Orucun başlamasına sayılı günler kalmıştı. İnsanları bir telaş sarmış, iftar ve sahurda yiyeceği, içeceği ihtiyaçlarının giderilmesine çalışıyordu.

Orucun başlamasına sayılı günler kalmıştı. İnsanları bir telaş sarmış, iftar ve sahurda yiyeceği, içeceği ihtiyaçlarının giderilmesine çalışıyordu. Kasap Mühittin dükkanını diğer günlere göre daha erken açıyor, parçaladığı inek, dana, koyun, kuzu etlerini buzdolabının vitrinine dizerken onları marul, maydanoz gibi yeşilliklerle süslüyor, güzel ve iştah açıcı görünüm sağlarken bir gözüyle de kapıdan gelecek müşterileri süzüyordu.
Eski Ankara Caddesi'nde bulunan işyerinde onun sabahleyin eti parçalaması, nacakla kemiğinden ayırırken çıkardığı gürültüye alışkın olan komşularına şikayet konusu olmuyordu.
İşinde titiz ve temiz olması, gelenlere hoşgörülü davranması, yıllardır da bu işi yürütmesi, ona bayağı müşteri kazandırmıştı.
O gün ikindiye kadar kafasını kaldırmadan çalıştı. Müşterileri bayağı kalabalıktı. Kimi acele ediyor, kimi de dönüşte alayım diye giderken acelesi olmayanlar da oturdukları sandalyelerde sırasını bekliyorlardı. İpçi Erdoğan kendi işini takip ederken arada dışarı girip çıkıyor, ara sıra uğrayıp lafladığı Muhittin'in yanına hem oradaki kalabalıktan, hem kendi müşterisinden dolayı gidip gelemiyor, laf diye ağzı tütüyordu. Bir süre sonra kasap Muhittin'in dükkanından vah, tüh, vay anasını, bu da kaçar mı, vur sana lan gibi sesler geliyordu. Erdoğan gidip durumu öğrenecek, eğer dövüş, çekiş varsa ayıracak. Ama dükkanı müşteri dolu olduğu için kasaba gidemiyor, meraktan da çatlıyordu.
Dışarıdaki tezgahtan müşteriye ip gösterirken bir ara Muhittin'le göz göze geldi. O kadar müşterisi olduğu halde Mühittin'in suratının beş karış olması dikkatinden kaçmadı. Acaba canciğer arkadaşıma bir hatam mı oldu diye kendine pay çıkarıp hayıflanmaya başladı. Bir ara müşterileri gelmeyen Erdoğan hemen kasap dükkanını dikize aldı. Mühittin müşterisine et hazırlarken orada açık olan televizyona yan gözle bakıyor, elimi bıçağa kestiririm diye daha çok kulakla dinlemeyi tercih ediyordu.
Erdoğan da sese kulak kesildi. Ses zayıf gelse de Fenerbahçe-Pendik diye duyduğu isimlerden TV'de maç oynandığını anlamakta gecikmedi. Üç dört gündür radyosu çalışmıyor, fırsatını bulup tamir edememişti. Maçı da öyle pek önemsemiyordu. Pendik-Fenerbahçe arasındaki mücadele elemasyon usulü tek oynanacak bir maçtı. Koca Fenerbahçe kim? İkinci ligin alt sıralarında tutunmaya çalışan Pendikspor kim? Fener yedeklerini çıkarsa en az beş çekerdi. Kasap Muhittin'in dükkanındaki bağırtılar, çağırtılar dozajını iyice artırdı. Yoldan geçenler sanki bir şeyler varmış gibi kapısına doluşmuş pür dikkat içeriye bakıyorlar, dizine vuran, saçını yolan gırla gidiyor, bazı kişiler de hangır hangır gülüyor, müşterisi gelen Erdoğan maçtaki neticenin ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor, ekmek kapısı işyerini bırakıp gidemiyordu. Biraz sonra müşterisi kapıdan daha çıkmadan koşup soluğu kasapta aldı. İçerde bir iki müşteri sıra bekliyor, Maliyeci Mahmut da elinde çanta TV'deki maçı seyrediyordu. Mahmut vergi dairesine sabah uğrar borcunu ödemeyen esnafların listesini elindeki çantaya doldurur akşama kadar dükkan dükkan dolaşır onların ihbarnamelerini verir mesaisini doldururdu. Erdoğan selam vermeyi, hayırlı işler demeyi aklının ucuna dahi getirmeden oturmakta olan tanıdığı ve arkadaşı Mahmut'a, maç kaç kaç diye sordu. Mahmut'un birden beti benzi attı, o an mosmor olan yüzü simsiyah kesildi. Adeta İpçi’ye tokat atarcasına, “Kör müsün daha orda yazıyor” derken sinirden titriyordu.
