyada makam da, mevki de gelip geçicidir ve üstünlük sebebi değildir. Birçok krallar,  padişahlar makam ve mevki sahibiydi. Hepsi de gitti, ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü konuşuldu.  İyiler görüldüğü her yerde, gittiği her alanda saygı gördü,  kötünün de arkasından lanet okundu,   küfürler edildi. Bu kişiler farz edin gitti bir yere selam alınıp verilmemektedir. Bunun örneklerini Kırşehir’de çok görmekteyiz. Kırşehir’ de geçmişte hiç hak etmediği halde siyasetin cilvesiyle bir yere gelenler kendilerini dev aynasında gördüler, personeline selam vermediler, selam almadılar, insanlara sırtlarını döndüler, kibirlerinden çatladılar. Kısaca kibirli, uyuz, mızmız bir kişinin makam ve mevki sahibi olması ve bununla  övünmesi neye yarar? İnsan olmadıktan sonra.
İnsan, tabiatı gereği malı sevdiği gibi makamı da sever. Çünkü makam, maldan da etkilidir.  Bundan dolayı insan, maldan çok makamı ister ama bu makama gelince de önemli olan insanlığı kaybetmemektir. Zira bu makamın biteceği günde vardır. 
Bir makama ya da mevkie gelmek bir takım sorumlulukları beraberinde getirir. Bulunduğumuz mevkide kalıcı olmak için; o mevkie gelmeden önceki dost ve tanıdıklarımızı unutmamalıyız. Çünkü makama geldikten sonra kazanılan dostlar makamdan düşünce bir anda kaybolmaktadır. Her zaman mütevazı olmalıyız, ulaşılmaz olmamalıyız. Kendimizi vazgeçilmez zannetmemeliyiz, insanlarla selamlaşmaktan kaçınmamalıyız, sırtımızı dönmemeliyiz, ne oldum değil, ne olacağım demeliyiz. Unutmayalım ki mezarlıklar kendini vazgeçilmez zannedenlerle doludur. Makamlar insanları yüceltmek için değil, insanlar makamları yüceltmek için çalışmalıdır.  
O nedenle insan bulunduğu makamdan şeref almak yerine şeref vermelidir ki, o makamdan ayrıldığında insanlar selam versin halini hatırını sorsun.
Öyle ki gün gelir çok güvendiğimiz sağlığımızı bir gün kaybeder ve öğündüğümüz servetimizi yitirebiliriz. Makam ve mevkiimiz elden gider, iki metre beyaz kefene bürünüp, yaptığımız iyi veya kötü amellerle yüce rabbimize döneriz. 
Yani kendini yüksek gören insanlar...
Belli bir makama ya da statüye kavuşan insanlar neden diğer insanlara yüksekten bakarlar. Onların farklılığı nedir? Sadece bir statü kazanmak makama ulaşmakla mı adam olunuyor anlamak gerçekten çok zor. Ufacık, küçücük bir makama bile gelemeyip sadece her ay düzenli olarak maaş almak belli bir yaşa gelince emeklilik garantisinin olması bile yetmiyor değil. Çünkü toplumda bu yönde bir algı var. Bu yıkılamaz olan tabuyu değiştirmek gerçekten meşakkatli ve zor. İnsanlar öylesine mevki ve makam hırsına kapılmışlar ki çocuklarını dahi ileride makam sahibi olması için at gibi yarıştırmaktan hiç de kendilerini alamıyorlar. 
Toplumumuzda da zaten belli mevkie gelmiş bazı insanlar beğeni topluyor ve örnek gösteriliyor. Buna illaki hepimiz tanıklık etmişizdir. Annemiz babamız dedemiz, ninemiz bizlere mutlaka şunun oğlu, şunun kızı şu makama geldi veya şu oldu demiştir.  
Şu ya da bu makama geliyorsun da ne oluyor sen de onlar gibi oluyorsun, tepeden bakanlar gibi tepeden bakıyorsun. O halde; Makam ve mevkiinin gerçek sahibi sadece Cenab-ı Allah'dır. 
Bu nedenle insanların dış görünüşüne, mevki ve makamına aldanmayınız.  
Asıl olan makam değil,  insanlıktır, hoşgörüdür.  
Makamlar ve mevkiler gelir geçer.  
Baki kalan bu kubbede sadece hoş bir sedadır ve insanlıktır.  
Bunun dışında kimsenin kimseden üstün bir tarafı yoktur.  
Makam sahipleri gün gelir oturdukları koltuktan kalkarlar. Ama biz yine buradayız, yüz yüze bakacağız. Onlar, sizlerin, benim, toplumun yüzüne nasıl bakacak, anlı açık bu sokaklarda nasıl gezecek merak ediyorum. Onlara kim selam verecek nemli olan bu.  
Nasreddin Hoca’ya “sen kimsin?“ diye sormuşlar. 
“Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.” 
Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, sormuş Hoca: 
“Sen kimsin?” 
“Mutasarrıfım” demiş adam kabara, kabara. 
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca:
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam... 
“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca. 
“Vezir” demiş adam. 
“Daha, daha sonra ne olacaksın?” 
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.” 
“Peki ondan sonra?” 
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp “Hiiiç” demiş.
“Daha niye kabarıyorsun be adam” demiş Hoca.. 
Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: “Hiçlik makamında.”
Sonumuz hiçlik makamıysa, şimdi sahip olduğumuz makamlarda kendini beğenmenin, kasılmanın, şişkinliğin kibrin bir anlamı var mı?