Geçen hafta içerisinde gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”de Salih Güner’in köşe yazısının altında bir anekdot okudum, sizlerde okumuşsunuzdur. Senenin 1941 olduğunu, o dönemde bile liyakat sahibi insanların az oluşundan bahsedildiğini ve bu çaresizliği şiire dökecek kadar içerleyen Abdullah Çağlayan’ın bu haksızlıkları kahırla yazdığı şiirini okuyunca aradan bunca yıl geçmesine rağmen hiçbir değişimin yaşanmadığını daha iyi anlıyorsunuz.

Geçen hafta içerisinde gazetemiz “Kırşehir Çiğdem”de Salih Güner’in köşe yazısının altında bir anekdot okudum, sizlerde okumuşsunuzdur.
Senenin 1941 olduğunu, o dönemde bile liyakat sahibi insanların az oluşundan bahsedildiğini ve bu çaresizliği şiire dökecek kadar içerleyen Abdullah Çağlayan’ın bu haksızlıkları kahırla yazdığı şiirini okuyunca aradan bunca yıl geçmesine rağmen hiçbir değişimin yaşanmadığını daha iyi anlıyorsunuz.
Düşünün, şair sanki sene 2016 yılında yaşadığımızı yazmış. 1941 nere, 2016 nere… Arada geçen koskoca 75 yıl…
O yıllarla bugünün hiç farkının olmadığını üzülerek fark ettim.
Aradan 75 yıl geçmesine rağmen bir ülkede uygulanan sistemde değişim olmaz mı?
Ne yazık ki olmamış, yapmamışlar ya da yapamamışlar.
Devletimizin idare sistemi ve kamu yönetimin de bir yanlışlık var. Bunun çözümü işinin ehli liyakat sahibi insanlara düşüyor. İşte sorun burada başlıyor. Ya seçim zamanında seçmeyi bilmiyoruz, ya da bize seçilmesi için dayatılan insanlar arasında liyakatli insan ayırt etmekte zorlanıyoruz.
Biz istediğimiz kadar bağırıp çağıralım. 75 yıl önce haksızlığa, hukuksuzluğa isyan etmiş bir insanın yazdıkları bugüne yaşadıklarımıza cuk diye oturuyorsa vay ben bu işin içine tüküreyim.
Her şey kokmuş derler ya neler kokmadı ki?
İnsanlar ne kadar çok vampirleşirse o kadar toplum içerisinde yer buluyor. Kan emenle, emeksiz bir makam işgal eden ve meşgul ettiği makamı hiç hak etmeyen liyakatsiz makam sahipleri hem kendilerine, hem de bu güzel ülkeme zarar veriyor.
Bırakalım 75 yıldır ülkemizi idare edenlere de şu son 15 yıla bir bakalım. Türkiye Cumhuriyeti olarak 15 yıldır tek parti iktidarı ile yönetiliyoruz. Yapılan çok muhteşem büyük eserler ve işler var. Yollardan, köprülere, sağlıktan sosyal hayatımıza kadar nice büyük yatırım ve eserler hayata geçirildi. Dünya bu yapılanlara gıpta ile baktı.
Bunun yanında ya yapılmayanlar, yapılamayanlar?
Ülkemde yaşanan hainlikler, şerefsizlikler ve bunları yapanlara söylenen söz “ne istediniz de vermedik!” demek ki güç kim de ise her şey, her nimet onunla. Onlarca vatan evladı istediği kadar okusun, KPSS denilen sınavda yüz üzerinden sınavda geçerli not alsın, birilerine biat etmezse bir yerlere gelemeyeceği gerçeğini yaşadık toplum olarak hepimiz.
Ülkemi idare edenlerce itiraf ediliyor. Tabi bir de çalınan sorular ve cevapları ile makam mevki işgal edenler var. Ne kadar acı!