İpçi, gözleri televizyonun küçük olan ekranının sağ üst köşesindeki küçük yazıları okumaya çalışırken, “Ben Mahmut'a ne yaptım da bana böyle davranıyor” diye de kendi kendini yiyordu.
Fenerbahçe:2-Pendik:1 yazısını okurken bir yandan da adeta kerç yaparcasına, “Niye beş değil de iki attınız? Pendik öyle iyi bir takım mı ki!” dedi.
Aslında Erdoğan PS'yi FB diye okumuş bilmeden büyük bir pot kırmıştı. Meğer Fenerbahçe 2-1 mağlupmuş. Dışarıdaki ahların vahların yanında duyulan gülüşmeler de Galatasaraylılara aitmiş.
Fenerbahçe ve Galatasaray arasında yıllardır süren bir ezeli rekabet vardır. Gerek FB-BJK gerekse GS-BJK maçlarındaki heyecan bu iki takım arasındaki heyecanı vermiyor, veremez de. Yıllar geçse de bu böyle devam edecektir. Kasap Mühittin iyi bir Fenerbahçe taraftarıyken oğlu onun aksine Galatasaraylı. Erdoğan ne kadar Galatasaraylı olsa da iki oğlu Fenerbahçelidir.
Fenerbahçe, Galatasaray'ı yendiğinde İpçi’nin iki oğlu babamın üzüldüğünü görmeyelim diye eve gelmez halasının evinde yatarlardı. Erdoğan'ın fanatik bir cimbomlu olduğunu bilen Mahmut meseleyi yanlış anlamış, “İki zil bir de kına getireyim de sana hediyem olsun” diye üzüntü ve kızgınlıkla ayağa kalkmıştı. Dünya derbi maçları sıralamasında en üst yerlerde bulunan bu iki takımın taraftarlarının fanatikliği iki arkadaşa neler yaşatıyordu.
Bu öyle bir iddia ki milli takımdaki oyuncuların çoğunun Galatasaraylı olduğu maçın birinde rakip takımı tutan Fenerbahçeliler görüldüğü gibi, bunun tersi de Galatasaraylılar da olmuştur. Şampiyonlar Ligi şampiyonu Real Madrid'le UEFA Kupası Şampiyonu Galatasaray arasında oynanan Şampiyonlar Şampiyonu maçında Jardel'in attığı golle Fenerlisi, Galatasaraylısı, BJK'lisi, Trabzonlusu ve tüm TÜRKİYE ayağa fırladığında GS'ın aldığı kupayı kıskanıp ayağa kalkmayan üç beş Fenerliyi gördüğümüz olmuştur.
Mahmut tarafından ters anlaşıldığını anlayan İpçi Erdoğan, “Vallahi Mahmut ben gerçek olarak Fener’in yenilmesini, perişan olmasını nasıl istiyorsam, bir Fenerli de Galatasaray için aynısını düşünür. Bunu sende bilirsin bende. Ama daha adı, sanı duyulmadık bir takıma yenilirseniz bu karayı ömür boyu silemezsiniz” dedi.
Ayağa kalkan Mahmut, Muhittin'in de ısrarlarıyla tekrar oturup zaten bitime iki üç dakikası kalmış maçı izlemeye başladı. Erdoğan'ın, “Üzülme Mahmut, Fener bu, sağı solu belli olmaz, bakarsın beraberliği sağlar, iki de öyle atar, bunun daha uzatması var” diye serinlik vermesi maçtan ümidini kesen Mahmut'u teselli etmiyordu. İpçi Erdoğan’ın fanatik cimbomlu gözleri Fener’in yenilmesini beklerken bir yandan da dükkanını denetliyordu. Hakem bitiş düdüğünü çaldı çalacak, maçtan eli boş çıkan Mahmut ayağa kalkmış, oradan ayrılmak üzereydi. Gözleri İpçi’nin sevinçten ışıldayan gözlerindeydi, ters ona bakıyordu. Anlaşılıyordu ki İpçi’nin verdiği teselliler, yanlış anlaşılmadan dilediği özürler Mahmut'a fayda etmemiş, adeta bildiğini okurcasına maçı falan bırakmış ters ters İpçi’yi süzüyordu. Ne yapsa ona yaranamayacağını anlayan İpçi hakemin bitiş düdüğüyle “MAHMUT MAÇ KAÇ KAÇ” diye gıcıklığına bir daha sordu. Bu bardağı taşıran son damlaydı.
Bir daha benimle asla konuşma arkadaş diyen Mahmut'un, Mühittin'e bile hayırlı işler demeden dükkanı terk etmesi görülmeye değerdi.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.