Bir Ramazan ayına daha girmiş bulunuyoruz. Mübârek Ramazan'ların kuşkusuz ki en gözde ve güzide kişileri hocalarımız olagelmiştir. Toplumumuzun her katmanında rastladığımız din adamlarımız Kurtuluş Savaşı'nın başarıya ulaşmasında ve Cumhuriyetimizin kurulmasında da en büyük rolü oynamışlardır.

Millî Mücadeleye başlarken Samsun'dan Ankara'ya uzanan yolda da Mustafa Kemal Paşa'nın yanında hep hocalarımız yer almıştır. Bugün bazı siyasî partilerin ipoteği altındaymış gibi gösterilmeye çalışılan din adamlarımızın Kurtuluş Savaşı yıllarında oynadıkları önemli rolleri unutmak mümkün değildir. Yeni nesillere unutturulmaya çalışılsa bile bu gerçeği tarih unutmayacaktır.

Dine karşı olanların “sarıklı”, “çember sakallı” gibi sıfatlarla anarak küçültmeye ve aşağılamaya çalıştıkları hocalarımızın Kurtuluş Savaşı'ndaki hizmetlerini değerli tarihçilerimizden Cemal Kutay ne güzel anlatmıştır. “Kurtuluş Savaşımızda Sarıklı Mücahidler - Kurtuluşun ve Cumhuriyet'in Mânevî Mimarları” adlı eserinde Cemal Kutay (1909-2006) “Ankara Çevresinde Üç Müftü Efendi” başlığı altında Millî Mücadeleye hizmet etmiş Kırşehirli din adamlarını anlatmıştır.

Yazımızın arkasında Ermeni hemşehrilerimizden Karabet Kasparian'ın elli yıl kadar önce çıkardığım “Kırşehir” gazetesine Beyrut'tan gönderdiği “Beyrut'ta Kırşehir” başlıklı yazıyı bulacaksınız. Kırşehir'de doğup büyümüş, sonradan Beyrut'a giderek ticaret hayatında önemli bir yere gelmiş olan Karabet Kasparian'ın Beyrut limanında demirlemiş “Kırşehir” adlı şilebi görünce kaleme aldığı içli yazısını ilk kez “Kırşehir” gazetesinin 29 Haziran 1974 tarihli nüshasında yayınlamıştım. Sanırım buram buram Kırşehir sevgisi ve özlemi kokan bu güzel yazıyı okurken siz de duygulanacaksınız. Kasparian'ın arkadaşı Şemsi Yastıman'ın o günlerde bir kez daha yayınlanmasını istediği “Beyrut'ta Kırşehir” yazısıyla onun da ruhu şâd olacaktır.

ANKARA ÇEVRESİNDE ÜÇ MÜFTÜ EFENDİ

Sivas'tan yola çıkan Hey'et-i Temsilîye'nin Ankara'ya varıncaya kadar geçtiği yollarda karşılaştığı olaylar gelecek için ışık oldu: Bütün vatanın tutumu üzerinde aydınlatıcı ışıklar... Ankara çevresindeki Kırşehir de bu belirtilerin mihrakı idi ve burada üç müftü efendiyi önde görüyoruz:

Mucur Müftüsü İsmail Hakkı Efendi, Kırşehir Müftüsü Halil (Gürbüz) Efendi, Çiçekdağı Müftüsü Hayrullah (Alp) Efendi...

İbretli olan Türk din adamlarındaki verâsettir. Soy-sop verâsetinden daha derin, daha anlamlı ve hayatiyeti olan felsefe-mantık-vatanseverlik ölçüleri verâseti: Mucur Müftüsü İsmail Hakkı Efendi yerini H. Ahmet Canatan Efendi hocaya bırakmıştır. Kırşehir Müftüsü Halil (Gürbüz) Efendi hocaya adı ve himmeti Birinci Büyük Millet Meclisi süresince ön plânda olan ve beldesi Kırşehir'i parlâmentoda temsil eden Ahmet Müfit (Kurutluoğlu) halef olmuştur. Bugün onların yerlerinde olanların da aynı ruh ve inanç içinde olduklarını söyleyebilmenin huzuruna sahibiz.