Senin benim çocuğum aylarca, hatta yıllarca sınava hazırlansın, “sınava gireceğim” diye dershanelere milyonlarca paralar versin, fedakârlıklar yapsın ama birileri hem de “Müslümanım” diyen kul hakkından bahseden zavallı kılıklılar liyakatsiz, şerefsizler çaldıkları cevap anahtarı ile devletimi yıkmak için bürokrasiye devlet kadrolarına adam yerleştirsin.
Ben askerliğimi yaparken devletime, milletime, vatanıma, bayrağıma hizmet için yaptım. Benim çocuğum da aynı duygularla bu kutsal görevini yerine getirdi. Bir çok insan da benimle aynı duyguları taşıyarak vatani görevini yerine getirdi. Para için, şan için, şöhret için değil “vatan borcu kutsaldır” diyerek bu görevi ifa etti.
Biz para ile askerlik yapmadık. ŞEHİTLİK mertebesine erişen asker, polis, sivil insanlar bu vatan için kendilerini feda ettiler. Evlatlarını yetim, öksüz bıraktılar.
Şimdi soruyorum kim bu vatanı, milletini çok seviyor?
Hak etmediği makama VATAN için hiç bir emek vermeden, cevap anahtarını çalıp kul hakkını gözetmeden devletin lüks kadrolarına gelen mi? Devletin makamlarını kullanarak kurum ve kuruluşlara atama yaptıranlar mı?
Bunlar hangi iktidar döneminde oldu?
Vay ben bu işleri buraya getirenlere ne diyeyim?
Ben yanlış biliyorsam söyleyin. 15 yılda polis meslek liselerinden, askeri okullardan mezun olan bizim çocuklarımız değil miydi? Üniversitelerde yurt bulamayanlar bizim çocuklarımız değil miydi? Onlar kimin hizmetkarı oldular?
Bu çocukların birilerine hizmet etmesine kimler göz yumdu? Hukuk yasalar, kanun nerede ne işler yapıyordu?
DEVLETİM kullanılarak yetersiz kanunsuz, işler yapılırken, yasaları kanunları uygulaması gerekenler nerede ne işlerle uğraşıyorlardı?
Makamlarını kurtarmak adına bu yapılanları görmediler mi?
Şimdi neden doğru dürüst yargılamadan, soruşturmadan, potansiyel suçlu arıyoruz ki?
Saltanat peşinde koşanlar, affedersiniz makamda iken wc’ye gitse kıçını sildirmeye hizmetli arayan, sandalyeye otururken arkasından sandalye ittiren, arabaya binerken kafasını vurmasın diye kapıya el tutturan vatandaşından korunmak için koruma ordusuyla gezen devlet, bürokrasi, sivil toplum kuruluşu idarecileri ile ülkemde yaşadığımız bu sıkıntıları atlatmamız çok zaman ister.
Artık bu saatten sonra kimse yanılmamalı, kandırılmalı. Çünkü ülkemizin ve bizlerin yanılmaya ve kandırılmaya lüksü yok.
Bu nedenle ülkemizi idare edenlerde, ün üstünden en altına kadar liyakat sistemini tam anlamıyla hayata geçirmesini istiyor bu millet.
Sırf makam ve mevkileri korumak adına birilerine fakir milletin ne parasını, ne de makamını peşkeş çekilmemeli, çektirilmemeli. Siyasi görüş ve düşüncesi ne olursa olsun o insanlar hak ettiği göreve getirilmeli. Benim adamım olsun, benim cemaatim ve tarikatım olsun da istersen çamurdan olsun!” denilirse 15 Temmuz’da yaşadıklarımızı bu kez bugün değer verdiğiniz, makam ve mevkii verdiklerinizle yaşarız. Bu kez daha kötüsünü yaşarız haberimiz ola.
Liyakat olmadığı sürece ne ülkemiz, ne de bizler istediğimiz hedeflere ulaşamayız. Liyakatsiz insanların makam sahibi olduğu ülkelerde insanlar köle, idareciler bey olurlar.