Ankara yolunda Mustafa Kemal Paşa'yı Mucur'da başlarında Müftü İsmail Hakkı Efendi'nin olduğu kalabalık karşılıyor. Müftü Efendi evvelâ bir dua okuyor, cemaatin “Âmin” sesleri arasında zafer niyaz ediyor. Hey'et-i Temsilîye 23/24 Aralık 1919 gecesini Mucur'da geçirmiş ve Müftü Efendi'nin başkanlığında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Mucur Merkezi kurulmuştur. O günler Damad Ferid Paşa'nın Millî Mücadeleyi gelişmeden söndürme çabalarının ülkeyi kapladığı bunalım devridir. Müdafaa-i Hukuk Merkezi'nin ilk işi Sadrâzama şu telgrafı çekmek oluyor:

“Ferid Paşa... Millet seni istemiyor, vazifeden tard ediyor. Çekil.”

MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ MEDRESE BİNASINDA KURULMUŞTU

Hey'et-i Temsilîye 24 Aralık 1919'da Kırşehir'e gelmiştir. Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin başında Müftü Halil (Gürbüz) Efendi vardı. Yorgunluk çayı içen hey'et Kırşehir Gençler Derneği'ni ziyaret ediyor. Mustafa Kemal burada Sivas Kongresi'nden sonra ilk defa memleket meselelerine eğiliyor. Müftü Halil Efendi o günü şöyle anlatır (“Hey'et-i Temsilîye ve Mustafa Kemal Paşa Kırşehir'de”; Yazan: Sırrı Kardeş; CHP Halkevleri Bürosu Yayınları, Millî Kültür Araştırmaları: 14; Ulus Basımevi, Ankara - 1950; Sahife: 30):

“Ben ve arkadaşlarım Paşa'nın yanında idik. O sırada bir şifre geldi. Kendim okumadan Paşa'ya sundum. 'Mutasarrıflıktaki miftahla (şifre çözücüsü) ile açınız, evvelâ kendiniz okuyunuz” dediler. Konuşmalarımız Müdafaa-i Hukuk'un takip edeceği siyaset üzerinde idi. Paşa bilhassa şu noktalar üzerinde durdu: Erzurum ve Sivas kongrelerinde memleketin hangi yoldan ve nasıl bir politika takip edilerek kurtarılabileceği tesbit edilmiştir. Rehber kongrelerde alınmış kararlardır. Bütün Müdafaa-i Cemiyetlerinin benimseyecekleri yol budur. Vazifemiz halka her şeyi açık ve gizlemeden anlatmaktır. Tek dayancımız milletimizdir.

“Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni medrese binasında kurmuştuk. İlk toplantımız burada oldu. Daha sonra idadî (lise) binasına naklettik. İlk Müdafaa-i Hukuk heyeti şöyle kuruldu: Reis Müftü Halil, azalar Ömer Aydın, Mehmet Ağa, İmam Hayrullah, Hacı Nafi, Şube Reisi Haydar beyler.

“Gecenin çok geç saatlerine kadar Müdafaa-i Hukuk'un çalışması ile meşgul olan Paşa Kırşehir ve havalisi üzerinde izahat aldı. Çok az uyudu. Gönülden ve coşkun törenle uğurlandı. Kapıcı Camii çevresini dolduran binlerce halk alkış tuttu. Hacı Ali, Mülâzimin Ethem Hoca ile Termacının Hâfız Şevket karşılıklı tekbirlerle kurban kestiler. Paşa kalabalığın içinde bir süre kaldı. En çok kendisini uğurlamaya gelen okul çocuklarıyla ilgilendi, onları sevdi, okşadı.”

Ermeni Hemşehrimiz KARABET KASPARİAN'ın Eli Yıl Önce Beyrut'tan Gönderdiği Mektup “BEYRUT'TA KIRŞEHİR”

Geçenlerde bir iş takibi için limana gitmiştim. Sıra sıra dizilmiş, irili ufaklı, muhtelif milletlere ait yolcu ve yük gemileri vardı. Kimisi yük alıp veriyor, kimisi yolcu indirip bindiriyor, her renkten ve milletten insanlar oraya buraya telâşlı ve sakin gidip geliyorlar. Ben de bunlardan birisi olarak rıhtımın demir parmaklıkları arasından ilerliyorum. Bacasında Devlet Denizyolları'nın arması bulunan gemiye gayri ihtiyarî gözlerim takıldı. Bir his beni oraya mıhladı. Geminin baş tarafındaki yazıyı okumaya başladım: “KIR-ŞE-HİR”.

Alllah Allah, hayal mi görüyorum? Çatallanmış gözlerle harf harf, hece hece tekrar tekrar okuyorum; tamam. Yanımdan yöremden gelip geçen insanlar, karşıdan deniz üstünde kesik kesik egzoz sesleri çıkararak yüzen mavnalar, ileride caddeden vızır vızır geçen renk renk otomobiller... Demek ki hayal görmüyorum. Ve biraz ilerimde duran, buram buram dumanı tüten gemi “Kırşehir”.

İşte bu anda gemi gözümün önünde güzel şehrimizin ortasında yükselen, her sabah arkadaşlarla beraber itişe kakışa tırmandığımız Kale oldu. O zamanki şevk ve güçle tırmanmaya başladım. Hükûmet Konağı'nın üstünden etrafı seyre koyuldum. Karşımda Obruk bir elmas yığını heybetiyle pırıl pırıl. Sola doğru baktıkça biteviye uzanmış boz dağlar. Akbayır sevgilisine kollarını açmış, beyaz göğsüne bir gelin saflığı ve tazeliğiyle bastırıyor. Yeşil bir ok gibi Dinekbağı ve Öz uzanıyor. Biraz daha dönünce ne tadına, ne kokusuna şimdiye kadar hiçbir yerde rastlayamadığım üzüm bağlarıyla çevrili Kındam. Ve nihayet bakımsızlığının ve ilgisizliğinin verdiği utançla kızıla vurmuş Âşık Paşa ve türbesi mahzun duruyor.

Bu temaşa içerisinde Özbağ'dan beri süzüle süzüle akan, yeşillikler arasından yer yer açılan duvak telleri gibi parlayan Kılıçözü'nü seyrediyorum. Bir sevgili heyecanıyla koşa koşa aşağı inip kendimi Ekizarası'na bırakıyorum. Gür dallarını ve yapraklarını çayırın üstüne koruyucu haşmetiyle germiş bir söğüt bedenine sırtımı dayayıp oturuyorum. Sulanmış ve büzülmüş gözlerle etrafı seyrediyorum. Yeşilin, sarının, morun arasından mışıl mışıl akan ırmak bir söğüt dalını almış götürüyor. Karşıdaki sıra sıra muntazam aralıklarla dizilmiş kavak ağaçları bir vazo güzelliğiyle mavi göğe doğru süzülüyor. Bunların arasında bülbülün, kanaryanın her cinsi bütün nağmelerini döktürüyorlar. Yer yer fırlamış iğde ağaçlarının tarifi imkânsız kokularını sanki tükenecekmiş gibi esirgeye esirgeye teneffüs ediyorum.

Belki daha çok şeyler görecek ve duyacaktım. Geminin kalın ve uzun uzun öten düdüğüyle uyandım. Başımın yarısı görebildiği kadar demir parmaklıklara girmiş, iki kolum parmaklıklara asılmış, her pencerede ve güvertede arkadaşlarım, komşularımız, baba dostlarımız sanki el sallıyorlar. Ben de onlara sevgi ve hasretten yapılmış buketler yolluyorum.

İşte aziz hemşehrilerim, “Kırşehir” mavi denizin enginliklerinde arkasında beyaz köpükler ve duman bırakarak yavaş yavaş uzaklaşıp kayboldu.

Bundan 50 yıl kadar önce Kırşehir’de doğup büyümüş Ermeni hemşehrimiz Karabet Kasparian’ın Lübnan’ın Akdeniz kıyılarındaki Beyrut limanında demirlemiş görünce anılarını anlatmasına ilham veren “Kırşehir” adlı gemi…